Ejderhanın Hiddeti | Ön Okuma

ejderhanin hiddeti

GİRİŞ

“Bana Dünya Ağacı Tanrısı Gogroth’un Sesi Talgogroth Farinn derler. Sözlerime kulak verin! Çünkü şimdi Vindrasi Şefler Şefi Skylan Ivorson’ın, kudretli Ejdergemileri’nin gelmiş geçmiş en büyük şefinin öyküsünü anlatacağım.” İhtiyar adam tekrar konuşmadan önce iç geçirdi. “En büyük ve en son şefinin.”

Farinn hem dramatik bir etki yaratmak hem de boğazını ballı şarapla ıslatmak için duraksadı.

Mevsim kıştı; yani öyküler anlatma zamanıydı. Kalın kirişlerden ve yontulmuş kütüklerden yapılma büyük salonun dışındaki topraklar bembeyaz karla kaplıydı. Gece durgun ve buz gibi soğuktu. Salonun içinde dev bir ateş yanıyordu. Erkekler ve kadınlar kucaklarındaki küçük, uykulu çocuklarla beraber uzun masalarda oturuyorlardı. Genç kızla dostlarıysa yaşlı adamın hemen önünde yere çökerek ona olabildiğince yaklaşmışlardı; zira adamın sesi de tıpkı kendisi gibi cılız ve kırılmaya hazırdı. Genç kız öykünün bu kısmındaki tek bir kelimeyi bile kaçırmak istemiyordu, çünkü bu onun en sevdiği bölümdü.

İki genç Torgun savaşçısının arasında oturan genç kız, annesinin bakıp bakmadığını görmek için çaktırmadan arkasına bir göz attı—kadının kendisini bulacağından ve kolundan tutup götüreceğinden korkuyordu. Annesi onu bir genç kıza yaraşır biçimde davranmadığı, ev işleriyle uğraşacağı yerde delikanlılarla savaşçılık oynamaya koştuğu için sürekli azarlardı.

Genç kız on altı yaşındaydı. Annesi dik başlı kızına bir koca bulmaktan ve torun torba sahibi olmaktan bahsedip dururdu. Genç kız ise hiç de öyle bir şey istemiyordu. En azından şimdilik. Belki de asla. Onun canı Venjekar’la sefere çıkmış o kahramanlar gibi macera çekiyordu. Uzaklardaki o harikulade diyarları sadece zihniyle değil, gözleriyle de görmek istiyordu. Ogrelerle savaşmak, Para Dix’te bir hışımla kapışmak ve feylerin krallığında feylerle dans etmek için yanıp tutuşuyordu. Belki de imkânsız hayallerdi bunlar, fakat yazgının nereye varacağını ancak tanrılar bilirdi. Daha doğrusu tanrılar ve bir de bu genç kız; çünkü onun planları vardı—gizli planlar.

Annesi neyse ki bir arkadaşıyla dedikodu yapıyor ve kızına aldırış etmiyordu. Babasının gözleriyse üzerindeydi. Genç kız ona gülümsedi ve adam da aynı şekilde karşılık verdi. Babasının en sevdiği çocuğu oydu. Pek çok kimse (annesi de dahil) adamın kızını şımarttığı görüşündeydi. Babası onun kılıç-kalkan kullanmayı öğrenme hevesini hoş görürdü. Kızı kılıç idmanı yaptığı zamanlarda onu idare etmek için yalana başvurur, annesine kızlarının otlakta koyunlara baktığını söylerdi. Annesi kocasının hiç oğlu olmadığı için genç kıza bir oğlan muamelesi yaptığını iddia ederdi.

Genç kız ve babası ise gerçeği biliyorlardı. İkisi de kızın annesine nadiren kulak asardı. En azından babası kızının evlenmesi için acele etmiyordu. Babası bir evlilik teklifini reddettiğinde (hem de otuz yaşındaki bir ihtiyardan gelen!) annesi haftalar boyunca küplere binmişti.

Genç kız her iki yanındaki delikanlılara bir göz attı. Gençler bir sırdaşlık edasıyla sırıttılar. Kendilerine sık sık ‘Skylan’ ve ‘Garn’, kıza da ‘Aylaen’ derlerdi. Bunlar o destansı öyküdeki üç kahramanın adlarıydı. Öyküdeki kahramanlar gibi o üçü de çocukluklarından beri dosttu. Genç ve umut dolu oldukları için de Skylan Ivorson ile dostlarının aksine atılacakları büyük macerada başlarına hiçbir trajedi gelmeyeceği konusunda anlaşmışlardı. Asla kendi aralarında tartışmayacaklardı. Yanlış anlaşılmalar ve kalp kırıklıkları olmayacaktı. Aralarına hiçbir şey giremeyecekti. Hiçbiri ölmeyecekti.

Birlikte oturup çok uzaklardaki o diyarlara yolculuk yapmak için plan kurmuşlardı. Orada heyecan verici çarpışmalara girecekler ve belki bir-iki tane kanlı yara alacaklardı—tabii bunların hiçbiri ölüme sebebiyet vermeyecek, sadece ilginç bir iz bırakmaya yetecek kadar ağır olacaktı. En önemlisi de birbirlerine daima dürüst davranacaklardı. Eski Tanrılar Salonu’nun harabelerinde üçü birlikte resmi bir dostluk yemini ederek Torval ile Vindrash’ın üstüne ant içmişti. Yemini gecenin kör karanlığında etmişlerdi, çünkü yeni tanrıların Torgun rahipleri bunu öğrense başları büyük bir derde girerdi.

Genç kızın iki dostu bir espriye kıkırdıyordu. Tam espriyi ona da fısıldayacaklardı ki kız delikanlıları susturdu. İhtiyar adam, yani Farinn konuşmaya başlamak üzereydi.

“Dün gece kahramanlarımızın öyküsüne ara verdiğimde Skylan Ivorson bir cenaze ateşi yakıp en yakın dostu Garn’ın ölümünün yasını tutuyordu. Skylan’ın sevdiği kadın Aylaen onu Garn’ın ölümüyle suçlayarak reddediyordu. Yapayalnız ve perişan bir haldeki Skylan başına daha kötü bir şey gelemeyeceğini sanıyordu. Fakat tanrılar Skylan’a, onun bir katili koruyan yalanlarına, druidlerin eline düşen savaşçılarının başlarına gelenleri gizlemesine kızgındılar. Skylan’ın Vindrasilere bulaştırdığı yüzkarası tanrılara da bulaşmıştı ve tanrılar onu daha fazla cezalandırmaya kararlıydılar. O yüzden hem Skylan hem de adamları Raegar Gustafson, yani Skylan’ın halkına ve tanrılarına ihanet eden kuzeni tarafından pusuya düşürülüp köle edildiler.”

Torgunlar hep bir ağızdan tısladılar. Tıslamaların en yükseği de genç kızdan çıktı. Raegar öykünün kötü adamıydı.

Burada sözünün kesilmesine alışkın olan Farinn öyküsüne devam etmeden evvel herkese sakinleşmesi için zaman tanıdı.

“Raegar artık yeni tanrı Aelon’un bir rahibiydi ve yeni kölelerinden memnun kalan Elçi Acronis’in gemisinde hizmet veriyordu. Acronis kölelerini eğitmeyi ve Para Dix olarak bilinen oyunlarda dövüştürmeyi planlıyordu.

“Skylan ile adamları zincire vurularak kendi gemileri Venjekar’a hapsedildiler. Elçi Acronis sergilenmesi amacıyla geminin Sinaria’ya çekilmesini emretti. Venjekar’ın ejderhası Kahg çarpışma sırasında yanlarına gelip onları kurtaramamıştı, çünkü savaşta yaralanmış ve iyileşmek için kendi alemine kaçmıştı. Rahibelerin onu çağırmakta kullandıkları ruhkemiği de kaybolmuştu.

“Skylan, Aylaen ve benim de aralarında olduğum diğer Vindrasi savaşçıları,” diye mazur görülebilir bir gururla ekledi yaşlı adam, “Sinaria denen o koca şehre Elçi Acronis’in köleleri olarak girdik. Skylan günahlarının cezası olarak köle edildiğine inanıyordu; fakat kısa zaman sonra Ejderha Tanrıça Vindrash’ın Torgunları oraya bir amaç uğruna getirdiğini düşünür oldu: kutsal Vektia Beşlisi’nin ruhkemiklerinden birini bulmak.”

Yaşlı adam Skylan’ın, Aylaen’in ve de silah arkadaşlarının başlarından geçen çeşitli maceraları ve aksilikleri anlatmaya girişti. Tüm bunları ezbere bilen genç kız hepsini kelimesi kelimesine tekrarlayabilir, Talgogroth’un kasıtsızca atladığı boşlukları doldurabilirdi. İhtiyar adamın seksen beş yaz görüp geçirmişliği vardı; hafızası eskisi gibi değildi.

Öykü tüyler ürpertici doruk noktasına ulaştığında üç arkadaş birbirine iyice sokuldu ve Aylaen’in kalleş ablası Treia’nın Ejderha Tanrıça Vindrash’a nasıl itaatsizlik ettiğini amansız bir hoşnutsuzlukla dinledi. Treia şehri ogrelerin istilasına karşı korumak için Vektia ruhkemiğini kullanarak Beş Ejderha’dan birini çağırmıştı.

Fakat yaradılış amaçlı bu gücün kötüye kullanımı ölümcül bir paradoks doğurarak ölüm ve yıkım getirmişti.

“Skylan ile silah arkadaşları Vektia ejderhasının ve ogrelerin dehşetinden kaçmasına kaçtılar; fakat bu sefer de kendilerini ve gemileri Venjekar’ı kurtarma umudu ya da fırsatı olmaksızın düşmanlarıyla çevrili halde denizde yapayalnız buldular.”

İhtiyar adam duraksadı. Ferleri sönmekte olan gözleri geçmişe bakarken ışıldıyordu. Bugünlerde geçmişi şimdiki zamandan çok daha net görebiliyordu. Neler olacağını bilen üç kafadar neredeyse soluk almaya bile cesaret edemeyecek durumdaydı. El ele vererek birbirlerini sıkıca tuttular.

“O ümitsiz ânı çok iyi hatırlıyorum,” dedi yaşlı adam usulca. “Hepimiz Skylan’a bakıyor ve ne yapacağımızı soruyorduk. Onun cevabı şu oldu…”

“Omuz omuza duracağız,” dedi genç kız.

İhtiyar adam durup ona sevecen gözlerle baktı. Konuşmaya niyetlenmemiş olan genç kız yanaklarının kızardığını hissetti. Arsız kızının bu terbiyesizliği karşısında cıkcıklayan annesi ona hakim olmaya çalışan kocasının kollarından silkinerek kurtuldu, sonra da kızını azarlayıp yatmaya göndermek için masaların ve insanların arasında hızla ilerledi.

Genç kız ve iki delikanlı ayağa fırladıkları gibi kendilerini kış gecesinin ısırıcı soğuğuna attılar.

Genç kız adını telaffuz eden ve geri gelmesini buyuran annesinin öfke dolu tiz sesini işitti. Başını iki yana sallayarak eteklerini topladı ve kırağı kaplı sert toprakta koşmayı sürdürdü. İki dostu gülerek ona yavaşlamasını söyledi. Genç kız onlarla alay ederek arayı açtıkça açtı. Erkekler kadar kuvvetli olmasa da üçünün içinde en hızlıları oydu ve yaptıkları yarışları hep o kazanırdı. Genç kız kıyıya vurarak ayakları dibinde patlayan beyaz köpüklü dalgaların ve başının üstündeki ışıltılı yıldızların dışında simsiyah olan uçsuz bucaksız denize varana kadar koştu.

İki arkadaşı kısa sürede ona yetişti. Üçü birlikte kumsalda sessizce durdu, çünkü yüreğin konuşmaya ihtiyacı yoktu. Kaderlerinin yumakları önlerinde açılıp giderek bir yıldız gibi ümit vadeden ırak ufuklara uzandı.

Zira onlar gençtiler ve ebediyen yaşayacaklarını biliyorlardı.

Tıpkı Skylan Ivorson’ın öyküsü gibi…


Çeviri, CİHAN KARAMANCI
Yayına Hazırlayan, OZANCAN DEMİRIŞIK