Gece Oturumları | Ön Okuma

Gece Oturumları

Bir Yıl Sonra

1. PASKALYA SOKAĞI

Komiser Adam Ferguson, Paskalya Sokağı’nın kaldırımında yayaları yarıp aralarından sıyrılarak hızla pedal basıyordu. Bahanesi vardı: Leith Yolu’nda trafik tıkanmıştı.

Yavaşladı ve tıkanıklığa elli metre kala bisikletinden indi. Yolun yarısını molozla kaplanmıştı. Bir binanın alt kısmı havaya uçmuş, iki kat birden çökmüştü. Araçlardan ezilen yoktu ama çarpışmaların yarattığı enkaz yolun ortasındaydı. Ferguson, televizyonda bile iyice seyrelen bu tip olaylara gerçek hayatta çok uzun süredir rastlamamıştı. Bisiklet kulaklıklarını çıkardı, tek eliyle bisikleti yürüterek ilerledi. Birkaç adım sonra sırtındaki ağırlığı hatırladı.

“Kendin yürü,” dedi.

Leki eklemli üç bacağını Ferguson’ın göğsünden çözerek kaldırıma indirdi ve komiserin yanında hoş, salıntılı bir yürüyüş tutturdu. Üç ayaklı polis robotu, Dünyalar Savaşı’ndaki Mars savaş makinelerinin iki metrelik maketi gibi görünüyordu. Zaten aynı mantıkla tasarlanmıştı. Tutuklama yapacak yetkiye sahip değildi ya, ihtiyacı da yoktu.

“Aklıma geçmişten görüntüler geliyor, şef,” dedi leki. “Sonra,” dedi Ferguson. “Kenara al şimdilik.” Molozların çevresi kalabalıktı. Ferguson rozetini göstererek dirsekleriyle kendine yol açtı. Lekiye baktı. “Kalabalık dağıtıcı tatsız ses,” dedi.

“Görecek bir şey yok burada!” diye cırladı robot. “Dağılalım, lütfen! Dağılalım!”

Ferguson yüzünün, göğsünün ve sırtının ürperişini hissetti. Kulaklarını kapamak istedi. Kalabalık dağıtıcı tatsız ses, karatahtada cayırdayan tırnakların, çekmecede takırdayan plastik ölçüm kaplarının, diş gıcırdatmaya ayarlanmış özel tonuna sahipti.

Ferguson bisikletini bıraktı, mavili-beyazlı polis şeritlerinin altından geçerken leki uzun bacaklarıyla üstünden aştı. Olay yerinde başka lekiler de vardı; çelik dokunaçlarıyla yıkıntıları araştırıyor, delil arıyorlardı. Havadaysa her bir robotu aynı uçuş algoritmasına göre hareket eden bir mini-robot-göz-lem-bulutu dolanıyordu. Altı yedi üniformalı memur kordon kurmuştu; diğerleri sokakta geziniyor, lens ve kulaklıklarının yanı sıra yasal açıdan şart koşulan not defterleri ellerinde, tanık ifadelerini alıyorlardı. Bir komiser yardımcısıyla iki kıdemli memur telefonları kulaklarında, lekilerle veri alışverişi yapıyorlardı. Olay mahalli operasyonu yarım saat kadar önce kurtarmadan kaza soruşturmasına, ardındansa kaza soruşturmasından suç mahalli araştırmasına dönmüştü. Ferguson’ın koşturması bu yüzdendi.

Komiser yardımcısı Hutchins selam vererek, “Bomba Ekibi yolda, amirim,” dedi.

“Bomba Ekibi mi? Var mıydı bizde bomba ekibi?” “Ordudan, efendim. Redford Kışlası’ndan.” “Ha, iyi. Durum sayfamız hazır mı?”

“Elbette, amirim.” Elini kaldırdı ve parmaklarını Ferguson’ın gözlerine doğru şaklattı. Komiser gözünü kırparak kontak lenslerindeki “Yeni” ibaresini seçti. Durum sayfası molozların üzerinde capcanlı bir hayal gibi dalgalanmaya başladı. Kolon ve menüleri taradı. Sol alt köşede iki wiki duruyordu. Biri polise özel, diğeri halka açıktı ve ikisi de sürekli güncelleniyordu. Ferguson bunları şimdilik görmezden gelerek akışsız metin ve resimlere odaklandı.

Patlama yaklaşık bir saat önce, 11.05’te gerçekleşmişti. Bu nedenle –çoğunluk işindeydi ve sabah kalabalığı bitmişti– zayiat olabileceğin epey altında kalmıştı. Bodrum katındaki bir adam doğrudan patlama yüzünden can vermişti. Ferguson’ın süssüz anlatıdan kestirebildiği kadarıyla paramparça olmuştu. Üst katların çökmesi yüzünden iki kadın ağır yaralıydı. Kadınlardan biri kırklarındaydı. Diğeriyse çocuklarını semtin anaokuluna bıraktıktan sonra evine henüz dönmüş yirmili yaşlarda bir anneydi. Saçılan cam parçaları ve çarpışan arabalar yüzünden daha pek çok hafif ve orta şiddette yaralı vardı.

Başta patlama gaz kaçağı zannedilmiş, kaza hükmüne varılmıştı. Olay yerine varan ilk memur bu görüşü birkaç dakikada çürütmüştü. Binanın gaz bağlantısı yoktu; olacak türden değildi zaten ama daha ilk bakışta yoktur denemezdi. Kayıtlarda bodrum katında veya diğer katlardan birinde gaz silindirleri kullanıldığına dair bir ibare görünmüyordu. Bina elli senedir tamamen elektriğe bağlıydı. Kalıntılarda RDX[1] izlerinin kokusunu alan ilk leki gidişatı değiştirmişti.

Ferguson kendi lekisine, “RDX kokusu alıyor musun?” diye sordu.

Robot bir sac parçasını kaldırırken, “Hem de nasıl, şef,” dedi.

Ferguson ölenlere çevirdi dikkatini. Liam Murphy. 55 yaşında, bekar… Üst katındaki kadın acil durumlarda ulaşılacak kişi olarak belirtilmişti. En yakın akrabası Dublin’de oturan erkek kardeşiydi. Haber verilmişti adamcağıza. “Meslek” kısmının altında “Resmi Kabul Görmüş Mesleği Yoktur” yazıyordu. Kaşlarını çattı Ferguson.

“Baksana, Shonagh,” dedi komiser yardımcısı Hutchins’e. “Neymiş kurbanın mesleği?”

“Henüz bilmiyoruz, amirim.”

“E, çevredekilere bir sor, lütfen. Kim buranın toplum memuru?”

“Hemen bakayım, amirim.”

“Ha, bir de yaralanan kadınların çocuklarına bir memur yolla. Hatta memure yollasan daha iyi.”

“Yolladım bile, amirim.” “İyi.”

Hutchins telefon elde uzaklaştı. Ferguson bakışlarını tekrar durum sayfasına çevirdi ve gözbebeğiyle kamu wikisini seçti. Devlet bilmese bile Murphy’nin mesleğini komşuları arasında bilen birileri illa çıkmalıydı. Fuhuş, uyuşturucu satıcılığı, kaçak psikoterapi gibileri artık polisin değilse bile başkalarının dikkatini hâlâ çeken işlerdi.

Wiki sayfasına eklemeler yavaşlamıştı. Kimi faydalı, kimi faydasız her zamanki bilgi yığını toplanmıştı: görgü tanıklarının ifadeleri, patlamanın lens-video görüntüleri, vitrinlerdeki hasardan yakınmalar, dayanaksız iddialar, yaralı ve ölülere dilekler… Ferguson’ın alışkın gözü aradığını saptamada zorlanmadı: “Peder Liam için kötü laf etmiş kimse yoktur. Ne felaket!”

İrkilen Ferguson, kesin karar verene dek yazıları taradı. Evet, kurban bir Katolik papazıydı.

Hutchins ile kıdemli memurlardan biri yanına geldiğinde, “En baştan bilmeliydik bunu,” dedi.

“Bildiğinizi sanıyordum, amirim,” dedi kıdemli memur. “Peder Murphy’yi herkes tanırdı.”

“Bu sokaktaki herkes demek istiyorsun herhalde,” dedi Ferguson. “Ayrıca kurban bizim için Bay Murphy’dir.”

“Vatandaş Murphy,” dedi komiser yardımcısı Hutchins. Plastik torbalı leki geldi. Üç polis ve Ferguson’ın lekisi,

saydam polietilen torbaya bakakaldılar. Bir el vardı torbada.

“Ölenin bedensel parçası,” dedi leki. “Patlamamış RDX izleri bulundu üstünde.”

“Pe…Vatandaş Murphy malzemeyi patlamadan önce tutmuş mu yani?” dedi Ferguson.

“Öyle görünüyor,” dedi leki.

“Hayda!” dedi Ferguson. “Ne işi olur bir papazın RDX’le?” Ferguson’ın lekisi iki dokunacıyla havaya tırnak işaretleri yaparak nahoş bir vurguyla, “ ‘Küllerden doğdu Geçiciler,’”[2] dedi.

Ferguson robota döndü. “Ha?”

“Hıristiyan milislerinin sloganı,” dedi leki. “Duvar yazısı, Belfast, Britanya İmparatorluğu. 1973 dolayları.”

Ferguson göz ucuyla olay mahalli şeritlerinin ardına biriken, kayıt aygıtlarını sallayan gazetecileri gördü. Aynı anda tuhaf bir sessizlik çöktü: sesler, kuşlar, araçlar bir anlığına durdular. Çöken sessizliğe her yanı kaplayan bir gölge eşlik etti. Ferguson kafasını kaldırıp güneye doğru baktı. Bakmaması gerekirdi ama baktı: Binlerce kilometre ötede, binlerce kilometre çapında bir daire güneşin önünü kapamıştı. Çember bir anlığına parıldadı ve Yama güneşin önünden çekildi. Kontak lenslerinin kararmasıyla bir anlığına kör kalan Ferguson, lekisini azarladı: “Kes sesini!”

Işık ve renklerin geri gelmesiyle gürültüler, sesler kaldıkları yerden başladı.

“Nasıl yorumluyorsunu, komiser?”

Polis şeridinin üzerinden uzanan BBC İskoçya muhabiri Tom Mackay, telefonunu Ferguson’ın yüzüne tutuyor, omuz kamerasını yaklaştırmaya çabalıyordu.

“Yorum yok,” dedi Ferguson. Başparmağıyla olay yerini işaret etti. “Soruşturma daha yeni başlıyor. Basın Sözcümüz yeri geldiğinde açıklama yapacaktır.”

“Ne zaman yani?” dedi Mackay.

Ferguson omuz silkti. “Ona yanıt verebilseydim daha baş ka pek çok soruya da verebilirdim. Şimdi, geri çekilirseniz müteşekkir olacağım. Olay yerini bozmak istemeyiz.”

“Yapma, Ferguson,” dedi Mackay, “bir papazı havaya uçurmuşlar. Gaz kaçağı falan değilmiş… Ne peki?”

“Cidden bir şey söyleyemem,” dedi Ferguson. “Söyleyemez misin, söylemez misin?”

“Söyleyemem. Elimizde kaza ihtimalini eleyecek kadar bile delil yok henüz.”

Trafiğin aksi yönünden –sokağın diğer ucundan akan trafik çabucak açılmıştı– siyah, altı tekerli, zırhlı bir araç geldi ve muhabirlerin dönüp kocaman BOMBA EKİBİ yazısını okuyabileceği açıda durdu. Aracın arkasından beyaz yalıtım tulumlu askerler alelacele indiler. Ellerinde tarayıcılar vardı. Arkalarından dört adet ağır zırhlı çarpışma robotu geldi. Ferguson lekilerin irikıyım makinelere kaçamak bakışlar attıklarını ve süzerken yakalanmışçasına arkalarını döndüklerini gördü.

“Kaza ihtimali henüz elenmedi mi demiştiniz demin?” dedi Mackay.

“Yorum yok,” dedi Ferguson.

Leith Yolu’nun üst kısmına yakın bulunan Greensides karakolu on beş yaşındaydı; kullanımdan çoktan kalkmış malzemelerle güçlendirilmiş, aynı ölçüde eski silah yuvalarıyla bezenmişti ve hâlâ “yeni karakol” adıyla anılıyordu. Üst katlarından manzaraları gayet hoştu; Kraliçe Caddesi’nden Turnhouse’un gökdelençiftliklerine, kuzeyde Leith Water[3] ve Firth’e kadar epey yer görüyordu bina. En azından Ferguson’a söylenen buydu. Çıkıp hiç bakmamıştı ama söylenenden kuşkulanmasına sebep yoktu. Ferguson’ın ofisi ikinci kattaki uzun koridorun ortasındaydı. Saat 13.30’u gösterirken dirseğiyle tutamağı bastırıp kapıyı omuzladı; elinde kahvesi, sandviçi ve dosyaları vardı. Leki peşinden daldı ofise. Ferguson masasına, robotsa dosya dolabının üstüne oturdu.

Leki kendini prize taktı. Ferguson kahvesinin kapağını açtı, buharı kokladı, yudumladı, yüzünü buruşturdu ve devekuşu etli sandviçinin naylonunu çıkardı.

Birkaç lokmadan sonra robotuna döndü. “Ne diyorsun, Kelle?”

“Kelle” robotun kısaltılmış adıydı. Lekinin gerçek adı yahut türünün söylediği üzere, aldığı adı, Kellekesen’di. Ne insanlar ne de makineler bu tür adların halk içinde kullanılmasını istiyordu artık ve leki kullanan diğer pek çok polis gibi Ferguson da robotuna, sadece yanlarında siviller yokken kısa adıyla hitap ediyordu.

Kelle’nin alnındaki eliptik yuvaya yerleştirilmiş ve kızgın bakışlar havası vermesi amaçlanmış LED ışıkları parıldadı.

“Bana terör eylemi gibi geliyor, şef.”

“Onu şimdilik bir kenara bırakalım,” dedi Ferguson. “Kamuya açmayabilirim tabii,” dedi robot. “Ama fikrimi sordun.”

Ferguson dolu ağızla, “İyi, aman,” diye söylendi. “Neden öyle düşündüğünü de anlıyorum. Ama sormak zorundayım: devrelerini mi yedin sen? Bir düşünsene! O… O saçmalığa varana dek daha çok aşama var. Psikoz… Suça eğilim… Kan davası… Hatta belki, müteveffanın şeyi… Örgütü içindeki bir tartışma…”

“1982’den beri Katolik Kilisesi’ndeki iç çatışmalardan kaynaklanan bir cinayet yok kayıtlarda,” dedi Kelle.

“Hangisiydi o?”

“Calvi meselesi, hatırlarsan.”

“Ben doğmadan çok önce… Ama gene de beni destekliyor. Bu tür şeyler olabiliyor.”

“Ölen vatandaş öyle önemli bir şahıs değil ama.” “Bildiğimiz kadarıyla. Bu resmi tanımama meselesi çok ötelere gidebilir. Adam hiyerarşide” –durdu, rütbeleri hatır lamaya çalıştı– “ne bileyim, bir Monsenyör, Kardinal falandı belki.”

“Murphy sıradan bir papazdı,” dedi Kelle. “İskoçya Kardinali, Glascow’da oturuyor. Adı da…”

“İyi, iyi,” dedi Ferguson.

“Bay Donald Nardini,” diye devam etti leki. “Kısa sürede arayacaktır seni.”

“Kuşkusuz,” dedi Ferguson. “Hoşuma gider diyemeyeceğim.” Aklına bir fikir geldi. “Murphy’nin patronu, yöneticisi falan kimmiş?”

“Piskopos Hugh Curley. Ya da istersen Dr. Curley. Kendisine haber verildi elbette.”

Ferguson sandalyesini geri yatırarak bakışlarını tavana dikti. Hükümetin, polisin, sivil hizmetlerin ve kamu sektörünün varlığını tümden görmezden geldiği, varlığına hiç aldırmadığı bir örgütle uğraşmak karmaşık noktalara varabilirdi. Eskiden, Tanrı Bölükleri ülkedeki her kilise, sinagog ve camiyi basarken bu işler çok daha kolaydı. Ferguson o dönemlerde yaptıklarını hatırlayarak kızardı. Tanımama, yeni politikaydı.

“Kilise yetkilileriyle ilişkiler mayın tarlası gibi,” diye mırıldandı.

“Hiç de bile,” dedi leki.

Ferguson robotun lafını azarlanma gibi algıladı. Farklı bir azar kendi gerçek belleğinde canlanan kısa boylu, gerdanlı, kızıl saçları geri taranmış orta yaşlı bir adam imgesinden geldi; gözlüklerinin ardındaki gözlerinin etrafı kırışıklarla bezeliydi ve yenleri eprimiş, göbek kısmı dar gelen, yakaya kadar ilikli, siyah bir ceketi vardı. Gördüğü adamın parçaları dört kat aşağıda, buz gibi bir odadaydı şimdi. Müteveffa Peder William Murphy… İster başkasının, ister kendi kendinin kurbanı olsun, hayatında en önem verdiği şey yüksek sesle dillendirilmeyi hak ediyordu.

“Aman ya,” dedi Ferguson sandalyesini düzelterek. “İn sanları seçtikleri ad ve unvanlarla çağırmak lazım. Piskoposu ara, saygılarımı ve başsağlığı dileklerimi ilet ve görüşme teklif et. Onun ya da benim yerim, fark etmez.”

“Anlaşıldı, şef,” dedi robot.

Ferguson’ın lensinde bir hatırlatma notu belirdi: Soruşturma ekip toplantısı, 386 numara, beş dakika. Yazıyı göz kırparak sildi ve kalktı, “İş başına,” dedi.

Biri elle A4 kağıdına köşeli, iri harflerle “Paskalya Sokağı Vaka Odası” yazarak kapıya, aynısını söyleyen sanal görüntüyle hizalamaya özen göstermeden yapıştırdığından, ibare kontak lenslerle bakıldığında göz doktorlarının astigmat muayenesinde kullandıkları tablolar gibi hafif şaşılık etkisi yaratıyordu. Ferguson kağıdı sanal yazıya hizalama dürtüsünü bastırdı. Vaka odasının bir duvarı durum sayfasının ete kemiğe büründürülmüş hali gibiydi. Bembeyaz pano karalamalar ve oklarla, fotoğraflar ve notlarla, bağlantıları gösteren siyah şeritlerle kaplıydı. Mantığı not defterleri, filmli kameralar ve genel anlamda polis kırtasiyesiyle aynıydı: bu yöntemi kırmak zor, çökertmek daha da zordu. Geçmişte bu tür olaylar yaşanmış, koskoca kanıt dosyaları ve terabaytlarca kayıt, eğlence peşindeki herhangi bir yazılım maymununca bozulmuş veya etkisi ancak saatlere, telefonlara bakıldığında yahut kulaklıklardaki şarkılar kesildiğinde anlaşılabilen elektromanyetik-atım kamyon-bombaları tarafından hepten silinmişti.

Artık öyle değildi. Doğru dürüst yazacaktın; elde somut bilgi bulunacaktı. Daha azı mahkemelerde kabul görmüyordu.

Ferguson beyaz panonun önüne geçerek ekibine göz gezdirdi. Komiser yardımcısı Hutchins en öndeki sıraya oturmuştu. Kıdemli memurlar Patel ve Connolly iki yanına yerleşmişlerdi. Memur Dennis Carr sol taraflarında, ayaktaydı. Adli tıpçı Tony Newman sıralardan birinin sırtına oturmuş, dirseklerini dizlerine dayamıştı. Odanın en dibindeyse ofis kamuflajı diye seçilebilecek renklerdeki pejmürde giysileriyle Başkomiser Muhammed Muhtar oturuyordu. Otuz küsur yıldır teşkilatta görev yapan Özel Şube Şefi Muhtar, eski anti-terörizm muhafızlarının kalan son üyelerindendi. Bu günlerde perişan Sozilerin, Meşrutiyetçilerin ve Sendikacı ayrılıkçı grupların izini sürmekle meşguldü. Nadiren işini bırakıp ortalıkta görünürdü ve görünmesi genellikle kötüye işaret sayılırdı.

Bir de odanın her yanına metalik örümcek istilası misali yayılmış altı leki –hepsinin kendi lekileri– vardı. Ferguson’ınki teleskopik bacaklarını kilitlemiş, yanında dikiliyordu. Kontak lenslerinin tayf taramasını kısınca robotların aralarındaki biteviye iletişimin kızılötesi titreşimlerini gördü. Nahoş bir manzaraydı ve bir fayda sağlamıyordu; göz kırpıştırarak lenslerini tekrar normal renklere ayarladı. Kulaklığını acil olmayan haricinde tüm aramalara kapadı, hafifçe öksürdü ve sesine yağmurlu bir gecede iç karartıcı bir odaya gönüllü gelmelerine samimiyetle şükran duyduğunu vurgulayan tonu ekleyip “Geldiğiniz için teşekkürler,” diyerek lafına başladı. “Komiser yardımcısı Hutchins birazdan özetini geçecek. Şimdilik tek istediğim birkaç kural belirlemek. İlki, karşılaşacağımız, görüşeceğimiz Katolik ve diğer dinlerden din adamlarına gösterilmesi gereken saygıyla hitap edeceğiz. Bundan böyle bu soruşturmada ‘Bay’, ‘Vatandaş’ veya ‘Kült Yöneticisi’ laflarını kullanmayacağız. İkincisi, kamuya açık ortamlarda terörizme dair hiçbir lafta veya atıfta bulunmayacağız ki hanımlar, beyler, bu da terörizm bu soruşturmanın dışındadır anlamına geliyor. Ben aksini söyleyene kadar.” Başkomiser Muhtar’la göz göze geldi. “Anlaşıldı mı?”

Muhtar omuz silkti. “Son söylediğin Özel Şube için geçerli değil tabii.”

“Değil,” dedi Ferguson. “Özel Şube içinde kaldığı sürece. Hatta bu soruşturmaya dahil Özel Şube üyeleri arasında kaldığı sürece.”

“Ketumluğumuz katidir,” dedi Muhtar. Seslilere basan İngiliz tınılı orta sınıf Edinburgh aksanı belirgindi. “Çocuklara Tanrı-meraklılarına kibar davranmalarını özellikle belirtirim.”

Ferguson ekibinden yükselen alaycı tepkileri bastırmak adına, “Pekala,” dedi ve panonun önünden çekildi. “Hutchins, söz senin.”

Hutchins panoya gelirken Ferguson oturdu. Shonagh Hutchins ofis ortamlarında dikkat çekmeyen tiplerdendi ya, bu ortamda gayet belirgindi varlığı. Panoya ilerlemesiyle lekiler bile dikkat kesilmiş gibi göründüler. Genç kadın, lazer belirteciyle panodaki çeşitli maddeleri işaret ederek lafa girdi:

“Şimdi,” dedi, “durum şöyle: Neyle karşı karşıyayız, henüz bilmiyoruz. Patlamanın nedeni epey açık görünüyor. Birkaç kilo RDX. Ölen adamın bir şekilde söz konusu malzemeyi eline aldığı kesin. Ancak bu, kasten veya kazara patlattığı anlamına gelmiyor elbette. Büyük ihtimalle bir bombalı paket söz konusu; adamcağız açıyor ve bomba, muhtemelen kısa süreli bir gecikmeyle patlıyor. Bomba ekibi paket veya ambalaj arıyor ama şu ana dek bir şey bulunamadı. Üst katlarda yaralanan iki kadın henüz konuşacak durumda değiller ve daha birkaç gün kendilerine gelmeleri beklenmiyor. İşin iyi tarafı, kurtulacaklar. Hastaneye kendilerine geldiklerinde ifade almak ve ne olur ne olmaz diye başlarında durmak üzere iki memure yolladık. Başkomiser Muhtar iki memurunu gizli gözetimle görevlendirdi. Silahlılar tabii. Birazdan kendi görüşlerini soracağım ama önce Tony, adli tıp açısından neler var?”

Tony Newman sıradan indi. Kafasını kaşıyarak tavana baktı, gözlerini kırpıştırdı.

“Lekiler olay yerini milimi milimine araştırdılar,” dedi. “Bomba Ekibi, Shonagh’nın dediği gibi, herhangi bir aygıt ya da bombalı paket ambalajı bulamadı. Aramalar devam ediyor ve bu arada kayıtlardaki parmak izlerinden bombanın izini bulmaya uğraşıyorlar. Biz DNA kalıntılarına bakıyoruz; laboratuvarda sürüsüne bereket moleküler numune ve eh, patolojide pek nahoş parçalar var. Yani ölüm nedenini belirlemekte zorluk çekmiyoruz elimizde pek fazla bir şey olduğunu da söyleyemem. Şimdiye dek, postacı, Murphy ve üst katında oturan, anlaşıldığı kadarıyla Murphy’nin evinin temizliğiyle, getir götür işleriyle falan ilgilenen Bernadette White haricinde yirmi iki kişinin DNA’sını saptadık.”

“Kurbanın ziyaretçisi çok muymuş?” dedi Ferguson. “Nasıl?”

“Dairesinde toplanılıyormuş,” dedi Hutchins. “Öğrenebildiğimiz kadarıyla dairesini kilise gibi kullanıyormuş. Carr’ın elemanları ifadeler ve DNA numuneleri için kilise müdavimlerinin listesini çıkarmaya çalışıyor.”

“Zor olmasa gerek,” dedi Ferguson.

“Sandığınızdan daha zor çıkabilir,” dedi Carr. “Kilise müdavimleri, şey, yaptıklarını pek ortaya dökmemeye dikkat ediyorlar. DNA numunesi de talep edemeyiz tabii.”

“Ortaya çıkmaları için çağrı yapılsın,” dedi Ferguson. Lekisine baktı. “Dediğimi Basın Sözcüsü’ne aktarıver.”

“Hemen, şef,” dedi leki.

“Kusura bakma, Hutchins. Devam et.”

“Patel ve Connolly çevre dükkanların ve sokak kameralarının görüntülerini topluyorlar. Tabii olay anında sokakta ya da civarda bulunan herkesin şahsi kayıtlarını Ulusal Polis Yapay Zeka Birimi’ne yüklemeleri çağrısı yaptık. Wikide tümü.” “Yeterince var,” dedi Patel. “Şimdiye dek bariz bir şey çıkmadı gerçi.”

“Bariz mi?” dedi Ferguson omzunun üzerinden bakarak. “Barizi aramıyoruz biz. Görüntülerde kurbana paket teslim eden birini bulursan bizle paylaşmanı yeğlerim tabii, o ayrı.” Patel kızararak, “Öyle demek istemedim, amirim,” dedi.

“Bulduğumuz her şeyi UPYZ arama algoritmasından geçirdik ve hiçbir şey çıkmadı. Öğleden sonra tümünü gözbebeği kullanımına yükleyip sokağa çıkacağız.”

“İyi,” dedi Ferguson arkasına yaslanarak. “Tekrar kusura bakma, Shonagh.”

Hutchins, lafı hiç kesilmemiş gibi devam etti: “Tüm bunlar bizi şüpheliler meselesine getiriyor. Tabii üniformalı memurlar halen komşuların, tanıkların ve bulabilirlerse müdavimlerin ifadelerini almakla meşguller. Komiser Ferguson’ın söylediği gibi, kamuya açık ortamda dillendiremeyiz ama herhalde hepimiz işin içinde adi suç veya şahsi bir meseleden fazlasının olduğunu kabul ederiz. Ve işte, şimdiye dek somut bir şey bulunamadı. Değil mi?”

Patel ve Connolly birlikte kafa salladılar. “Daha erken,” dedi Carr.

“Öyle,” dedi Hutchins. “Başkomiserim, sizin de söyleyecekleriniz vardı yanılmıyorsam.”

Muhtar dayandığı duvardan doğruldu ve panoya geldi. “İzninle,” dedi.

Hutchins yana çekildi ve Ferguson’ın baş onayı üzerine yerine oturdu.

Muhtar lazer imlecini beyaz panodaki yazılar ve fotoğraflar üzerinde gezdirerek, “Önümüzde birkaç ihtimal var,” dedi. “Öncelikle ilgili sayılabilecek kesim ve kişiler arasında hiçbir ‘görüşmenin,’ hiçbir ön veya art sinyalleşmenin kaydedilmediğini belirteyim. Bildiğiniz gibi hâlâ birtakım tipler mevcut… İhtimal sırasını alttan başlayarak vereceğim. Önce İslamcılar: bu tür gruplardan kalan bildiğimiz kişiler ülke dışında ve bilindiği kadarıyla yerel birkaç çekişme haricinde Hıristiyanlara karşı kayıtlara geçmiş bir düşmanlık eylemleri yok. Kaldı ki bahsettiğim ufak çatışmalar Katolik Kilisesi’yle pek bağlantılı değil. Şimdilik Batı’yla hiç ilgilenmiyorlar ve tüm dikkatleri Yahudiler, Laik Müslümanlar ve kafadan laik saydıkları Ateistlere yönelik.

“Bunların bir üstünde çeşitli anti-Katolik Hıristiyan gruplar var. Kıyamet-sonrası kültlerini Amerikalıların sorunu sayıyoruz ama Arkada Bırakılanlar[4] tayfasının İskoçya’da bile takipçileri var. Yalnız bu gruplar şiddete yöneldiklerinde bombalı eylemlerini değil, toplu katliamları ve kuşatma/rehin alma eylemlerini yeğlerler. Bu da bizi ikinci, yani özgün anti-Katolik Hıristiyan grubuna, Protestanlara getiriyor. Konuya daha sonra bakabilir veya Connolly ile teati yapabilirsiniz, kıdemli memur Patel. Ancak şu an için dikkatinizi bana verirseniz memnun olacağım… Teşekkürler. Şimdi… Protestanlar… Buradaki sıkıntıların İrlanda’yla bağlantıdan ya da isterseniz, bağlantı yokluğundan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Ama Kuzey İrlandalı tayfanın durumu eski İslamcılar gibi… Sayıları pek azaldı ve kalanların Edinburgh’daki sıradan bir papazdan çok daha başka hedefleri var. Açıkçası yıllardır aşırılıkçı Sadıklar[5] kaynaklı herhangi bir şiddet eylemine rastlamadık. Ne patırtıları kaldı ne de politik gerekçeleri…” Başkomiser durdu, eskiyi özlermişçesine iç çekti. “İskoçya’daki Birlikçi[6] öğelerle dahi somut bağlantı yok. O yönde soruşturma yapacağız ama bir şey bulabileceğimizi zannetmiyorum.

“Kısacası bence suçlularımızı militan din karşıtlarında, dine aldırmamak yerine saldırmayı yeğleyen ufak gruplarda bulacağız. Bunların bazıları İkinci Aydınlanma’da ciddi rol oynayan hiziplerin kalıntıları: Laik cemiyetler, belli baskı türlerine odaklanan kendine özgü gruplar vesaire… İman Savaş ları gazilerini içeren nefret gruplarıyla bağlam bakımından bir parça örtüşmeleri de söz konusu. Diğer faal anti-Hıristiyan gruplarsa gotik altkültüre ait sayılabilecek Gnostikler, Paganlar ve Satanistler… Biz şubece ilkin Katolik Kilisesi’ne veya ruhban sınıfına şahsi kinlerini ifade etmiş veya tehditte, intikam vaadinde bulunmuş kişilerden başlamaya niyetliyiz.”

“İsim var mı elinizde hiç?” dedi Ferguson. “Birkaç tane,” dedi Muhtar.

“Affedersiniz ama sübyancı papaz ve rahibelerin kökü yıllar önce kurumadı mı?” dedi Dennis Carr. “Bugün ruhban sınıfına şahsi kine sahip ve genç birilerinin bulunacağını hiç sanmam açıkçası.”

“Gençler demedim zaten,” dedi Muhtar. “Bahsettiğim altkültürlerin üyeleri genç falan değiller. Hatta benim kadar yaşlı bazıları… Ayrıca ruhban sınıfına karşı çocuk istismarı haricindeki nedenlerle kin tutan pek çok kişi var. Kimileri hayatlarındaki her tersliğin kabahatini dinde buluyor. Tabii, genelde işin içinde seks var ama bu, her istismarın ruhban elinden çıktığı anlamına gelmez.”

“Herhalde,” dedi Ferguson, “birileri Vatikan İşgal Otoritesi’nin veri tabanından Peder Murphy’yi araştırmıştır.” “Elbette,” dedi Muhtar. “Tertemiz çıktı adam. Zaten bu yüzden kişiselden ziyade politik veya laiklik yanlısı bir eylemden kuşkulanıyorum.”

Ferguson kalıp bir daha panoya ilerleyerek, “Pekala,” dedi. “Hepinize teşekkürler. Başkomiser Muhtar haklıysa suçluyu bir an önce bulmalıyız dememe gerek yoktur herhalde. Yanılıyorsa bile aynı durum geçerli. Çalışmalarınıza devam edin; durum sayfasını sürekli güncelleyin, birbirinizle bağlantıda kalın, her şeyi bana bildirin ve bu it her kimse, bir an önce ensesine yapışalım.” Ekibine göz gezdirdi. “Sorun mu vardı, Dennis?”

“Acaba diyordum, efendim,” dedi Carr, “diğer papazlara polis koruması teklif etsek mi? Yerel anlamda tabii.”

“Kesinlikle hayır,” dedi Ferguson. “Elimizde kaynak bulunsaydı bile ki yok, ruhban sınıfının kimlerden oluştuğunu bilmiyoruz. Resmi tanımama meselesi, malum…”

Carr başıyla evetledi. Muhtar gülümsedi.

“Ayrıca bulmak için koruma duvarı yıkacak değilim,” diye ekledi Ferguson. “Basına söyleneceklere gelince…” Durdu, lekisine baktı. “Vakaya cinayet soruşturması açısından baktığımızı, sebebinin çok ufak bir ihtimalle din-karşıtı düşmanlık çıkabileceğini düşündüğümüzü ve haliyle Katolik veya diğer ruhban sınıfları mensuplarının biraz dikkatli davranmaları gerektiğine inandığımızı söyleyelim. Artı her zamanki çağrılar vesaire.”

“Anlaşıldı,” dedi leki.

“Diğer soruşturmalar ne olacak?” dedi komiser yardımcısı Hutchins. “Leith Water meselesi?”

“Önceliklerimi bilmem lazım,” diye katıldı Carr. “Hepinize gerekenleri bildireceğim,” dedi Ferguson.

“Şimdilik bu kadar.”

Döndü ve panoyu incelemeye koyuldu. Kelle dışında herkes odadan çıktı.

Ferguson Kelle’yle birlikte ofisine üçe doğru döndü. Kulaklığını açınca sesli posta kutusunda sekiz mesaj ve masa tabletinde on beş e-posta biriktiğini gördü. Mesajların yarısı üst kademelerdendi ve Paskalya Sokağı vakasının derhal çözülmesinin önemini vurguluyorlardı. Kalanlarsa alt kademelerdendi ve başka acil konularla ilgililerdi.

Ferguson yerine geçip tablete ve formlara isteksizce bakarak, “Güncelleme ver bana,” dedi. “Öncelik sırasına koyarsak neyi başa alacağız?”

Kelle, Ferguson’ın bilgisayarına güncellenmiş görev listesini yükledi. Komiser taramaya koyuldu. Lothian&Borders Polisi[7] A Bölümü’nün elinde halen açık iki cinayet soruşturması vardı. Biri, bir hafta önce gerçekleşmiş bir sokakta bıçak lama vakasıydı. Diğeriyse bir gece önce işlenmiş bir aile içi cinayetti. Her zamanki trafik kazaları, darp ve hırsızlık vakaları da listedeydi. Ve bir de Hutchins, Patel ve Connolly ile birlikte haftalardır yürüttükleri Gazprom-Kiralık Kaslar çatışmasıyla ilgili soruşturma vardı. Gazprom, yerel güvenlik şirketi Kiralık Kaslar’ı, savunma sanayi şirketi Rosoboroneksport’tan gelip Turnhouse üzerinden Atlantik Uzay Asansörü’ne nakledilecek uzay sanayi malzemelerini çalmak ve sabote etmekle suçlamıştı. Gazprom’un kendi güvenlik personeli söz konusu iş meselesini Rus kapitalizmi tarzıyla, kriko, levye ve benzeri silahlarla çözmeye kalkışmıştı.

Ferguson amiri Başkomiser Frank McAuley’yi arayarak az önce Kelle’ye sorduğu soruyu yöneltti.

“Hepsini,” dedi başkomiser.

* * *

Profesör Grace Abounding Mazvabo saat tam beşi gösterirken günlük çalışmalarını kayda geçirdi ve masasında gerindi. Günlük işi henüz bitmemişti: önünde daha notlanacak sınav kağıtları ve incelenip imzalanacak idari belgeler vardı. Kalan vaktiniyse kitabına ayıracaktı ama ritüeli önemliydi. Pervazda duran su ısıtıcısının düğmesine bastı ve suyun kaynamasını beklerken manzarayı seyre daldı. Yeni Mound Üniversitesi’nin en üst katındaki daracık odası Edinburgh’daki en müthiş manzaralardan birine sahipti. İşin iyi tarafı olarak bakınca gayet hoştu ya, işinin tek iyi tarafı bu manzaraydı.

Su kaynamıştı. Grace kupasına kahve atıp suyu ekledi ve yerine oturarak ekranında Edinburgh Akşam Haberleri’ni taramaya koyuldu. Manşeti görmesiyle kahve kupasını masasına şiddetle bırakması bir oldu.

BOMBACI PAPAZ ‘CİNAYETİ’

Metni okur, fotoğraflara bakar ve yorumcuları dinlerken eli açık kalan ağzına gitti. Cinayete kurban gitmiş herhangi birine duyduğu üzüntü ve ökeyi pek aşmayan duyguları arasından vicdan azabının baş gösterdiğini fark etti. Manşeti görür görmez aklından tek cümle geçmişti: “Aman Tanrı’m, başladı demek…” Vicdan azabı çekmesinin sebebi başladığını düşündüğü şeyden bir süredir huzursuzluk duyması ama kimseyi uyarmamasıydı. Uyarmamıştı çünkü başkaları bir yana, kendine bile açıklamaya utanıyordu.

Soğuyan kupayı aldı, gözlerini ekrandan ayırmadan dudaklarına götürdü ve yudumlayarak vicdanına odaklandı. Hayır, kuşkularını destekleyecek hiçbir delil yoktu. Polis kimseyi işaret etmemişti. Sorumluluğu üstlenen de çıkmamıştı. Kurban, Katolik hiyerarşisinin en alt tabakasındandı. Pek tanınmayan, masum, sevilen… Hedef seçildiği varsayılırsa daha aptalca bir seçim olamazdı. Eylem diğer zayiat hesaplanmadan yapılmıştı; saldırının ikinci derece kurbanları dünyanın gözünde ölen adamdan bile daha masum tiplerdi. Eğer karşısındaki kuşkulandığı şeyse kurbanın simgesel değeri beklediğinin tamı tamına zıddıydı. Belki de eylemin amacı amaçsızlığındaydı. Daha dürüstü yok

Bir dakika… Hayır. Yok canım. O kadar delirmiş olamazlardı. Hayır, hayır, saçmalıyordu. Kalktı, dosya dolabına gitti ve bir dosya aldı. İçindekileri taradı, tekrar yerine koydu ve çekmeceyi iterek kapadı.

Ya, diye geçirdi içinden, o kadar delirmiş olabilirler.

Polise gitmeye tereddüt ediyordu hâlâ. Sadece kuşkuyla gidemezdi. Sonuçları Kilise, tüm kiliseler ve tüm inananlar için bunca facia çıkarabilecekken gidemezdi.

Ama hiçbir şey yapmadan da duramazdı. Biraz daha düşündükten sonra kulağının arkasını iki defa tıklatarak Aziz Andrews Piskoposu’nu aradı.

 


[1] Siklotrimetilentrinitramin: II. Dünya Savaşı’nda geniş çapta kul-lanılmış, TNT’den daha güçlü bir patlayıcı. (ç.n.)

[2] Geçici İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nun (IRA) 1969’daki kurulu-şu, küllerinden doğan anka kuşuyla simgelenmişti. (ç.n.)

[3] Leith Waterworld: İskoçya’nın Leith semtindeki yapay su parkı. (ç.n.)

[4] İncil’in Selanikliler 1. Kitabının 4. Bölümü’nün 17. Ayeti’nde geçen ve İsa’nın tekrar gelişiyle dirilecek ölülerle birlikte ina-nanların göğe, Tanrı’nın yanına yükseltileceğini (Vecit) söyleyen cümleden yola çıkılarak ortaya atılmış, vecde ulaşamayacakları kasteden kavram. (ç.n.)

[5] Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık bünyesinde kalmasını isteyen Protestanlar. (ç.n.)

[6] İrlanda ile Büyük Britanya arasındaki siyasi birliğin korunması taraftarı bir ideoloji. (ç.n.)

[7] İskoçya polis teşkilatının Edinburgh, Orta, Doğu ve Batı Lothian bölgeleri ile İskoç Sınır bölgesinden sorumlu kolu. (ç.n.)


Çevirmen, ALGAN SEZGİNTÜREDİ
Yayına Hazırlayan, YONCA CİNGÖZ