Sadık Yemni ile Röportaj

sadik yemni

  • Sadık Yemni’nin kelimelerle olan yolculuğuna nasıl ve ne zaman başladı?

Kelimelerle yolculuk sanırım çoğu kez anlatıcılıkla başlıyor. Ben geç konuşmuşum. Daha iki buçuk üç yaşındayken bakkal yerine kakal dermişim mesela. Sonradan güçlü anlatıcıların elinde büyüdüm, Annem ve onun bazı teyzeleri(toplam altı adetti) süper etkin anlatıcılardı. Dinleyicileri bazen büyüler, bazen de gülmekten kırar geçirirlerdi. Bizim ev akrabaların buluşma merkezi olduğundan daha on yaşlarındayken ben de iyice forma girmiştim.

[stextbox id=”info” float=”true” align=”right”]melahatRÖPORTAJ

Melahat Yılmaz
[Arşivi]

On iki yaşındayken mahallede hayali filmler anlatmakla ünlenmiştim. Görmediğim filmleri anında doğaçlamayla uydurarak baştan sona anlatırdım. Gerekli yerlerde film müziği de yapardım. Gerilim tonları özellikle…

On iki, on üç yaşına kadar sürdürdüm. Tutkulu dinleyicilerim vardı. Uydurduğumu bildikleri halde, ‘yeni film gördün mü?’ diye sorarlardı. O sıralarda televizyon ve internet olmadığı için böyle şeylere merak, talep ve istek vardı. Yazmaya otuz ortalarında seyreltik bir şekilde başladım. Öyküler kaleme aldım. Göçmen işçilerle ilgili konuları işlemekteydim. Kırk yaşındayken ilk polisiyemi yazdım. Amsterdam’ın Gülü. Yazdığım ilk novelladır. Arkası geldi. Yazarlığa kırkında başladım yani.

  • Size göre yazarlığın tanımı nedir?

Bize kendimizi hatırlatan, empati gücümüzü besleyen, sezgilerimizin tülden parmaklarının dokunduğu en uç yerlerden tekinsizlik estiren, hedefi akıcı metin, iyi kurgu, sarsıcı son formatı olan yazı işçiliğine yaratıcı yazarlık denebilir.

Yazarlığın bir işlevi daha var. Her gece yatağa yattığımızda kim olduğumuzu unutur, rüyalar âlemi denilen gezegenlere iniş yaparız. Yazarın esini denen şey rüyalardaki her şeyin olabilirliği, aykırılıkların olağan zeminlerde belirmesi cinsinden bir zihin usaresidir. Geçişlidir. Bir zihinden diğerine, rüya değiş tokuşu, okumak, film izlemek ve anlatmak yoluyla geçer. Her geçişte başka bir zihin tarafından yorumlandığından bir miktar değişikliğe uğrar. Bütün kâinatı dolanıyor bile olabilirler. Evrenin % 72’sinin kara enerjiden oluştuğu söyleniyor. İçinde bu tür malzemeler de barındırmaktadır belki.

  • Yazım kurallarında bir metin oluşturulurken giriş, gelişme, sonuç olarak ayrılır. Siz okurlarınızı hikâyeden oluşan evinize davet ettiğinizde hangi bölüm onları daha çok etkilemeli?

Giriş çok önemlidir. Çünkü âşık olma ihtimaliniz olan kimseyi ilk kez görmek gibidir. İlk etki çok önemlidir. Girişi biraz uzay mekiğinin dünyaya dönüşüne de benzetiyorum. Atmosfere uygun bir açıyla girmezse yanar kül olur. Okuyucuyu da giriş bölümüyle en uygun açıdan öyküye iniş yaptırmalıyız. Güneşin altındaki yeni bir şey yoktur denir. Doğru bir sözdür. Bu nedenle finalin kurgusal zembereğin en ehven ayarıyla biçimlenmesi şarttır. Böylece öykü hem tekrar okuma, hem de başkalarına anlatma arzusu uyandırır. Gelişme bölümü de bu iki oda arasındaki holdür. Işıklı, eşyalarla tıkalı olmayan, geçişi kolay bir şekilde bulunmalıdır.

  • Sizce önemli olan hiç yazılmamışı yazmak mıdır yoksa daha önce de ele alınan bir konuyu iyi işlemek midir?

Hiç yazılmamış şeyler çok nadirdir. Bir kez yazınca da bilinir alana geçerler. Bence önemli olan üsluptur. Üslubu sağlam bir yazarın ne yazdığı pek önemli değildir. Çünkü etkiyi yapacak şey ne yazdığı değil, nasıl yazdığıdır. Örneğin vampir öyküleri… Çok klişedir, ama hâlâ iyi vampir öyküleri yazılıyor. Vampirle Görüşme, Salems Lot film ve kitapları buna örnek olabilir. Tabii ilginç konular bulmak için çabalamak da şarttır. Ben şahsen bir öykü yazarken kendime bin kez sorarım ‘Bu öyküde orijinal olan bir şey var mıdır? Varsa bu nedir?’ diye. Bu sorgulama yazarın dik yokuş çıkmada soluğunu güçlendirir. Yazdığımız her şeyi başkalarıyla paylaşmak için bir kontratımız yok. Kuluçka devresini tamamlamamış bir sürü öykü ve roman var. Yamru yumru civcivler dolanıyor ortalıkta. Benim şahsen yazıp da hiçbir yerde yayımlamadığım eserlerim bütünün içinde yüzde otuz falandır. Yıllardır bir kenarda duruyorlar.

  • Avradoid, Tozluta ve Endişeciler de işlediğiniz kadın karakterleriniz etkileyici. Karakterlerinizi betimlerken nelere dikkat ediyorsunuz?

En çok dikkat ettiğim şey karakterlerin canlı, kanlı, etten ve kemikten yapılmış olmasıdır. Günlük hayattaki yerleri, hayalleri ve düşünceleriyle okuyucuda doğal bir tip etkisi yaratmalıdır. Benim özellikle bilimkurgu, gizem ve korku türü ağırlıklı öyküleri kadın okurlara sevdirme misyonum vardır. Bunun için onlara hem ortam, hem de tip olarak çok tanıdık gelen konular yazarım.

  • Avradoid ile devam edersek başka bir dünya, başka bir zaman var. Gözünüzde canlananın kaleminize dökülmesi oldukça zor gibi duruyor. Siz nasıl başarıyorsunuz?

Bu tür öyküleri iyi kıvırabilmenin yeterli kültürel bağajın yanı sıra iki olmazsa olmazı var. Birincisi beyninizin bir çanak anten gibi esin evreninden mesaj almaya açık olması. Yazı üst üste yığılan sözcüklerden ibaret değildir asla. Bazı gerçeklikler başka âlemlere bir deklanşör gibi anlık açıklıklar yaratırlar. Bunu yakalamaya hazır olmak gerekir. Mecazi olarak ele alırsak; anten uzaya fırlatılacak, doğru konumda yörüngeye oturtulacak, sürekli bakımı yapılacak. Meşakkatli bir iş… Ama bu göze alınmazsa gözünüzde canlanan dünya asla size kendini teslim etmez. Zaten algıladığımızın, sezdiğimizin yüzde onunu ancak yazıya dökebiliyoruz. Buradan da fire vermemek lazım… İkincisi bu işleri kıvırabilmek egzersizle, talimle ilgili… Yazı işi talimidir. Çok okunacak ve yazılacak.

  • Endişecilerde bir çanta var. Alınmak istenen ve insanın gözünü metaya dikip de aslı unuttuğuna kanıt olan. Hikâyenizde çanta sembolünü kullanmanızın özel bir anlamı var mı? Başka bir açıdan sorarsak; Sadık Yemni imzası taşıyan sembolleriniz var mı?

İç içe gerçeklikleri birbirine bağlayan kapılardan geçmek bazen bir eşyaya odaklanmayla gerçekleşebilir pekâlâ. Bilinçli sembol kullanımım yok, ama kamufleli ya da açık bir şekilde iki gerçeklik arasında eşiklik etme potansiyeli olan nesneleri kullanmayı severim.

  • İntikam, cinayet, özgüven, eski ve yeni dünyada ne istediğini bilen kadınlar var hikâyelerinizde, peki ya aşk?

Tozluta adlı öykümde çok gaddar bir aşk ve intikam sarmalı vardır örneğin.

Zor Kopya’da çocuk sevgisi aşkı andırır bir düzeye ulaşmıştır. Gönül Vitrinimin Mankeni’nde âşıklar alemleri ve zamanın içbunaltıcı temposunu aşarlar. Tepe Dünyaya Taklak’ta ise aşk konusunda görsel bir buluş yapılmaya kadar varılmıştır. Bunlar 50 öykümden sadece dört tanesi.

  • Betimlemeleriniz göz doldurucu. Beyninizde yükselen bu kelime trafiğine kendinizi nasıl hazırlıyorsunuz?

Bir çeşit zihinsel yoğunluk kesbetme söz konusu. Talimi bir durum… İnatla durulan bir kıyıyı döven dalgaların biriken enerjisi. Ansızın zihnimin ekranında belirirler. Nereden gelirler hiç bilmem.

  • Siz pek çok genç yazarın kahramanısınız. Peki, sizin kahramanlarınız kimlerdir?

TekinsizX (Polisiye, paranormal, Gizem, Korku, Bilimkurgu, Fantastik) türündeki kahramanlarımı sayayım: E. A. Poe, J.L. Borges, S. King, L. Deighton, Philip K. Dick, Ray Bradbury, S. Lem

  • Yazı yolu uzun ve meşakkatli çoğu zamanda yorucu… Siz genç yazarlara bu yolculukta ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?

Zaman kısa. İş ağır. Hayatta sorumluluk denen enerji emici çekim güçleri de var. Bu nedenle zamanı çok verimli kullanmaları lazım… Üslup edimi şarttır. Bunla doğuluyor diye düşünmekteyim. Çalışmayla belirginleşiyor sadece. Kurgunun ise hayati önemi vardır. Bunun için iyi ve karakterlerine yatkın olduğunu düşündükleri bir yazar bulduklarında o kimsenin öykülerini, romanlarını on, yirmi, elli kere okusunlar. Çoğu vasat olan elli öykü okumak yerine, iyi üç beş öyküyü onar kere okumak beyni daha çok geliştirir.

Bu güzel ve bilgilendirici cevapları için, soruları içtenlikle cevaplayan Sadık Yemni’ye bir kez daha sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.

#
Röportaj: Melahat Yılmaz