Kitabın yayınlanmasına yönelik haberleri yeniden özetlemeyeceğim. Büyük ihtimalle hikâyeyi biliyorsunuzdur. Ama bilmiyorsanız, kitabın nasıl yazıldığına, neden serinin son kitabı olmadığına ve neden A Memory of Light diye adlandırılmadığına dair bir özet barındıran The Gathering Storm sayfamıza bir bakın. Bunu geçtiğiniz zaman buraya geri dönün ve sırada ne olduğu hakkında konuşalım.
Yıllar geçtikçe, pek çoğunuz gibi ben de yeni Zaman Çarkı kitaplarının etrafında dönen abartılı reklamlara tanık oldum. Tüm bu yıllarda hiçbir şey en son kitap The Gathering Storm’un alacağı ilgiye değinmedi. En az başlık önerileri kadar, nefeslerini tutup bekleşen hayranlar da havada rahatsız bir durgunluk yaratıyordu. Yıllar içinde, kitapları okumamış olan hayranlar işlerin nasıl gideceğini görmek için toplanmaya başladı.
Uzun süredir, tutucu hayranlar oturuyor ve gelip giden haberleri, makaleleri tartışıyorlar. Robert Jordan’ın ailesinin; hayranları tüm yazım aşaması hakkında sürekli bilgilendirmek için olan olağanüstü çabalarına rağmen, soru hâlâ diri: Bu kitap seriye değer bir parça olacak mı? Kendini seriyi tamamlamaya adamış genç yazar Brandon Sanderson, yeterince iyi mi? Bu kitap bir Robert Jordan romanı gibi hissettirecek mi?
Cevaplar bende.
The Gathering Storm’u okudum ve paylaşacağım.
Ama ilk olarak ilk şeyler.
İncelemeden evvel, açıklamamı okumalısınız. Benim bakış açımı anlamanız büyük önem arz ediyor. Çok sevdiğim bir kitap serisi için büyük bir hayran sitesi işletiyorum. Robert Jordan’ı tanıdığım tüm o yıllarda, beni arkadaşı bilmesinden onur duyuyorum. Dul karısı Harriet’e yakınım, tıpkı ailesinin diğer üyeleri gibi. Brandon Sanderson’ı da arkadaşım olarak kabul ediyorum (‘MAGIC: The Gathering’ oyununda birkaç kez daha kazanmama izin verdiği sürece). Tor Books’a gerek kişisel ilişkiler, gerek küçük iş anlaşmaları gerekse internet siteleri Tor.com’daki blogum sebebiyle bağlıyım. Şunu da belirtmeliyim ki, Zaman Çarkı hakkında güzel şeyler yazmak ya da pazarlamak için onlardan hiç para ya da benzeri bir ödeme kabul etmedim.
Evet, tüm bunları hesaba katarak, size dürüstçe söylüyorum: İncelemem sizin için – yani reklamları değil gerçeği isteyen okuyucular için. Kitabı satmak amacıyla burada değilim. Burada size ‘hayrandan hayrana’ bir üslupla, Zaman Çarkı serisinin bu son kitabından neler bekleyebileceğinizi anlatmak için bulunuyorum. Yukarıdaki açıklamam beni asla tam olarak doğal kılmasa da, söz veriyorum ki öncelikli ödevim ve sorumluluğum sizi doğru olana götürmektir. Hepsinden öte, ben de bir hayranım. Aynı sizin gibi.
Tamam, hazır mıyız? O zaman başlıyoruz.
The Gathering Storm, bana göre, rahatlıkla Zaman Çarkı serisindeki en engin ve eğlenceli kitaplardan biri. Evet, doğru okudunuz. Bu incelemeyi kitabı okuduğum gibi yazmaktan çekindim. Aksine, ilk heyecan ve keyfin sönmesi için bekledim. Etki büyük ölçüde soğudu, ama hâlâ gerçekçi ve ayık bir biçimde şunu söyleyebilirim ki, bu kitap bir harikaydı. Gölge Yükseliyor, Göğün Ateşleri ve Büyük Av ile serideki ilk dördüme yerleşti. Brandon Sanderson’ın dediğine katılarak bunun dört ve altıncı ciltlere benzediğini söyleyebilirim.
(Uyarı, aşağıda okuma keyfinizi bozacak ‘spoiler’lar var. Onları okumak istemiyorsanız biraz atlayın.)
————–
Spoiler’ın Başlangıcı
————-
Hikâye, odağı ona ihtiyacı olanlara, özellikle Rand’e geri getiriyor. Bu zavallı adamı son gördüğümüzde, duygularına karşı kalın duvarlar örmüş, eli mahvedilmiş ve bir Terkedilmiş tarafından neredeyse kör edilmişti.
Robert Jordan bloğunda Rand’ın durumunu şöyle açıklıyordu:
Dünya ve Işığın güçleri kötü bir durumdaydı. Bu noktada, oğlanlar ve kızlar, Gölge kazanıyor. Hâlâ umut parıltıları var, ama sadece parıltıları. Işığın kazanması için gerçekten bir şeyler feda etmek ZORUNDALAR. Gölgenin kazanmak için ihtiyacı olan tek şey şu ana kadar gittikleri gibi devam etmek ve o birkaç umut parıltısının da sönmesini ya da tükenmesini beklemek. Işığın güçleri ip üstünde ve Karanlık Varlık’ın elinin altında ne planları olduğuna dair her şeyi bilmiyorlar.
Şu şekilde düşünün: On beşinci raundun zili çalmak üzere ve Işık şu noktaya kadar puan olarak çok geri ve kazanmasının tek yolu bir nakavt. Adamımız oyuna hazır ama ayakta durmakta zorlanıyor ve gözünün üstündeki yaralardan kan akıyor. Şimdi elinden gelenin en iyisini yapmak ve hayatının yumruğunu yapıştırmak zorunda. Karanlık Varlık birkaç darbe yedi ama bu onu pek de etkilemedi. Hâlâ parmaklarının ucunda dans ediyor ve alay ediyor. Başa yaptığı vuruşlar kafayı, gövdeye yaptığı vuruşlar kaburgaları kırabilir. Ve o sürprizlerini asıl şimdi ortaya koyacak. Son savaşta gösterilecek asıl olayın Rand’e ait olduğunu pek de düşünmemiştiniz, değil mi? Kehanet’e göre, Aydınlığın onsuz kazanmak için hiç şansı yok ama onun varlığı zaferi garantilemiyor, sadece biraz şans veriyor. Adımınızı sert basmalı ve akan kanı alnınızdan silmelisiniz. Davranmalı ve o yumruğu patlatmalısınız. Sadece üç dakika var ve nakavt yapmalısınız. Bu tek şansınız.
Eğer daha önce Rand’ın sağlam olduğunu düşünmüşseniz, henüz hiçbir şey görmemişsiniz. Bu yeni kitabı okuduğumda, kalbim hemen onun taraftarı oldu. Onun depresyona ve deliliğe gitgide daha çok batışına şahit olurken tamamen soluksuzdum. Rand’in uzun süredir duygusal olarak kötüye gittiğini hepimiz biliyorduk. Ama bu yeni kitapta Robert Jordan ve Brandon Sanderson onu içinde görebileceğimi aklıma bile getirmediğim bir duruma koymuş. Kitabın ortalarına doğru çok dramatik ve yoğun bir sahne vardı. Bu, şey… Söyleyecek bir şey bile bulamıyorum. Kitapların uzun süreli bir hayranı olarak, bunu okumak beni sarstı. Kitabı bırakıp bunun iyice içime batmasını beklemek durumunda kaldım. Kaos Lordu’nun sonundaki Dumai’s Wells’in yoğunluğunu hatırlayın. Bu da onun gibi. Ordular hariç…
Şundan eminim ki, ileriki yıllarda “Serideki en iyi sahneler” tarzı anketler yapacağız ve bu en popüler seçimlerden bir tanesi olacak. Güvenin bana, okuduğunuzda göreceksiniz.
İyi olan tek bir sahne yok elbette. Her bölüm iyi yazılmış ve hemen hemen hepsi hayli çekici. (Aslında dürüst olmak gerekirse, bu söylediğim sahneler, içinde Gawyn’in bulunmadıkları. Beni en çok rahatsız eden, o oldu. Karakteri sopalamak isteğiyle meşguldüm, sanırım bunu tartışabilirsiniz. Ama sonra tekrar… Onun şey yaptığı bir bölüm… Eh, birkaç karizmatik kılıç numarası yaptı. Sahiden sürükleyiciydi.) Olay şu ki, bu düzinelerce bölüm boyunca sayfalar geçip ancak zevkli bir bölüm bulup, sonra tekrar bir on bölüm daha geçtiğiniz bir kitap değil. Bu cildin sınırları çok daha düzenlenmiş ve dikkatle ayarlanmış kavisler barındırıyor. Kitap boyunca düzinelerce yoğun ve zevkli sahne serpiştirilmiş. Önsözün sonlarında, hayranların dişleri birbirine vurmaya başlayacak. Mat’in o bir yerdeki maceralarına ulaştığınızda, (bu yerin neresi olabileceğine dair HİÇBİR ŞEY söylemiyorum!) teori forumlarının ve www.theoryland.com’un resmen dikişleri çözülecek.
Rand’e adanan her bölümü sevmiş olmama rağmen, (herhalde kolayca kitabın yarısı ederler) benim için gösterinin yıldızı Egwene idi. Onun neler yaşadığını, neler gördüğünü, sonunda neleri seçtiğini anlatmak spoiler’dan çok daha öte bir şey olur, ama şunu söylemek yeterli: Hepsi gayet hareketli ve keyif vericiydi. İtiraf etmeliyim ki o ve Beyaz Kulesi hakkında yayınlanan tüm teorileri okuduğum esnada gerçekten çok eğlendim, aynı zamanda hangilerinin tutarlı ve hangilerinin tutarsız olduğunu görebilmem de güzeldi. Aslında tutarlı olanı pek yoktu. Hatta hiç yoktu.
Ana karakterlerin çoğu bu romanda yer edinmişti ve en az bir-iki bölüm onların bakış açısındandı. Bir tanesi tamamen eksikti, ama onun kim olduğunu size bırakıyorum. Tıpkı “ana karakter”lerin kim olduklarını tahmin etmeyi size bıraktığım gibi.
Ah, bir de Asmodean’la ilgili…
…
Oku ve gör.
(Hah. Bunu hep yapmak istemiştim.)
Ve son olarak, Harriet’ın bize JordanCon’da anlattığına göre, bu kitabın sonunda bir değil İKİ düğüm noktasının bulunduğunu doğrulayabilirim. Cidden büyükler. İkisi de uzun, uzun bir zaman için beklediğimiz olaylar.
————–
Spoilerin Sonu
————-
Ve şimdi diğer bir ateşli soru: The Gathering Storm bir Robert Jordan romanı havasında olacak mı? Aynı “üslup”a sahip mi? Pekâlâ, aslında yazım stilinin önceki romanlara çok sadık olduğunu düşünmüştüm. Ama eninde sonunda, bunu yargılamanız gerekiyor. Brandon Sanderson birkaç kez Robert Jordan’ın üslubuna uymaya çalışmadığını söylemişti. Zaten öyle yapmak pek de iyi olmazdı. Yapmak istediği şey -ki sanırım başardı- hikâyenin biçimini ve olayları daha önce Robert Jordan tarafından hissedilen ve yazılan evrene uydurmaktı. Kendi stilini Robert Jordan’ınkine benzetmeye çalışmaktan çok, Brandon varlığını bu destanın kalbine koymuş ve onun damarı, öykü anlatıcısı olmak imkânına erişmiş.
Sonuçta The Gathering Storm inkâr edilemez bir biçimde ve rahatlıkla Zaman Çarkı serisine ait bir kitap olup çıkmış. Sadece birkaç kez, okuduğum sahnenin tamamen Brandon’ın hayaline ait olduğundan şüphelendim. Hangi sahneleri kendisinin keşfetmesinin icap ettiğini belki de hiç öğrenemeyeceğiz, ama neticede, muhtemelen fark etmeyeceksiniz hatta umurunuzda bile olmayacak. Bu konuda oldukça kusursuz. Eğer Brandon’ın diğer romanlarını okuduysanız, büyük ihtimalle cümleler arasından kimi kırıntıların onun yazımı gibi “işitildiğini” fark edersiniz. Kimi karakter isimleri Rand Diyarı’ndan ziyade Mistborn’danmış gibi. Ve bazı karakterler, bana göre, tam olarak hayal ettiğim gibi değildi. Bununla ilgili garip olan şey, projeyle yakından ilintili başka bir kişinin söylediği, o belirli karakterin “eksik” olmasıydı ve bu karakterin mükemmel yansıtıldığını düşünmüştüm. Diğer taraftan, öyle olduğunu hissettiğim karakterler bu kişiye göre farklıydı. Yani ne söylersem söyleyeyim, her karakterle birlikte kendi deneyim ve gözleminizi de getireceksiniz. The Gathering Storm’daki yoruma katılıp katılmadığınızı anlayacaksınız.
En açık gerçek şu ki, Brandon kitaba kalbini koydu. Bu kalın bir eser da olsa, hiçbir kısmı doldurma ya da şişirme değil. Seriyi tamamlamakla görevlenmiş bir yazar değilken, o da sizin ve benim gibi bir hayrandı. Hayranların neyi sevdiğini ve sevmediğini açıkça biliyor ve romanı büyük ölçüde öncelinin adımlarını takip ederek oluşturdu; aynı zamanda kitlelerle iyi geçinmeyi bilerek. (Ve dürüst olmak gerekirse, bu anlayışın çoğu büyük olasılıkla Robert Jordan tarafından da paylaşıldı. Düş Hançeri o kadar harika bir kitaptı ki arkasında hayli duman bıraktı.)
Serinin bu bölümünün, eğer Robert Jordan hâlâ aramızda olsaydı ister istemez şimdikinden farklı olacağı düşüncesi beni üzüyor. Hayranların her zaman hissedeceği ve kafasını meşgul edeceği bir kayıp bu; belki de az-çok “iyileşemeyen yara” olarak betimlenebilir. Brandon’ın kendisinin bunu herkesten daha şiddetli hissettiğini sanıyorum. Yine de, tam olarak birkaç kısım sonra, tekrar emin oldum. Güçlü bir kurgu çevresinde, tanıdık karakterler ve tonlarca araştırmayla jilet gibi keskinleşmiş oluşunun ayrıcalığıyla; Brandon’ın bu eser için dünyadaki en uygun kişi olduğunu ve yapılabilecek en iyi işe imza attığını rahatlıkla anladım. Böylece, ben onun en büyük hayranıyım… 27 Ekim’e yani sizin de öyle olacağınız zamana kadar.
Son olarak, birinci bölümdeki tanıdık açılışla, tüm bu farklı tarz ve üslup düşüncelerinin uçup gideceğini düşünüyorum. Önceden peşinden gittiğiniz karakterlerle yeniden bir araya geleceksiniz ve bir kez daha tamamen bu harika destanın maceralarına, mücadelelerine dalacaksınız. The Gathering Storm kitaplığınızın en tepesinde, diğer on bir bölümün yanında bir yer hak ediyor. Robert Jordan ve Brandon Sanderson karanlıkla yüklü, hissedilir temaları bu seriye başlarken neden ona âşık olduğunuzu hatırlatacak fevkalade bir roman yaratmış. Kelimeleri bir araya getirenin Brandon olduğunu bilmemize rağmen, bu yadsınamaz bir şekilde Robert Jordan’ın eseri. Belki de en iyilerinden.
– Jason Denzel (jason@dragonmount.com) |
Çeviri : Çağıl “Arlinon” Erbaş
Redaksiyon : Ozancan Demirışık