Fantazyaya gönül veren her Türk, kendi milletinin yazarlarının da bu alanda eserler vermesini ve onları raflarda görmek ister. Ama kendimizi kandırmayalım. Biliyoruz ki Türkiye’de fantastik üzerine bir şeyler basmak zor iş. Sizi ciddiye alacak yayınevlerinin yokluğu dışında (varlar ama yeni yazarlara ne kadar açıklar, tartışılır), her ne kadar okuyucu Türk yazar görmek istese de karşısına gelince bir çekince ve önyargı ile yaklaşıyor. Birazdan okuyacaklarınız ise, zoru başaran bir Türk fantastik yazarının kitabıdır ve ben sizin önyargılarınızı yıkmak için bu yazıyı yazıyorum :). Öncelikle gelin, kitap nasıl ortaya çıktı onu kısaca anlatayım.
Yorgun Savaşçı bloğunun yazarı ve aynı zamanda Kayıp Rıhtım sitesinin bir sakini olan mit, ya da gerçek adıyla M.İhsan Tatari’nin Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi için yazdığı bir hikâyeyle başlıyor her şey. Öncelikle Köle teması için Yemin ve Öç adıyla yazdığı hikâyesi beğeni toplayınca diğer ayın teması olan Kül için de bir devam öyküsü geliyor. Sonra nerden nereye… Önce e-kitap olarak çıkan Yemin ve Öç, daha sonra muhteşem bir sürpriz ve gizli yardımsever yurdum insanlarının ortaya çıkıp günü kurtarmasıyla (Vildan Ceyhan’dan bahsediyorum) daha sonra gerçek bir kitap olarak okuyucularına ulaştı. Ama bunu ben değil, yazarı anlatsın. Yazarın kitabın hikayesini anlattığı yazısı için buraya tıklayın.
Ama şunu demezsem de çatlarım: Önsözü, ya da kendi deyimiyle Ön(süz)söz’ü kıymetli yazarımız Aşkın Güngör yazmıştır.
Şimdi gelelim kitabın incelemesine!
Yemin ve Öç, bir barbar kabilesi olan Sıçrayan Geyik Kabilesi ve o kabilenin değişen kaderi ile başlıyor. Kabile reisinin oğlu iken bir saldırı ile hayatı alt üst olan ve sonucunda köle olarak satılan Brann ve her cüce gibi inatçı, bileği bükülmez ve aynı derecede iyi kalpli bir cüce olan Korban’ın macera dolu hikâyesi karşı karşıyayız.
Şunu mutlulukla söylüyorum ki, kitabın ilk cümlesi ile kitap sizi kendine çekiyor ve adeta ateşin başına bir sandalye çekip size bir masal anlatmaya başlıyor. Sıkıcı bir girişle karşılaşacağınızı sanıyorsanız o düşünceyi hemen kafanızdan def edin. Çünkü bu kitabın ne başlangıcı ne de gidişatı hiç de sıkıcı unsurlar taşımıyor. Dahası, sizi maceraya atılmadan önce bekleme salonlarında çürütmek yerine ani bir baskın ile maceranın ortasına atıveriyor.
Brann’ın köle olarak düşmesi, korsanlara satılması ve bir çatışma anında başka bir gemide olan Korban Boltforger ile tanışması ile maceraya adım adım gidiyoruz. Fakat burada şöyle bir nokta var, kitabın ilk iki bölümü Aylık Öykü Seçkisi’nde yayınlanan öyküler olduğu için ilk iki bölümde olaylar bir kitaba göre hayli hızlı ilerliyor. Bir kitap diye elinize almış ve belli bir seyirde gideceğinizi düşünürken her şey bir anda olup bitiveriyor. O nedenle, kitabın ilk iki bölümünü birer hikâye gibi düşünmek en iyisi. Kitaba çevrildiğinde Brann’ın kölelik hayatı ve esir hayatı yaşadığı korsan gemisinden kaçışı daha uzun süreli bir biçimde anlatılsa daha hoş olabilirdi. Her neyse ikinci bölümde Kül teması için yazılan öyküyü de okuyup Korban ve barbar Brann’ın korsan gemisinden kaçarken aldıkları hazine haritaları ile hazineye giderken yolda başlarına gelen bir olayı, daha doğrusu bir kasabadaki esrarengiz bir olaya dâhil oluşlarını görüyoruz.
Üçüncü bölümden itibaren ise “asıl” kitap başlıyor. Öykülerden sıyrılıp hazine peşine tam anlamıyla düşmüş oluyoruz.
Kitabın Unutulmuş Diyarlar evreninde geçtiğini söylemeden geçmeyelim. Ama sadece mekan adları Unutulmuş Diyarlar evrenine ait. Karakterler ve konu ise tamamen yazarın kendi kurgusundan oluşuyor. Ah tabii Harkle Harpell hariç :). Yazarın mizahi yönü ağır bastığı için onu hikâyeye ufak bir yerde ekleyerek okuyucuya bir selam çakıyor.
Kitabın konusuna devam etmeden önce anlatımı için bir şeyler söylemek istiyorum. Öncelikle dili oldukça akıcı ve hepimiz biliyoruz ki bu bir okuyucu için velinimet! Bazen kitap okurken sıkılıp bazı satırları, hatta bazen paragrafları atlıyor olabilirsiniz ama durun, bu kitapta benim başıma hiç böyle bir şey gelmedi. Gereksiz detay ve uzatılan cümleler yok. Her cümle okuyucuyu bir sonraki adıma en hızlı biçimde götürecek türden. Betimlemeler ise kararında ve oldukça güzel. Sizi sıkacak kadar detaya inmeden kafanızda oluşmasını sağlayacak ölçüde olmuş bu tasvirler. Ancak şunu da eklemeliyim ki kitabın bazı yerleri, özellikle son kısımlarında, gözüm daha fazla detay aradı. Her ne kadar detay derinliklerini kararında bulsam da bu bazen böyle olmuyor. Dediğim gibi, özellikle sonlara doğru daha çok detay istedim şahsen. Ama şunu unutmayalım ki, anlatımın akıcılığı büyük ölçü de önemli. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu kitap rahatlıkla bir günde bitecek türden. Okuyucuyu yormayan dili, sözleri uzatmayan yapısı ve macerada düşmeyen temposu ile bir çırpıda okunabilecek bir kitaptan söz ediyorum burada!
Konuya dönecek olursak, inatçı cüce Korban ve Brann’ı izlemek oldukça keyifli. Daha sonradan ekibe katılan Largo ise hikâyedeki neşeyi ikiye katlıyor. Esprili bir anlatıma sahip olan M. İhsan Tatari, kitabında da bu yönünden vazgeçmemiş. İyi de etmiş! Kitabı okurken tüm dertlerinizden uzaklaşabilirsiniz. Zaten Korban’ın herkese isim takarak hitap etmesi ve Largo’nun gelişi ile katlanan kahkahalar ile keyifli bir atmosferde hazine arıyoruz. Bir diğer hoşuma giden yönü hemen Largo demişken söylemek istiyorum: ilk defa Neverwinter Nights 2 oyununda gördüğüm buçukluk türlerini bu kitapta görmekten mutluluk duydum. Yumuşak Ayak ve Güçlüyürek olarak ikiye ayrılan buçukluklardan Largo bir Güçlüyürek. Kendisi bildiğimiz buçukluklar yerine macera aşkı ile yanıp tutuşan bir hırsız.
Hırsız demişken, hikâyeye sonradan dâhil olan ve tüm hikâyenin gidişatını değiştiren Gölge Hırsızlar Loncası’nı da unutmamak lazım. Onların gelişi ile kitabın kazandığı hava okunmaya değer bir başka önemli nokta.
Yolculuğa beraber başlayan ve kitabın iki ana karakteri olan Korban va Brann’ı okurken aklıma Ejderha Mızrağı’ndan Tanis ve Flint gelmedi değil. Flint’in babacan tavrı ve Tanis’in liderliğini görebiliyoruz bu ikilide. Fakat Brann bazı yönlerden bana Tanis’i andırsa da direk olarak o diyemiyorum. Bu güzel bir şey elbette. Brann’ın özgünlüğünü görüyoruz burada. Karakterleri birilerine benzetmeyi de kötü anlamda söylemiş değilim. Okuduğumuz kitapları anımsatması, aksine hoş bir şey benim için.

Brann üzerine konuşacak olursam, kendisi oldukça sevimli ve sakin bir karakter. Kitapta sık sık “diğer barbarlar gibi olmadığı” başka karakterlerce şaşılarak söyleniyor ki, bu doğru. Kendisi kölelik yaşamında pek çok değişim geçiriyor. O zamanlar boyunca sabretmeyi ve daha pek çok şeyi öğreniyor. Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim, gönülüm isterdi ki Brann’ın barbarlık yönünün zaman zaman ağırlığını koyduğu anları görelim. Kendisi gayet hoş ve okuması zevkli bir karakter olmasına rağmen iyi bir savaşçı olmasının dışında bazı durumlarda özündeki barbarın devreye girdiğini görmeyi çok istedim. Fakat bu olmadı. Yazarın takdiri :).
Korban ise belkide okuması en zevkli karakter. Bir cüce olarak cüceliğin tüm özellikleri ile karşımızda kendisi. Hatta öldürdüğü düşmanlarını sayarken sanki Yüzüklerin Efendisi’nde Gimli göz kırpıyor size :).
Kitapta bir karakter var ki, o geldiğinde tüm seyir değişiyor. Eğlenceli bir hazine avından dikenlerle dolu bir yola sapıyoruz aniden. Bahsettiğim kişi Garlock adında bir yarı-orc ve pek çok melez gibi hem insan hem de orclar tarafından yıllarca kabul görmeyişinin, aşağılanmanın ve dışlanmanın intikamını istiyor. Kendisinin hikâyeye girişi ve hikâyenin seyrini bir anda tepe taklak edişi okurken sizi oldukça keyiflendirecektir, eminim. Kitabı okurken Garlock’un olduğu yere gelirseniz işte o zaman değişim rüzgârlarını ensenizde hissetmeye başlayacağınızı unutmayın. Eğlenerek ilerlediğiniz maceralı bir yolda, ansızın konunun hiç de tahmin ettiğiniz yere doğru gitmediğini fark ediyor ve merak içinde daha çok okuma aşkı ile devam ediyorsunuz. Garlock için ise ufak bir eleştirim var: kendisinin bir melez olarak çektiği sıkıntılara biraz daha değinilebilirdi. Daha önceden bahsetmiş olduğum detay ihtiyacı burada devreye giriyor örneğin. Onun gibi tüm seyri değiştiren bir karakter hakkında daha çok bilgi edinmek isterdim.
Kitapta sizi şaşırtacak unsurları da unutmamak gerek. Yarı-orc ile değişen seyir, Gölge Hırsızlar’ın asıl ortaya çıkış nedeni ile hız kazanıyor ve yazar sizi bir kez daha şaşırtmayı ustalıkla başarıyor. Hele hele kitabın sonlarına doğru ise olan bir olay ile hayretler içinde kalmanız içten bile değil.
Yine en başta belirttiğim detay eksikliği hissetmem özellikle kitabın sonlarında oluyor demiştim. Kitabın bitirilişi ve aradaki zaman geçişi bana biraz hızlı geldi. Keşke kitap daha uzun olsaydı ve keşke bir takım olaylar daha uzun anlatılsaydı. Ama şunu da unutmayalım, bunu dememin tek nedeni beğendiğim bir kitap hakkında daha fazla bilgi edinme ihtiyacımdandır!
Son eleştirim ise silah isimleri üzerine olacak. Brann’ın devasa kılıcının adı Türkçe bir isim, Biçici iken, bir başka karakterin silahının adı Sharkclaw. Bu durum biraz göz tırmalıyor açıkçası. Bir yanda Türkçe bir isim diğer yanda başka bir karakter için yabancı bir isim kullanılmış. Belki anlamadığım bir gönderme diye düşündüm en başta ama böyle olsa bile Türkçesi’nin de bulunması gerektiğine inanıyorum.
Samimi, esprili ve macera dolu bir kitaptır Yemin ve Öç. Ülkemizin yazarları okunmalı ve okutulmalı! Çünkü çoğu kişi bihaber olsa da onlar da öyle büyük cevherler var ki, sadece okuyanlar bilir. Eminim ki eğer İhsan Tatari yazmaya devam ederse çok daha güzel bir eserle karşımıza gelecektir. Ne diyelim, fantastiğin dipsiz ve engin sularında bir Türk gemisinin daha yüzdüğünü görmek onur verici!
Kitabı okumak isteyenlere ise inanamayacakları bir bilgi vermek istiyorum. Kitap tam tamına 10 lira! Kitabı almak isterseniz tek yapmanız gereken kayiprihtim@gmail.com adresine “Kitabı istiyorum!” benzeri bir mail atmanız ve dönüş olarak vereceğimiz hesap numaralarından bir tanesine 10 TL yatırmanız. Kitap maliyetine satılmaktadır ve Kayıp Rıhtım sitesi bu kitaptan hiçbir kar elde etmemektedir.
Bitirirken size son bir haber vermek istiyorum. Eğer kitaba göz atmak isterseniz bu imkana da sahipsiniz! Kitabın ön-okumasına buradan ulaşabilirsiniz.
Ben elimden düşürmeden okudum. Umarım hepiniz bu keyifli macerada yerinizi alırsınız…
Not: (Bu inceleme ilk olarak yazarın blogu Aykırı Çağrışım‘da yayımlanmıştır.)