Sadık Yemni'nin okuduğum ilk kitabı olan Akisfer, bence Türk bilimkurgusunun güzel örneklerinden biri olarak karışımıza çıkıyor. Türü her ne kadar bilimkurgu olsa da bunu bir alt türde tanımlamak kitabın tanıtımı için çok daha makul olacaktır. Alt tür olarak sosyolojik (soft scifi) bilimkurgu olarak tanımlayacağımız gibi, alternatif dünya/paralel evren olarak da tanımlanabilir.
Çok rahatlıkla klişe olarak algılanabilecek bir konuyu Sadık Yemni, okuyucuya merak ettirecek şekilde ve yer yer klişelerden kaçınarak kurgulamış. Öncelikle kitaba adını veren dünyadan, yani Akisfer'den bahsetmek istiyorum. Kitap pek çok kelime oyunuyla dolu. Bu da okuyucu her birini keşfettiğinde sırıtmasına yol açıyor, onu da hemen eklemek isterim.
Akisfer, ekvatorundan ince bir zar tabakasıyla ikiye bölünmüş bir dünya. Bu alternatif gerçeklik aslında bizim dünyamızla hem birebir aynı hem de bazı bakımlardan tam tersi. Öyle özellikleri var ki Askifer bu noktalarda ütopik özellikler kazanıyor. Ama ona sonra değineceğim. Akisfer'i ikiye ayıran bu zar tabakasının diğer tarafında yaşam olmadığına inanılıyor; fakat elbette pek çok kişinin arzusu diğer tarafa geçebilmek. Bunun için bir gelenekleri bile. Peki zarın diğer tarafında ne var? Canaksi dedikleri ve kişinin birebir kopyaları olan kişilikler yer alıyor orda. Hatta zara çok yaklaşırsanız kendi canaksinizi bile görebiliyorsunuz. 4 yaşına gelen her çocuğa yaşatılan bir ayrıcalık, bir gelenek de aynı zamanda. Yaş büyüdükçe bu özellikle de yitmeye başlıyor ki, bunun üzerinde düşününce bana çok fazla çağrışımda bulundu. Yazarı takdir etmeden geçemedim.
Ancak Sadık Yemni tam bu noktada canakisler için kurallar koymuş. Onlarla iletişime geçilemeyeceğini, canlı olmadıklarını vs. gibi tanımlamalarda bulunmuş kendi dünya düzeninde. Başkahramanımız Metu bunu sorguluyor zaman zaman, fakat gerçekte ne olduğu hiç tahmin ettiğimiz gibi çıkmıyor. Bu da kitabın ayrı bir güzel yanı.
Akisfer ve canaksi gibi iki önemli kavramın nasıl bir kelime oyunu olduğunu merak edenler için aşağıda şöyle bir açıklama yaptım. Tabii okuyup kendi görmek isteyenler için kutucuğa yollanıyor bu açıklama:
Akisfer: "akis" kelimesinin yansıma olduğu düşünülür ve zara çok yaklaşıldığında diğer taraftaki cankasinizi, bir şekilde yansımanızı gördüğünüz düşünülürse kelime köke buradan geliyor. Öte yandan "-sfer" eki tamamen coğrafi bir terim. Atmosfer, geosfer, statosfer... gibi kelimelere aşina olan bizler için "Akisfer" tatlı bir kelime oyunu oluyor.
Canaksi: "can"-"aksi" olarak düşünüldüğünde cevap küt diye ortaya çıkıyor
.
Karakter isimlerine bakıldığında, bir kısmı (başkahraman Metu gibi) Türkçe isimlerle oynanmış ve ortaya duyulmadık adlar çıkarılmış biçimde karşımıza çıkıyor. İsimler hem tanıdık, hem uzak. Ben bu tekniği takdir ettim doğrusu. Hem başka bir dünya için farklı isimler düzenlenmiş olunurken, hem de Türkçe'den de kopulmamış olunuyor.
Bunca şeyi anlattıktan sonra konumuza baktığımızda Metu Ezgir adlı oldukça genç (30larının başlarında) bir yazarın yavaş yavaş gözden düşüşünü görüyoruz. Diğer yarıya dair yazdığı kurgusal romanlarla vakti zamanında, oldukça genç yaşlarda, hızlı çıkış yapmış yazar şimdilikerde daha rasyonel, hatta daha materyalist akımların alay konusu olmaya başlamış durumda. Burada konuya daha fazla değinmeyip, başka bir şeyden bahsetmek istiyorum: Kapıgir ayinleri. Bir başka kelime oyunu olan bu kavram da halkın diğer tarafa geçme geleneğine verilen bir isim. Böylelikle ser verip sır vermeyerek konuyu burada sonlandırıyorum.
Her şey bir yana, benim Akisfer'de en çok sevdiğim şey o bizim dünyamıza olan ters yaklaşım, ütopik havaydı. Düşünün bir, cep telefonlarının icat edildiğini ama tercih edilmediğini hayal edin. Herkesin araba alabilecek güçte olmasına rağmen bisikleti daha çok sevdiğini varsayın. Göçlerin kırsaldan şehre değil de, şehirden kırsala doğru olduğunu farz edin. Paranın, kapitalizmin ele geçiremediği ve güçlenmek için insanları parayla satın almaya çalışırken insanların buna direndiğini kurgulayın. İşte Akisfer böyle bir dünya! İnternetin, cep telefonunun, paranın var olmasına rağmen bunları önplana çıkarmayan insanlarıyla ütopik bir gezegen. Ancak kitabın ortasında o dünyanın bir filozofu öyle bir söz ediyor ki, Sadık Yemni'yi takdir etmeme yol açtı. Eğer dünyaları bir bütün olsaydı, yani o zar hiç gelmeyip Akisfer'i ikiye bölmeseydi, o zaman şimdi yukarıda saydıklarımın tümünü benimsemiş, kapitalizmin kölesi olmuş, cep telefonları ve internetin hüküm sürdüğü, paranın egemen güç olduğu, insanların bir hevesle köyleri bırakıp şehirleri tıklım tıklım doldurduğu bir dünya haline gelebileceklerini öngörüyor kendisi. Bu noktada okur da durup iğneyi kendine batırıyor.
Sadık Yemni'nin okuduğum bu ilk kitabında beni en çok zorlayan şey kitabın dili, yazarın anlatımı oldu. Çok ilginç betimlemelere sahip. Daha önce hiç görmediğim bir tarzda cümlele kuruyor ve betimlemeler yapıyor kendisi. Açıkçası ben bu dile alışmakta biraz zorlandım. Bazen betimlemeler dilimde pürüzlü yüzeyler oluşturdu. Ancak kitabı sonuna kadar da merak ettim ve sonu beklediğim gibi çıkmadı. Bu bakımdan mutluyum. Aslında sonu beni pek tatmin etmedi de demem gerekir. Daha farklı bir son bekliyordum diyip bunu da burada noktalayayım.
Bilimkurgunun yine bilim yanı olmayan, sosyolojik, kelime oyunlu, tamamen alternatif bir dünyada Türk kültüründen esintiler barındıran bir romandır Akisfer. Bir şans vermenizi öneririm. [*]Bu arada kapak tasarımını beğendim.[/*]
Portalımızda Onur Selamet tarafından yapılan detaylı incelemesi de
şuradadır.