KÖY
Hava, burayı her ziyaretinde sanki biraz daha erken kararıyordu. Bu süregelen durumun sebebi ise güneşin gün be gün daha erken batmasından kaynaklanamazdı. Zira Anadolu’da, saat öğlen ikide güneşin batmaya başlaması coğrafi bakımdan mümkün değildi. Nereden estiyse, her zaman bisikletiyle geldiği yolu yürüyerek kat etmişti bu kez. Hafifçe esen rüzgârla sallanan, köyün kenarları paslı tabelası, yol yorgunu Selim’e olanca sıcaklığı ve fazlasıyla kayda değer saygısıyla ‘hoş geldiniz’ diyordu.
Selim’in gözlerinden Saksağan Köyü’ne bir bakış atalım. Burası için söylenebilecek en ‘aydınlık’ kelime ‘ürpertici’ olabilir. Öyle ki, sağınıza, solunuza; bir yüz metre önünüze baktığınızda göreceğiniz şey, hep aynı saman çatılı, gri tuğla duvarlı köy evlerinin doldurduğu, çatlamış topraklı bir manzara. Otuzdan fazla, yirmiden az olmayan; duvarlarında çıkıntılar, ufalanmalar görülebilecek evler. Camsız, karanlık pencereler, üzerinize dikilmiş, en az yirmi çift kapkara gözün bomboş bakışını hissettiriyor size. Bir köyde görmeyi bekleyebileceğiniz ahırlar, ağıllar, kümesler, hatta tarlalara hiç ihtiyacı olmamış gibiydi bu köyün.
Yirmi metre ilerdeki ilk eve doğru adımlarını sıklaştırdı. Burada çok kalmayacaktı. Hava tamamen kararmamak için elinden geleni yapıyordu ama ondan da çok şey beklememekte fayda vardı tabi.
Diğer bütün evler gibi bu da karanlık gözleriyle dalgın dalgın ona bakmaktaydı. İtse kolaylıkla açılabilecek olan tahta kapısını tıklatmak üzere elini kaldırırken kapı aniden, sertçe açıldı. “Hoş geldiniz, Selim. Lütfen içeri buyurun. Ayakkabılarınızı çıkarmanıza gerek yok.” Ali’nin sesi her ne kadar fazla isterik gelse de, tamamen güvenilir biriydi. Önceki ziyaretlerinde de aynı konukseverliği göstermiş ve Selim’in kapıda, ayaküstü anlattığı her şeyi can kulağıyla dinlemişti. Sevdiği biriydi. Buradaki diğerleri de öyle, ama Ali’nin yeri farklıydı. O ilk evde oturuyordu. En yakın olanda.
İçeri girmek istemediğini, nitekim burada çok kalamayacağını söyleyen Selim iznini istedi ve hemen sağ taraftaki eve doğru yollandı fakat Ali’nin titreyen, isterik sesinin arkasından ona yönelttiği soru ile irkildi. “Bisikletinize bir tur binebilir miyim?”
Ali’nin daha önce hiçbir soru sormadığından emindi. Buradaki ‘kimsenin’ soru sormadığından emindi. Kaldı ki, bu sadece bir soru değil, aynı zamanda bir istekti de. Bir şey istediklerini de hatırlamıyordu daha önce. Neden şimdi? Nasıl cevap vereceğini bilemiyordu. En iyisi basit gerçeği söylemekti. “Bu sefer yayan geldim.” Ali’nin boş bakışları evininkileri taklit ediyordu. Cevabını yineledi Selim. “Bisikletle gelmedim bu sefer.”
Hıçkırıklar içinde ağlayan bir Ali’yi görmek aklının ucundan geçmezdi Selim’in. Koşarak evine giren Ali, açışının aksine, kapıyı neredeyse şefkatle kapadı ve ağlayışının sesi de evin içinde yitiverdi.
Hava birkaç saniye içerisinde kararmış olmalıydı, çünkü Ali’yi rahatlıkla görebiliyordu hemen az önce. Ama şimdi burnunun ucunu dahi göremez olmuştu. Birinin, zayıf ışık veren bir kandili bir anda söndürmesi gibi…
“Siz de böyleydiniz,” dedi Selim. “Siz de böyleydiniz.”
Elerki Taşkın