Her gün olduğu gibi o gün de erkenden uyanmıştım. Çünkü yıllardan beri değişmeyen bir huyum vardı. Fazla uyuyamıyordum. Bu nedenle hep erken uyanırdım. Erken uyanmaktan kastım, öyle güneşin doğduğu saatler değil, çok daha öncesi. Horozların dahi henüz ötmediği vakitler. Uyuyamıyordum işte, zorlamanın da bir mantığı olmasa gerek, öyle değil mi?
Eh yine hiç kimse uyanmamışken ben günlük koşuşturmalarıma başladım. Önce dışarı çıkıp bahçede aşağı yukarı on beş dakika kadar hava aldım. Uyandıktan sonra temiz hava ciğerlerime gayet iyi geliyordu. Bunun nedenini tam olarak bilmiyordum ama en azından ben öyle hissediyordum diyebilirim. Günüm daha iyi geçiyordu büyük ihtimalle. Yani temiz hava almamın başka bir nedeni varsa da şu an için bilemeyeceğim. Neyse, bu konuya bu kadar takılmamıza gerek yok aslında. Anlatacağım şeylerle uzaktan yakından alakası olmayan bir konu ne de olsa.
Ciğerlerimi yeteri kadar temiz havayla doldurduktan sonra içeriye girdim. Her yer karanlıktı doğal olarak. Banyoya doğru yöneldim. Lambayı açmak için kapının yanında bulunan düğmeye bastım. Ama ışık yanmadı. Pek şaşırmadım aslında, elektrikler sürekli kesilirdi bizim evde, daha doğrusu bulunduğumuz mahallede. Alışıldık bir şeydi elektriklerin kesilmesi. Bu yüzden sürekli kullanmış olduğumuz bir gaz lambası bulunuyordu evde. Dış kapının hemen girişine asılıydı lambamız. Lambayı almak için geri dönmem gerekiyordu ama tembellik edip dönmedim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra gider alırım dedim kendi kendime.
Banyoya girdim, göz gözü görmüyordu. Lakin ben içeride iki çift göz gördüğüme yemin edebilirim. İkisi de bana bakıyordu sanki. Bir anda rüyada mıyım yoksa gördüklerim gerçek mi anlayamadım. Neden sonra bana bakan parlayan gözler kayboldu. Derhal kapıya doğru koştum. Kapının arkasında asılı duran gaz lambasını elime aldım ve ışığını yaktım. Şimdi etrafımı çok net bir şekilde görebiliyordum.
Tekrar banyoya doğru yöneldim. Yavaş ve temkinli adımlarla ilerliyordum. Bu arada dışarıdan horozların sesleri gelmeye başlamıştı. Ben banyonun önüne geldiğimde banyonun lambasının yanmakta olduğunu gördüm. Elektrikler gelmiş olmalı diye düşündüm. Gaz lambasını söndürdüm ve banyonun girişine koydum. İçeri girdim ve etrafıma korku dolu gözlerle bakmaya başladım.
Fazla korkak biri değildim aslında ama o an korkmuştum. Gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldıktan sonra tekrar açtım. Her şey yolunda gibi gözüküyordu. Banyonun havalandırmasından da anlaşılacağı üzere gün ağarmaya başlıyordu. Ellerimi ve yüzümü yıkayıp banyodan çıktım. Çıkarken de kapının yanında bulunan gaz lambasını alıp tekrar yerine astım.
Odama geçtim ve o gün giyeceğim pantolon ve tişörtü almak için dolabın kapağını açtım. Tam o sırada yattığım yatağın yanında bulunan duvardaki pencerenin açık olduğunu fark ettim. Ben açmamıştım. Gerçekten o pencereyi ben açmamıştım. Perde rüzgarın da etkisiyle içeriye doğru dalgalanıyordu. Pencereyi kim açmıştı? Hayır, hayır ben açmış olamazdım. Çünkü asla pencere açık uyumazdım. Daha doğrusu uyuyamadım. İçim rahat etmezdi. Uyumadan önce pencere açık olsa dahi, pencereyi kapattıktan sonra uyurdum. Sonra annem aklıma geldi. Ben uyurken annem gelip açmış olabilir mi? Bir müddet bu tez üzerinde düşündüm. Fakat doğru olabileceğine ihtimal dahi vermiyordum. Annem ben uyurken neden gelip pencereyi açsın ki? Annem geceleri odama giriyor olsa bile yapacağı tek şey eğer üstüm açıksa örtüp geri dönmek olurdu. Bunun haricinde odamın penceresini açmakla neden uğraşsın? Hem de bu sonbahar gününde. Geceleri havanın serin olduğu bir zamanda?
Hayır artık çok emindim. Annemin gece ben uyurken odama gelip pencereyi açmış olma ihtimali, benim en çok sevdiğim tatlının yapılmış olduğu bir gün onu yememe ihtimalimden çok daha düşüktü.
Bir süre yatağımın üzerinde oturdum. Geçen süre zarfında hava tamamen aydınlanmıştı. İnsanlar yeni bir günle birlikte uykularından uyanarak işlerine doğru yola çıkmıştı. Ayağa kalktım tekrar ve dolaptan çıkarmış olduğum kıyafetleri giyindim daha sonra annemin odasına doğru yöneldim. Evimiz iki katlı olduğundan, annemin odası üst kattaydı. Merdivenleri teker teker çıktıktan sonra annemin yattığı odanın önüne geldim. İçeriye kafamı uzatıp baktım ve annemin uyumakta olduğunu gördüm.
Yaşamakta olduğumuz Sentos kasabası, küçük bir kasabaydı. Bu kasabada yaşayan insanların birçoğu birbirini tanırdı. Annem de çok saygın biri olarak tanınırdı kasabada. İyi kalpli ve yardımsever biridir annem. Çocukları çok seven bir kişiliğe de sahiptir. Yaşlı Niggleton dendiğinde annemi tanımayacak kişi tanımıyorum Sentos kasabasında.
Ve ben de onun oğluydum. İlk ve son çocuğu. Rick Gron.