Karanlığın ve Gecenin Kardeşi
Deniz asiydi, kızgındı, cinnet geçiriyordu sanki. Goldem elflerinin en çok savaş kazanan lideri atıyla denizin sesini dinliyor, bir yandan da savaş ile ilgili planlar yapıyordu. Kara saçları, kara zırhı, kara teni, kara gözleri ile geceye rakip olmuşa benziyordu. Geceyi kokladı, askerlerinin yaktığı kamp alevlerine, küçük fakat savaşta ve savaş öncesi onlara çok büyük yardımları dokunacak olan taşınabilir demircilerden yükselen alevler eşlik etmekteydi. Bir kaç metre önünden geçen, arkadaşlarının ona ''Huysuz Temur'' diye seslendikleri komutan bile mutlu görünüyordu.
''Şarap,'' diye söylendi komutan. ''Daha fazla içmek istiyorum. Liderimiz Walldar çok yaş...''
Adam sözlerini bitiremeden tükettiği içkilerin etkisiyle düşüp kalmıştı. Walldar ona küçümser bir bakış gönderdi ve atını çevirip askerlerinin kamp kurduğu Kara Orman diye adlandırdıkları bölgeye doğru koşturdu. Ormana bu adı Walldar vermişti, bizlerin kara olduğu gibi, bu ormanda bizler gibi olmalı demişti.
''Dört gün önce kaleden çıktığında nereye gittin!'' diye çıkıştı liderin arkasından atını süren kara elf kızı.
''Peki sen neden bu cehennemdesin Canesline?'' diye cevapladı, bu kızın sorduğu sorunun cevabı değildi. Canesline yüzünü buruşturdu. Walldar onun yüz ifadesini görmek için döndüğünde önlerinden geçen sincaplardan birini ezebilirdi. Sağ ve sol kulağına dövülen kılıçların sesleri gelmekteydi, bu sesi seviyordu. Onun her zaman dinlemek istediği, bu yüzden durmadan sefere çıktığı şarkıydı. Sesler biraz olsun azaldığında yeni bir ses duyuldu. Askerler zırhları ile oturduklarından her hareketlerinde metal sesleri yükselmekteydi. Fakat bu ses kirliliğini bastıran başka bir ses daha vardı.
''Walldar'dır bizim liderimiz
O isterse bizler her yere gideriz
Geceyle kutsandık biz!''
Goldem Kara Elf Devleti'nin askerleri hep bir ağızdan liderlerini anlatan ''Karanlığın ve Gecenin Kardeşi'' şarkısını söylemekteydiler. Lider şarkıya kendini kaptırmıştı, yanına gelip kılıcının kabzasıyla onu rahatsız eden Canesline'nin farkında bile değildi.
''Kadınları buraya sen getirdin,'' diye cevapladı geç de olsa kız. ''Hem de Son Savaş'ta kadınların olmamasını bildiren yazılı kanunu hiçe sayarak!''
''Her neyse, dört gün önce neden ortadan kaybolduğu mu sormuştun değil mi?''
Kız başını evet anlamında aşağı yukarı salladı, güzel biri sayılmazdı, lakin Walldar'ın eşiydi.
''O halde atını uçurma zamanı! Benimle birlikte at sürme vakti!''
Askerlerin şaşkın bakışları arasında iki at şaha kalkarak ilerlemeye başladılar, önde liderin atı, arkada ise liderin eşinin atı tozu dumana katmaktaydı.
''Daha ne kadar gideceğiz,'' diye sordu Canesline.
''Dünyanın merkezine geldin,'' diye yanıtladı gülümseyerek Walldar, elini kılıcından ayırmadan atıyla bayırdan aşağıya koşturmaya başladı.
Canesline onun kadar iyi binici olmadığı göstermişti, çok acele ettiği için atının ayakları kaymış ve kayalara çapmışlardı. ''Bir şeyim yok,'' diye gülümsedi Calestine, Walldar'ın her zaman ki küçümseyen bakışlarına karşılık olarak.
''İşte,'' dedi Walldar. ''İşte sana Yitik Ova!''
Canesline gözlerine inanamıyordu, tanrılar tarafından yerleştirilmeleri kesinleşmiş olan bölümde dev mancınıklar hendeklere yine onlar kadar dev taşları fırlatmaktaydılar.
Walldar'ın kahkahası mancınıkların başında beklemekte olan askerlerin dikkatini çekmişti, hepsi Goldem zırhını kuşanmış, güneş altında ter ile parlayan kara elflerdi.