Ön Not: Daha önce de açıkladığım gibi çift sayılı bölümler farklı bir zamanı, tek sayılı bölümler farklı bir zamanı anlatacak. Bölüm başında hangi zamanı anlattığımı mutlaka yazıyorum. Bölüm içinde zaman değişirse, sahnenin başına yine zamanı yazıyorum (birinci bölümde gördüğünüz gibi). Okuduğunuz için şimdiden teşekkürler. Yorumlarınızı bekliyorum.
~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşçı
Bölüm 2: Bambaşka Bir Hayat
Temmuz, 2008
Güzel bir Akdeniz sabahında yapılacak en iyi şey öğlen sıcağı ortalığı kavurmaya başlamadan havluları omuza atıp denize gitmektir. Gökçe, Gizem ve Kerem de güne iyi başlamak için bunu yapmışlardı.
"Alanya'da geçen bir yaz tatilinin en sevdiğim yanını biliyor musunuz?" dedi Kerem alaylı bir ses tonuyla.
"Cevap olarak kesin sapıkça bir şey alacağımı bilsem de, yine de soruyorum sevgili arkadaşım. Yaz tatilinin en sevdiğin yanı ne?" dedi Gizem.
"Dünyanın tüm harikalarını aynı yerde görmek." diye cevap verdi Kerem, plajda onlar gibi erkenci olan Rus kızlarını işaret ederek. Gizem gözlerini devirdi ve başını onaylamaz biçimde iki yana salladı. Gökçe ise gülümsemekle yetindi. Onun sırf Gizem'i sinirlendirmek için böyle konuştuğunu biliyordu. Kerem ve Gizem birbirlerini gıcık etmek için yaratılmışlardı sanki. İkisinden biri bundan vazgeçerse dünyanın sonu gelebilirdi.
"Merak ediyorum, Kerem; ergenliğin sana kazandırdığı şu muhteşem espri anlayışın ne zaman sona erecek? Hayır haber ver de, kendimize bunun yerini tutabilecek başka bir eğlence bulalım. Gerçi böyle bir şey mümkün değil ama en azından deneriz öyle değil mi?" dedi Gizem.
“Bu konuda hiç endişen olmasın. Böyle muhteşem bir şeyden sizi asla mahrum bırakmam. Kendimi çok iyi geliştirdim.”
“Ah, öyle mi? Keşke bu enerjini yüzmeyi öğrenmeye harcasaydın. En azından yararlı bir şey olurdu. Biz denizde açılırken kumdan kale yapmak zorunda kalmazdın.”
“Suyu sevmediğimi biliyorsun.”
“Bilmez miyim?” dedi Gizem sanki çok kötü bir koku almış gibi yüzünü ekşiterek. Ardından da burnunu tıkayıp gülmeye başladı.
"Sonsuza kadar böyle mi olacaksınız?" diye sordu Gökçe sert görünmeye çalışarak. İkisi de şaşkınlıkla dönüp ona baktı. Görünüşe bakılırsa yemi yutmuşlardı. Gökçe'nin gerçekten kızdığını düşünüyorlardı. Çünkü Gökçe’nin onların tartışmasına karıştığı pek görülmezdi. Birkaç saniyelik gergin bir sessizlikten sonra Gökçe kahkahayı patlatınca ikisi de rahatladı.
“Çok kötüsün. Bir an gerçekten kızdığını ve beni burda, bu çocukla bırakacağını sandım. Düşünsene... Bu benim en kötü kabuslarımdan bile daha kötü bir şey.” dedi Gizem.
“Benim de en büyük hayalim buydu zaten.” dedi Kerem ona dil çıkararak.
“Demin şaka yapmış olabilirim ama isterseniz şansınızı fazla zorlamayın. Bir de bakmışsınız, Gökçe yok; puf!”
“Yapma lütfen. Sen bizi asla bırakamazsın.”
“Öyle mi, Gizem hanım? İzle ve gör.” dedi Gökçe ve hışımla ayağa kalktı. Havlusunu şezlongtan alıp üzerine sardı ve sandaletlerini giyip, kumda ulaşabileceği en yüksek hızda ilerlemeye başladı. Gizem ve Kerem birbirlerine baktılar. Kerem, Gizem’e göz kırptı ve ayağa fırlayıp henüz sadece iki metre ilerleyebilmiş Gökçe’yi kolundan yakalayarak çekti.
“Bırak beni. Gideceğim ben. Böylece siz de sonsuza kadar birbirinizi yiyebilirsiniz.” diye bağırdı Gökçe.
“Senin neye ihtiyacın olduğunu biliyorum, küçük hanım.” diye cevap verdi Kerem ve Gizem’e başıyla işaret etti. Gizem de ayağa kalkıp onu diğer kolundan tuttu ve ikisi birlikte Gökçe’yi şezlonga yatırıp gıdıklamaya başladılar.
Kız ilk başta kendini tutmaya çalışsa da en sonunda onların oyununa katıldı. Hayat onlar için gerçekten güzeldi.
XXX
“Otobüslerden nefret ediyorum.” dedi Anıl, o ve anneannesi Marmaris-Alanya seferini yeni bitirmiş otobüsten inerlerken. Bagaj görevlisi bunu duymuş olmalı ki; Anıl’ın bagajını verirken, bir köpeğin önüne kemik atarmış gibiydi. Anıl gözlerini devirdi ve:
“Cidden anneanne; uçakla gelmeliydik. Bu ne böyle? Adam kendini ne sanıyor ki? Ya içinde kırılacak bir şey olsaydı?” dedi güneş gözlüğünü takarken.
“Kibir hiçbir zaman iyi bir şey değildir, oğlum. Fakat böylesine kötü bir şey sende niye bu kadar çok var, anlamıyorum doğrusu. Ah, niye anlamayayım ki? Muhteşem babanın sana kazandırdığı güzel özelliklerden sadece biri değil mi bu?” diye cevap verdi yaşlı kadın. Sesinde espri yapıyormuş gibi bir hava yoktu.
“Bak... Babamla aranızın hiçbir zaman iyi olmadığını biliyorum ama sence de her fırsatta ona laf sokmak biraz acımasızca değil mi? Benim gözümde elinden geleni yapmaya çalışan biri. Sadece benim için ona karşı biraz daha hoşgörülü olamaz mısın? Beni sevdiğini biliyorum.” dedi Anıl. Bozulmamıştı çünkü kadının öfkesinin kendine olmadığını biliyordu.
Onun aklında yüzlerce şey varken, kendisinin sadece otobüsle ilgili ufak bir sorunu kocaman bir problem haline getirmesi zaten oldukça saçmaydı. Ama bu problemi dile getirmesi saçmadan da öteydi. Kadın iç geçirdi ve başını salladı:
“Elimden geleni yaparım ama keşke bazı konularda beni dinleseydi. Yukarıda Allah var, hiçbir zaman kötülüğünü istemedim. Neyse, bunlar şu an hiç önemli değil. Sana verdiğim fotoğrafla adresi kaybetmedin değil mi?”
Anıl elini arka cebine atarak cüzdanını çıkardı. İçindeki kağıtla fotoğrafı kadına gösterdi. Fotoğraf iki kız ve bir erkeğe aitti. Erkek olan kollarından bir tanesini, kızlardan birinin omzuna; diğerini ise, diğer kızın beline dolamıştı. Üçünün de yüzünde içten gülümsemeler vardı. Anıl bu fotoğrafa her bakışında en son ne zaman böyle gülümsediğini düşünmeden edemiyordu. Belki de hiç bu kadar mutlu olmamıştı. Bu hayatta uğruna yaşayabileceği fazla bir şey olduğu pek söylenemezdi. Fotoğrafa her bakışında aklına gelen diğer bir şey ise, resimdeki üç insana da aşina oluşuydu. Onlarla bir yerlerde bir şekilde tanımıştı sanki.
“Pekala...” diyerek onu düşüncelerden sıyırıp aldı anneannesi “Benim buluşmam gereken biri var. Ondan sonra ikimiz birlikte yazıtları aramaya gideceğiz. Sen de benim buluşmam sırasında boşsun. İstediğini yapabilirsin.”
“Onbeş yaşındaki torununu bilmediği bir şehirde yalnız mı bırakacaksın?” dedi Anıl şaşkınlıkla. Kadın başını iki yana salladı ve:
“O şekilde söyleyince kulağa pek hoş gelmiyor ama bunu bir fırsat olarak düşün. Gidip onları bulabilirsin. Hatta belki tanışırsın. Hem zaten Alanya’ya daha önce de geldin. Tamam üzerinden üç yıl geçmiş olabilir ama en azından buralara tamamen yabancı sayılmazsın. Hem gideceğin adres, buraya gelişimizde kaldığımız otele çok yakın. Gidince sen de hatırlarsın. Olur mu?” diye açıkladı. Anıl’ın kafasında onun konuşmasını duyduktan sonra bir görüntü canlandı. Daha çok bir anı gibiydi. Bir parkta birkaç çocukla oynadığı zamana ait bir anı. Fakat ayrıntıları hatırlayamadı.
“Olur.” dedi anneannesinin sorusuna biraz geç de olsa cevap vererek.
“Harika. O halde; seni, bir saat sonra adresteki binanın önünden alırım.” dedi kadın ve onu yanağından öpüp bir taksiye atladı. Anıl onun kendisini ‘almaktan’ kastının ne olduğunu sormadı. Anneannesi sürprizlerle dolu bir kadındı. Ne yapacağı pek belli olmazdı. Gülümsedi ve kendisi de onun ardından başka bir taksiye binip, şoföre elindeki kağıdı uzattı.
XXX
Üzerindeki zarif kıyafetle bir kafede uzun süredir görmediği bir arkadaşının gelmesini bekliyordu. Gerçi iletişimleri hiç kopmamıştı ama tabi sadece telefonla konuşmak bir insanın özlemini gidermeye yetmiyordu. Kafenin kapısı açıldı ve beklediği arkadaşı içeri girdi. Her zamanki gibi görünüyordu. Yakışıklı ve uzun boylu. Yıllar ondan hiçbir şey alıp götüremeyecekti. Buna emindi.
Adam onu fark edince gülümsedi ve adımlarını hızlandırdı. Kadın da ayağa kalktı ve sarıldılar.
“Uzun zaman oldu öyle değil mi, Kenan?” diye fısıldadı kadın onun kulağına.
“Neredeyse üç yıl, Ayla.” diye cevap verdi adam. Sonra da: “Amma vefasız çıktın.” diye ekledi gülerek.
“Ben mi, sen mi? İşimin başımdan aşkın olduğunu biliyordun ama birkez bile beni görmeye gelmedin. Konuşturma beni şimdi.” dedi kadın, masaya otururlarken.
“Benim de göz kulak olmam gereken üç tane çocuk vardı. Tehlikenin nerden geleceğini bilemezsin öyle değil mi? Sen sadece bir tanesiyle uğraşmak zorunda kaldığın için kendini şanslı say bence.”
“Ben çocuklardan bahsetmiyorum ki. Yazıtlarla ilgili araştırma yapmam gerekiyordu, bildiğin gibi. Bu yüzden de tatil yapmayı bırakmalıydım.”
“Ne ironi ama! Buradaki yazıtlar için olan araştırmaları başka yerlerde yapıyorsun. Kulağa gerçekten mantıklı geliyor.”
Ayla gözlerini devirdi. Yıllar gerçekten de ondan bir şey alıp götürmeyecekti. Cevap vermemeyi tercih etti. Adam bunu fark edince anlayışlı biçimde gülümsedi ve:
“Konuyu saptırdığım için özür dilerim. Burda bulunma amacımıza dönebiliriz.” dedi.
“Sanırım en iyisi bu olur. Ben, söyleyeceklerime geçmeden önce senin çocuklar hakkında gözlemlerini almak istiyorum. Mümkün mü acaba?” diye cevap verdi kadın.
Geçmişte olan şeylerin konusunun yeniden açılmamasına hem sevinmiş hem de üzülmüştü. Bütün düşüncelerini amaçlarına yönlendirmeye çalışsa da başarılı olamıyordu. Zamanın bazı yaraları asla iyileştirmemesi çok tuhaftı. Onu gözlerine her bakışında içinde bir şeylerin sızladığını hissediyordu.
“Bu kadar resmi olmazsan, mümkün.” dedi adam gülerek. Kadın düşündüğü şeyler yüzünden ilk başta onun ne demek istediğini anlamadı fakat birkaç saniye sonra o da güldü. Bu sırada yanlarına garson geldi. Kenan, hemen bir buzlu çay siparişi verip onu yolladı. Ayla ile geçirdiği zamanın bir saniyesini bile boşa harcamak istemiyordu.
“Kusura bakma, amacım bu değildi. Çok fazla vaktim yok da... Bir an önce sana gerekli olan bütün bilgileri aktarayım ve gideyim diye düşündüm.” diye açıkladı.
“Ah, öyle mi? Pardon.” dedi adam. Gözleri birdenbire dolmuştu. Ayla bunun neden olduğunu biliyordu.
“Nasılsa bir süre buralardayım. Yazıtları okuduktan sonra bol bol vakit geçiririz. Öyle değil mi?” diye toparlamaya çalıştı. Adam başını sallamakla yetindi.
“Pekala. En iyisi ben başlayayım; yazıtların yerini tam olarak öğrendim. Koordinatlarıyla. Tahmin ettiğimiz yerdelermiş. Ortaya çıkarmak biraz zor olacak ama kesinlikle imkansız değil. Geradon dilini tamamen öğrendim. Ama tabi tedbir olsun diye tanımda bir rehber kitap da getirdim. Yazıtları okuyup tılsımları aldıktan sonra da çocukları eğitmeye başlayacağız. Ben Anıl’a birçok şeyi zaten anlattım. Bir süreliğine o liderlik edebilir. Asıl liderin Kerem olduğu zamanla ortaya çıkacaktır nasılsa. Benim söyleyeceklerim özetle bu kadar. Ayrıntıları zamanla konuşuruz.” dedi kadın hızlı bir şekilde. Adamın üzüntüsünü ne kadar önemsese de o an için yapabileceği bir şey yoktu.
“Aslında benim de söyleyecek fazla bir şeyim yok. Kehanetleri araştırmak için bol vaktim oldu. Onların doğru çocuklar olduğuna eminim. Tek endişem geç kalıp kalmadığımız. Sanki bazı şeylere daha erken başlamalıydık gibi geliyor. Ama tabi bu sadece bir içgüdü. Kişisel bir şey yani. O yüzden boşverebiliriz. De-“
Ayla, elini onun eli üzerine koydu ve gülümsedi.
“İnan bana endişeni çok iyi anlıyorum. Ama emin olmadan hiçbir şey yapmamız doğru olmazdı. Hem önümüzde dört yıl var. Bu her şeyi düzeltmek için yeterli bir süre. Bana güven.” dedi.
“Sana her zaman güvendim. Sanırım bunu bir kere daha yapmaktan bir şey olmaz.” diye cevap verdi Kenan.
“Bu arada...” dedi kadın ilk baştaki alaycı haline geri dönerek. “Sanırım arabana ihtiyacım olacak. Yazıtlar buraya oldukça uzak. Ne dersin? Verebilir misin arabanı?”
“Bilmiyorum ki, Ayla. Geleceğimizi kurtarma konusunda sana güvenebilirim ama arabam konusunda... Bu gerçekten zor bir karar. Özellikle senin bir kadın olduğunu ve kadınların araba kullanma konusunda doğuştan yeteneksiz olduğunu düşünürsek.” dedi Kenan gülerek.
“Tamam boşver. Kendim gitmenin bir yolunu bulurum ne de olsa.” diye cevap verdi Ayla ve ayağa kalktı. Kenan bir kahkaha attı ve:
“Her zaman gereğinden fazla alıngan olduğunu düşünmüşümdür.” dedi. Ardından da cebinden bir anahtar çıkarıp kadına uzattı.
“Ben de blöf konusunda hiçbir zaman iyi olmadığını düşünmüşümdür.” dedi Ayla ve anahtarı aldı. Sonra masadan kalkıp; “Kendine çok iyi bak. Hesabı da ödersin. Biz sonra aramızda anlaşırız. Tamam mı canım? Yakında görüşürüz.” diye ekledi ve onun omzunu sıvazlayıp çıkışa doğru ilerledi.
Kenan onun arkasından bakarken gülümsemeden edemedi.
XXX
Hatırı sayılır bir ücret ödeyerek taksiden indi. Alanya’da uyması gereken ilk kuralı öğrenmişti: Asla taksiye binme. En azından tam olarak gelmek istediği yerdeydi. Etrafına baktı. Her yer tanıdık geliyordu. Yolun sonundaki parkı da görünce her şey kafasında oturdu. Daha önce buraya gelmişti. O parkta, bu sokakta oynamıştı. Elini gözlerine siper edip yukarı doğru bakınca, ailesiyle, Alanya tatillerinde kaldığı oteli gördü. Sonra da elindeki fotoğrafa baktı. Onların da neden tanıdık geldiğini anlamıştı. Çünkü onları gerçekten tanıyordu. Burada geçirdiği tatillerde onlarla arkadaşlık etmişti ama o zaman telefonları falan olmadığı için sonradan iletişimleri kesilmişti.
Önünde durduğu eve baktı. Kapıyı çalmalı mıydı? Saat daha öğlen bile olmamıştı. Saygısızlık olarak kabul edilebilirdi. Sokaktaki bir banka oturup, evden birinin çıkmasını beklemeye karar verdi.
XXX
“Ben otele geçeyim. Akşamki parti için bana ihtiyaçları olabilir.” dedi Kerem. Üçü birlikte plajdan dönüyorlardı. Sıcak yakıcı olmaya başladığında eğlence sona ererdi. Onlar da öğlen saatlerini evlerinde geçirirlerdi.
“Bu otel işi seni bayağı sardı bakıyorum da... Ben de film izleriz diye düşünmüştüm.” dedi Gökçe, hayal kırıklığına uğramış bir sesle.
Onun böyle hayal kırıklığına uğraması, Kerem’i garip bir şekilde mutlu etti.
“Benim de sizinle kalmak istediğimi biliyorsun ama vaktimin bir kısmını da otelde geçirmeliyim. Yoksa babam tepeme biniyor.” diye açıkladı.
“Bahanen kabul edildi.” dedi Gökçe omuz silkerek.
“Teşekkürler. Akşamki partiye geliyorsunuz değil mi? Benim özel davetlimsiniz.”
“Bakarız.” dedi Gizem gülerek.
“Bakmayın. Gelin işte.” dedi Kerem, onu ve Gökçe’yi öptükten sonra yanlarından ayrıldı. İki kız yürümeye devam ettiler.
“Sana bir şey soracağım.” dedi Gökçe sessiz geçen birkaç dakikadan sonra. Gizem merakla ona baktı ve:
“Sor tabi.” dedi.
“Sence, Kerem’le bütün o didişmelerinizin, birbirinize katlanamamanızın, başka bir anlamı olabilir mi?”
Gökçe’nin kendiyle ilgili en sevdiği özellik, lafı dolandırmaya hiç ihtiyaç duymamasıydı. Tabi bu birçok durumda karşısındaki için pek iyi olmuyordu ama onun bu özelliğini değiştirmeye niyeti yoktu.
“Yani bu o zaman mı?” diye sordu Gizem.
“Ne zamanı?” dedi Gökçe gerçekten anlamayarak.
“Aşk hakkında kafa yoracak kadar büyüdüğümüz o zaman. Hani hiçbir şey eskisi gibi olmaz ya; söylenen sözler, yapılan şeyler masumiyeti sonsuza kadar yok eder ya. Ondan bahsediyorum.” diye açıkladı Gizem. Sesinde herhangi bir ifade yoktu. Gökçe’yi iğnelemeye falan çalışmıyordu. Sadece soruyordu. Belki de bu yüzden cevap vermesi çok zordu.
“Özür dilerim. İstersen konuşmayabiliriz. Hatta konuşmayalım. Unuttum gitti.” dedi Gökçe.
“Sorun değil. Şimdi olmazsa başka zaman konuşacağız. Çünkü bu soru senin aklını deli gibi kurcalıyor.” dedi Gizem. Bunları söylerken çok rahattı. Bu konuşmanın yapılacağını biliyor gibiydi.
“Bunu da nerden çıkardın? Deli gibi kurcaladığı falan yok. Sadece bugün, öyle aklıma geldi birdenbire. Kız muhabbeti olsun diye açtım.”
“Biz senle hiç kız muhabbeti yapmayız ki?”
“Belki de vakti gelmiştir diye düşündüm. Erkekler hakkında muhabbet etmemeye devam edersek cinsiyetimden şüphe edeceğimden korktum.”
“Ve konuşmak için seçtiğin erkek de Kerem mi?”
“Neden bu kadar üstüme geliyorsun, Gizem? Ne anlatmaya çalışıyorsun?”
Gizem iç geçirdi. Dilinin ucuna kadar gelen cümleleri tuttu.
“Bir şey anlatmaya çalışmıyorum. Sadece şunu diyorum; Kerem yüzünden asla aramız açılmayacak. Umarım bu senin için yeterli bir cevap olmuştur.” dedi.
Gökçe itiraz etmeye çalışmadı. Başını salladı ve:
“Sağol.” diye fısıldadı.
XXX
Kerem, otele girer girmez babasıyla karşılaştı. Adam sanki onu bekliyordu. Yüzünde her zamanki sert ifade vardı. Bir asker çocuğu olmanın getirdiği sert mizaç onun iliklerine kadar işlemişti.
“Günaydın, baba.” dedi Kerem. Babasıyla konuşurken her zaman çekinirdi.
“Tünaydın, oğlum.” dedi babası, ‘tünaydın’ kelimesini iyice vurgulayarak. Sonra da ona dik dik bakmaya devam etti. Kerem hiçbir konu açılmadığını fark edince:
“Annem nerede?” diye sordu. En azından bu sorunun üzerine iğneleyici bir cevap alamayacağını düşünüyordu. Fakat babasının yetenekleri konusunda yanılıyordu.
“Akşam düzenlenecek parti için mutfaktakilerle ilgileniyor. Senin aksine bana yardım etmek için elinden geleni yapıyor.” diye cevap verdi adam.
“Yapma, baba. Ne zaman bir şey istedin de yapmadım?” dedi Kerem sitem dolu bir sesle. Pek de haksız sayılmazdı ama babasının bazı konulardaki fikirleri sabitti.
“Önemli olan benim bir şey yapmanı istemem değil. Senin bir şeyler yapmak istemen ve onbeş yaşına gelmiş olmana rağmen sen de kesinlikle bu isteği görmüyorum. Bu konuda bir şey yapmayı düşünüyor musun?” diye üsteledi. Kerem de çoğu zaman olduğu gibi kendini tutamayarak:
“Valla senin görüşünle ilgili yapabileceğim pek bir şey yok ama dediğin gibi onbeş yaşındayım. Bu yüzden yaşımın gerektirdiği şeyleri yapıp, yaz tatilinde sonuna kadar eğleneceğim. Eğer bu konuda bir problemin varsa, senin için gerçekten üzüldüm.” dedi ve onun yanından geçip yürümeye yeltendi. Tam bu sırada babası kolunda tutup onu geri çekti ve:
“Senden tek istediğim biraz saygı. Ama sen bunu bile göstermiyorsun. Ne biçim çocuksun anlamadım. Nasıl yetiştirmişim seni böyle. İnsan biraz bile abisine çekmez mi ya? Söylesene hayatta ne işe yarıyorsun sen?” dedi.
Babasına ne kadar kızgın olursa olsun, onun söylediği bu kötü şeyler Kerem’e zehirli yılanlar tarafından ısırılıyormuş hissi veriyordu. Babası bütün resepsiyonun onları izlediği fark edince onu bıraktı. Kerem de hiçbir şey söylemeden asansöre koştu. Odasının anahtarını bile almadan asansöre bindi. Tek istediği kendisinden nefret eden o adamdan biraz olsun uzaklaşmaktı.
XXX
Kızlar oldukça yavaş yürüyorlardı. Öğlenleri Alanya’da her şey yavaşlardı. Özellikle de mevsim yazsa. Çarşının sadece birkaç sokaktan ibaret olduğu eski günlerde, esnaf öğlenleri kepenkleri indirip uykuya dalardı. Tüm şehir sessizliğe bürünürdü. Para hırsı herkesin gözünü bürümeye başladığında o günler sonsuza kadar geride kalmıştı.
“En azından hala ikimiziz. Akşama kadar bir şey yapabiliriz.” diye önerdi Gökçe. Deminki sohbetlerinden sonra onun kırılmamış olmasını umuyordu. Bu sırada evlerinin bulunduğu sokağa girdiler. Daha doğrusu yazlıklarının. ,
Üçünün de ailesinin yazlığı aynı sokaktaydı. Sokağın ortalarında; Kerem’in ailesinin yazlığı, ondan birkaç ev ötede Gizem’in ailesinin yazlığı, sokağın sonunda da Gökçe’nin ailesinin yazlığı vardı. Bütün yazlıkların bahçeleri yemyeşildi ki bu Alanya’da görülmesi gittikçe güçleşen bir manzaraydı. Sokağın sakinlerinin bunu hala saklayabiliyor olmaları onlar için büyük bir başarıydı. Denize dik uzanan bu sokaklar deniz havasının şehrin içine kadar girmesine yardım ediyordu.
“Akşam gidiyoruz yani?” diye sordu Gizem.
“Söylediğim şeyin ana fikri bu mu yani, Gizem? Akşam kelimesine mi odaklandın? Ben daha çok ‘bir şey yapabiliriz’ kısmına odaklanmanı isterdim. Hem cümlenin sonunda, hem daha uzun. Ama ne-“
“Tamam, tamam. Sadece dalga geçiyordum.” diyerek onu susturdu, Gizem ve: “Ne yapalım istersin?” diye sordu fakat sorusunun cevabını dinlemek için oluşturduğu tüm dikkat birdenbire yirmi metre uzaklarındaki banka oturmuş olan çocuğa kaydı. Gözünde güneş gözlüğü vardı ama yine de onunla göz göze geldiğini biliyordu. Çocuk gözlüğünü yavaşça çıkarıp ona daha dikkatli baktı. Gizem onu bir yerlerden tanıdığına emindi ama nereden olduğunu çıkaramıyordu. Çocuk ise sadece ona bakmakla yetiniyordu. Ayağa kalktığı ya da onu tanıdığına dair başka bir şey yaptığı falan yoktu.
“Gizem!” dedi neredeyse bağırır gibi çıkan bir ses. Gökçe’nin sesiydi. Hayal aleminden çıkıp ona döndü ve:
“Özür dilerim. Aklım nedense bambaşka bir yere gitti. Bir daha söyleyebilir misin?” dedi elinden geldiği kadar ilgi göstermeye çalışarak.
“Film diyorum... Hala film izleme konusunda kararlıyım.” diye cevap verdi Gökçe.
“Olur tabi. Harika bir fikir.” dedi Gizem yapmacık bir ilgiyle. Hemen sonra yeniden çocuğa döndü. Tam bu sırada bir araba çocuğun tam önünde durdu. Fakat Gizem çocuğa bakmaktan arabaya dikkat bile etmiyordu.
“Bu senin dedenin arabası değil mi?” diye sordu Gökçe şaşkınlıkla. Gizem de bunu duyunca hemen arabaya dönüp baktı. Arabanın modelinden plakasına kadar her şeyi kendi dedesinin arabasıyla aynıydı. Bankta oturan çocuk kalkıp arabaya bindi. Fakat hala Gizem’e bakıyordu. Kız hangisini düşüneceğini şaşırmıştı. Araba hareket etti ve yanlarından geçti. Gizem arabanın içine baktı ama bu sefer çocuk ona bakmıyordu.
“Delirdin mi kızım sen? Polisi falan arayalım. Baksana bu kadın arabayı çalmış.” dedi Gökçe heyecanla. Cep telefonunu çıkardı ve 1,5,5 tuşlarına bastı. Gizem onun elinden telefonu kapıp:
“Önce dedemi arayalım.” dedi itiraz kabul etmeyen bir ses tonuyla.