Nefes alamıyordu.
Lanet olsun nefes alamıyordu.
Ellerine baktı, titriyordu. Sakinleşmeliydi.
Üşümeye başlamıştı. Üşüme içinden geliyordu. Bu sıcakta nasıl olur da bu kadar üşüyebilirdi?
Aceleyle alt kata indi. Okul ve çevresi bir garip geliyordu gözüne. Lavaboya gitti. Elini yüzünü yıkayıp sakinleşmeliydi. Suyu açtı. Su akıyor, ama Rachel sadece suya bakıyordu. Biraz rahatlamıştı. Sonunda kendinde aynaya bakacak cesareti bulduğunda, hissettiği gibi görünmüyordu. Nefes alamıyordu ama aynada göğsü normal ve düzenli inip kalkıyordu. Soğuktan buzla kaplı bir yüzü de yoktu. Her şey normaldi. Peki neydi birden bire bu paniğin sebebi?
Aniden kapının açılmasıyla kendine geldi ve refleks gibi musluğu kapattı. Gülümseyerek:
“Merhaba Mrs. Enfield.”
“Merhaba Rachel. N’apıyorsun burada tek başına?”
Pratik olarak düşünmekle zaman kaybetmeden beyin nöronları harekete geçiyor ve hiç zorlanmadan yalan söyleyebiliyordu.
“Hiiiç. Saçlarımı toplamak için gelmiştim ve çıkıyordum efendim. İyi günler.”
Aynaya bir göz attı Saçları düzgündü. Tek bir tel bile dışarıda değildi. İnandırıcı. Bir an gözü musluğa takıldı ve kapıya doğru yürümeye başladı. Musluğu ne zaman kapattığını hatırlamıyordu. Herhalde yalan söylerken olduğu gibi beyni halletmişti.
Dışarıya çıktığında derin bir nefes aldı. Gerçekten sakinleşmiş, normale dönmüştü. Yan kapıdan dışarı çıktı. Bu kapıyı sadece öğretmenler kullanabiliyordu, ama pek umurunda değildi. Zaten görünürde öğretmen falan yoktu.
Demir tırabzana tutunduğunda yüzünü ve saçlarını okşayan hafif rüzgâr hoşuna gitmişti. Ilık ve yumuşak. Sıcağı seviyordu ve hava gerçekten çok sıcaktı. Ama çok fazla güneş ışığı vardı.
Güneş ışığı ya da başka bir ışık kaynağı, onları istemiyordu. Yoğun ışıkta kaldığında bir süre sonra gözlerinde geçici bir körlük oluyordu. Keşke gözleri annesine çekseydi. Annesinin gözlerinde ışığa karşı özel bir hastalık vardı. Sürekli ışıklı ortamda bulunması gerekiyordu. Annesinin tam zıttı bir hastalık taşıyordu ve göz sağlığı için fazla ışıklı ortamlardan uzak durması gerekiyordu. Hastalığı olmasaydı ışıkta görebilmek ne kadar da güzel olurdu.
Kendini düşündü. Her şeyiyle normal insanlardan çok farklıydı. Tamam, Görünüşünde bir kusur ya da fark yoktu. Kahverengi, yarı kıvırcık, dalgalı gür saçları ve yine aynı tonda gözleri vardı. Uzun ve kıvrık kirpiklerin çevrelediği gözler. Normal boyutlarda bir burna ve çok çıkık ya da düz olmayan elmacık kemiklerine sahipti. Kepçe ve yapışık olmayan, küpe takmaya müsait kulakları, çok sivri olmayan bir çenesi vardı. Ve işte dudakları! Dolgun, girintileri belli olan şekilli mükemmel dudaklar. Tüm hatlarıyla her şey yüzüne oturuyordu.
Gülümsemesi yüzüne yakışıyordu. Sağ yanağında zor fark edilen hafif bir gamzesi, birde yalandan gülümsediğinde sol dudak kıvrımının altında beliren derin bir gamzesi vardı. Yaşına uygun 1,65’lik boyu ve ideal kilosu vardı.
Sınıftakilerin çirkin demesine rağmen çirkin değildi. Hatta biraz makyaj ve bakımla dikkat çekici orta üstü bir güzellikteydi.
Ama yine de bütün insanlardan farklıydı.
Aniden hissettiği bir enerji tüm düşüncelerinden kopmasına neden oldu. Orada, tam karşısındaydı!..