Ruastasının yeni maceralarını arkadaşlarıyla konuşurken bir yandan sigarasını keyifle tüttürüyor, bir yandan da yarın gireceği sınavı düşünüyordu. Daima arkasında duran geçmişinin hayaletiyle yüzyüze gelmekten korkar şekilde yüzünü ekrana yapıştırmıştı.
Arkadaşlarından birini arayıp halini hatrını sormak istiyordu, ama gecenin ilerleyen saatlerinde bu fikirler cereyan ettiği için kimseyi tatlı uykusundan uyandırmak istemiyordu. Yan odada uyanların homurtusunu bastırmak için müziğin sesini biraz daha açarak havasını bulmaya başladı. Dolaptan bir bira almak için kalkabilse çok iyi olacaktı ama bunun için fazla tembeldi sanki kahramanımız.
Yüzsüzlük ile Ruastasının son vukuatları hakkında dedikodu yaparken sırıtıyor adeta bundan zevk alıyordu. Sonuçta insan dediğin, hep başkasının başına gelsin ister. Ona değil başkasına. Bana bir şey olmasında kazık yanımdakine girsin ister.
Ama bazı "ruh hastaları" vardır ki, hep ona olsun ister. Hep ona, hep ona. Mazoşistlik derecesinde bütün olayların onun başına gelmesini ister. İster ki, bütün konuşmalar sonunda ona bağlansın, herkes yatmadan önce onu düşünsün, her şiirde ona atıfta bulunulsun, ister ki her kız yoldan geçince ona iki baksın, erkeklerse üç kez baksın.
Ama küçük ruh hastası ne yaparsa yapsın bencilliğin saf ve kötücül labirentinde kaybolmuştur. Çünkü yaşadığımız dünya bizi ve ruh hastalarını öyle bir hale getirdi ki, adeta bizleri yabancı iki ırka çevirdi. Sanki çok farklıymışız, sanki çok zekiymişiz gibi gösterdi. Kimsede aldırış etmedi. Çünkü çoktan yozlaşmış ahlaki sistemin çarklarına uyum sağlamıştık.