1369"Kıyamet günü yaklaşıyor! Kâfirler ve Cennet'in Krallığını istemeyenler için bir son! Kurtuluşumuz! Diz çökün ve dua edin!"
Rahibin sokağa kurulmuş sahnenin üzerindeki çığırışları pek çok insanın dikkatini çekmişti. Gece yarısı olmasına rağmen rahibin önünde diz çökmüş dua ediyordu onlarca kişi.
Alexander binanın köşesinden izliyordu bütün olan biteni. Son on üç yılda öğrendiği bir şey varsa, o da türünün sonuncusu olduğuydu. Bir kişi daha yoktu onun gibi, gördüğü. Yoksa o bakmayı mı bilmiyordu? Ya da acaba yaşadığı o ilk gün, siyah kartı veren adamın ona söylediği yok oluş...
Kafasından attı bu düşünceleri ve arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı. Dar bir sokaktan ilerledi ve sonunda pazar sokağı denilen yere geldi. Ayın ışığı pek vurmuyordu iki üç katlı binaların arasından bu çok geniş olmayan sokağa. Ancak Alexander çok rahat görebiliyordu. Bomboş, taş yollara sahip bir sokak.
Kan ve et kokusu sokağa öyle işlemişti ki, susadığını fark etti. Yavaş ve sessiz adımlarla ilerledi sokakta. Ve bir koku duydu, ölü vücudunun duymadığı kadar güzel bir koku. Koku solundaki evin içinden geliyordu. Sokaktaki nadir cama sahip evlerden biriydi bu, büyük ihtimalle güçlü biri yaşıyordu.
Birkaç adım atmasıyla camın kenarına geldi ve içeriye baktı. Tahta, pek rahatsız görünen bir sandalyenin üzerinde, uzun, siyah etekli ve siyah, bukle bukle saçlara sahip güzel bir kadın oturuyordu. Alexander kokuya karşı koyamaz bir şekilde pencereyi itti. Pencere yavaş yavaş açılırken kadının dudaklarından bazı sözcükler, yavaş ama çekici bir şekilde çıktı.
"İçeri gel, seni bir süredir izliyordum." dedi kadın. "Adımı sorarsan... Bana Gospel derler."
Alexander camın hemen yanındaki kapıdan girdi ve arkasından kapattı. Kadının yüzüne baktığında anlayamamıştı. Karşısında duran şey, onu etkileyen şey bir insan değildi. Ne bir insana ait gözleri, ne bir insana ait duruşu vardı.
"Ben… Türümün sonuncusu değilim?" dedi Alexander karmaşık zihninden çıkarak.
Gospel ona baktı ve gülümsedi "Hayır, hiç de değilsin. Özel biri bile sayılmazsın... Bir şey haricinde." dedi ve Alexander'ın gözlerine, bir şey ararmış gibi uzun uzun baktı. "Ah... Set'in oğlu. Sen bir gölgesin." yüzüne gülümseme yayıldı. Alexander'ın yüzündeki hiçbir şey anlamamış ifadeyi görünce duraksadı. "Efendin sana hiçbir şey öğretmedi mi?"
"Ne efendisi? Ben yıllardır tek olduğumu sanıyordum.”
"Mmm" Gospel sanki bir şeyin tadını çok beğenmiş gibi dudaklarını yaladı. "Sana öğretecek çok şeyim var o halde. Benimle gel ve sana bizim soyumuzun dünyasında bir yol gösteriyim." Ayağa kalktı ve uzun eteğiyle mutfağa girdi. Bir kapağı kaldırdı ve yerin altına giden karanlık merdivenlerin başında durdu. "Önden buyur."
***
Modern Zamanlar..."Günahkârlar açın kulaklarınızı! Kıyamet günü yaklaşıyor!"
Yolda dolaşıp etrafa bağıran deli bir adamın sözleriydi bunlar. Alexander gülümsedi. Yüzyıllardır kıyamet günü yaklaşıyordu, ancak ironiktir ki, kimse görecek kadar yaşayamamıştı. Ve büyük ihtimalle o gün hiç gelmeyecekti yıllar içinde. Belki de asla.
Binanın tepesinden iyice baktı şehre. İnsanlar yavaş yavaş çekmişlerdi kendilerini sokaklardan uzaklara. Sıcak ve ‘güvenli’ evlerindeydi onlar bu saatte.
Şehir gittikçe daha yabancı geliyordu artık ona. Öyle ki, pek çok grup ona karşıydı. Artık elindeki ipleri yavaş yavaş kaybettiğinin o da farkındaydı. Özellikle Lupinlerin son iki saldırısından sonra Alexander'ın yönetiminden şüphe eden kişiler çıkmıştı.
Kıyamet günü bu sefer gerçekten yaklaşıyor muydu? Lancea Sanctum üyesi olduğu zamanlar geldi aklına. O zamanlar söylenen bir kehanet vardı herkesin dilinde.
Belki hala söyleniyordur diye düşündü Alexander.
"Ve Düşük-Kan'ın zamanı gelecek.
Elderler'in azaldığı,
Güneş'in ve Ay'ın kararışından önceki,
Ve Lupinler başlayacak hükmetmeye.
Ve O ve O'nun oğulları gelecek.
Vampirlerin azaldığı,
O ve O'nun oğulları,
İntikamı doğudan getirecek."
Yakın zamanda çıkan ve soyunun gücüne sahip olmayan vampirleri hatırlatıyordu bu ona. Çapulcular… Onlardan tiksiniyordu. Ancak belki de o yanılıyordu. 1400'lü yıllarda, Gospel hala yaşarken, çıkan Vampir isyanları sırasında da böyle şeyler olmuştu. Ancak Elderler zorla da olsa kurmuşlardı tekrar düzeni.
Belki yeniden...
Alexander düşüncelerinden sıyrılırken gökyüzüne baktı. Ay, hilal durumundaydı ve bir kaç güne tamamen kararmış olacaktı. Sonra yere baktı. Sokakta tek başına yürüyen bir kadını gözüne kestirdi ve takip etmeye başladı.
***
1430"Alexander! Yedi! Cevap yedi!" Sırtında kocaman bir yara olan Gospel bağırıyordu. Elindeki kılıcı ile üstüne gelen diğer askerleri hala engelliyordu ancak güçsüzlüğü belli oluyordu. Alexander çığlık attı ve ellerini kaldırıp sanki bir şeyi kafasının üzerine kaldırıyormuş gibi bir hamle yaptı. Ay ışığının yerde oluşturduğu gölgeler, kol gibi hareket edip Gospel ile aralarındaki askerleri bacaklarından çekti ve sürükledi.
Aralarındaki yol açıldığı anda koşmaya başladı Alexander, Gospel’e.
Alexander tam yaklaşmak üzereyken Gospel'in göğsüne girdi soğuk çelik. Çığlık atmadı, sadece gözleri kocaman açılmış, yere bakıyordu boş boş. Adam kılıcı hızlıca çıkardı Gospel’in göğsünden ve bir başkasına yöneldi. "Yedi" diyebildi sadece Gospel.
Önce dizlerinin üstüne çöktü, sonra yere yığıldı. Alexander'ın gözüne baktı ve son bir kelime söyledi.
"Yedi."
Kaslı adam, baltayı Gospel'in boğazına indirdi.