“Bilmiyorum. Anlamıyorum. Neden zayıf bir insan güçlü birine sırtını dayama ihtiyacı hisseder ki?” dedi karşısında ki kıza. Kız ona bakıyordu. Karmakarışık kuzguni saçlarını kafasının tepesinde lastik bir tokayla tutturmuş, ilkokula giden bir kız çocuğu gibi görünüyordu. Eline dökülen sıcak kahveyi eski püskü siyah bluzuna sildikten sonra; “Sen ne elde ediyorsun?” dedi merakla gözlerinin içine bakarak. Bu… Bu önemliydi. İnsanın gözlerinin içine bakmak. Herkesin yaptığı bir şey değil. Yapabileceği bir şeyde değildi. Kolay bir şeyde değildi.
“Hayır, bu, bu aynı şey değil. Demek istediğim biz…Bizde tamamen farklı. Biz, biz…” diye kekeledi. Ne demesi gerektiğini ve diyeceğini çok iyi biliyordu. Ağzından çıkanlar onun sözleri değildi. Chuck’a aitti hepsi. Tüm bu konuşmayı planlamıştı. Kafasında yaşamıştı onlarca kere. Tüm olasılıkları ve olabilecek olayları planlamıştı. Verebileceği ilginç cevapları ve tepkileri hesaplamış, karşıya tepkisinin ne olacağını kurmuştu kafasında uzun uzun.
Kız şaşırarak, “Biz mi? Bizle neyi kastediyorsun?” diye sordu. İşte buydu. Tamı tamına aynı. Beklediği cevap gelmişti. Artık gidebilirdi. “Geç kalıyoruz sonra konuşuruz. Çocuk fazla beklemesin” dedi geçiştirircesine. Kız konuyu bırakmak istemese de, o çoktan ceketini giyip merdivenlerden inemeye başlamıştı bile. Artık arkadaş olduğu Starbucks çalışanına başıyla selam verdikten sonra otomatik kapının önünde bir saniye kadar duraklayıp, şıft sesiyle açılan kapıdan geçti. Nefes kesici soğuk yüzünden beresini başına takıp montunun fermuarını yukarı kadar çekti. Kızın arkasında ve güvende olduğundan emin olduktan sonra başıyla gidecekleri yönü işaret ederek konuşmadan yürümeye başladılar.
Konuşmamak güzeldi onun için. Anlamsızca gevezelik etmekten iyidir diye düşündü ister istemez. Boş konuşmalar onu hep sıkmıştı bu güne kadar. Devrik cümleler kurduğu kendi zihninde çok daha rahattı. İsterse mutlak bir sessizlik, isterse muazzam bir gürültü ve düşünce kirliliği yaratabiliyordu zihninde. Zihninde, her şey onun emrindeydi. İpler ondaydı. Özgür olduğu tek yerdi aynı zamanda. İnsanların, normal insanların, kontrol edemeyeceği tek şey. Zihni.
Zihninde teklerken kar yağdığını fark etti. Hemen yanı başında yürüyen ama zorlanan, yer yer büyük adımlar atarak ona yetişmeye çalışan kıza baktı. Üşüyordu belli ki. Ellerini göğsünde kavuşturmuş ısınmaya çalışıyordu. Hafif yukarı doğru kalkık burnu kıpkırmızı olmuştu. Ne yapmalıyım? Diye sordu kendine. Güldü sonra. Kıza yaklaşarak bir kolunu kızın omzuna atarak yavaşça ovaladı. Kızın derin yeşil gözlerine bakarak gülümsedi.
Bir daha o kahveciye gitmem diye düşündü. Çok pahalı…