Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Everfever

Sayfa: 1 2 [3] 4
31
Yedikuleli Mansur - Mehmet Berk Yaltırık

Henüz en başlarındayım ama şunu söyleyebilirim: Uykumdan feragat edecek kadar beğendim. (Evimde bir yaşında bir bebek var. Uyuyabildiğim her dakika benim için çok değerli.) Detaylara hakimiyet muhteşem. Bu hakimiyet yüzünden de özgüvenle yazılmış ve en azından kitabın başı itibariyle hakkı verilmiş gibi görünüyor. Kitabın hemen başında hicri yılın belirtilmesi (Osmanlı'da geçen tarihi romanlarda birçok yazar bunu yapmıyor. Fatih Sultan Mehmet'in ağzından, "1453'te İstanbul'u fethettim," diye yazanı bile gördüm.) de önemli bir ayrıntı bence.

Sadece iki ufak noktada, küçük bir eleştirim var. Öncelikle kapak daha iyi olabilirdi. Bir romandan ziyade tarih kitabı kapağı gibi olmuş bence.

İkinci eleştirim ise yazar bazen romancı mı tarihçi mi olduğuna karar verememiş gibi. Dipnotlarda neyin kurgu, neyin gerçek olduğunu söylemesi mesela. Akışı biraz bozuyor. Gereksiz bir duraksama oluyor. Romanın kendi gerçekliğinin içinden bir an da olsa çıkıp geri giriyoruz. Bir de çok nadiren sanki ders verir, bir şeyleri öğretmeye çalışır gibi bir havası var. Bazı bilgileri sayfanın içinde tekrar ediyor, pekiştirmek ister gibi.
Ben kitabın içinde hiçbir açıklama olmamasını, sadece sonunda kısa bir açıklama, daha çok bilgi almak isteyenler için de bir url olmasını tercih ederdim.

32
Doğruluk Kılıcı serisinin bir sonraki kitabı büyük ihtimalle 2017 sonu veya 2018 başı gibi çıkacak. Bu sefer 3. kitap tek başına çıkacak.

33
Tartışma Platformu / Ynt: Giriş Bölümü?
« : 20 Nisan 2017, 09:14:50 »
Bence okumalarınızda gerilim türüyle de kısıtlı kalmayın. Sait Faik, Sabahattin Ali, Hasan Ali Toptaş vs. gibi ustaların eserlerini de okuyun. Dilin kullanımını inceleyin. Gerilimin ustalarından atmosfer yaratmayı, gerilimin dozunu nasıl kademeli olarak arttırabileceğinizi ve türün inceliklerini öğrenebilirsiniz. Türkçenin ustalarından da Türkçeyi nasıl kullanabileceğinizi.

34
Endişeye mahal yok.

Sarah'nın kitabı "Büyümek Diye Bir Şey Yok" adıyla çevrildi bile. Hatta neredeyse her şeyi hazır, sadece kitabın kapağındaki kadifemsi dokuyu hazırlatmamız biraz zaman alıyor. Evet, kitabın orijinal kapağındaki "fuzzy" dokular bizde de olacak.

Belirttiğiniz çevrilmesi neredeyse imkânsız kelime oyunlu karikatür, kitabın orijinalinde yoktu (oh, çok şükür). O yüzden Türkçesinde de yok. Ancak buna benzer, İngilizcedeki kelime oyunlarının ve ses benzerliklerinin kullanıldığı birkaç karikatür vardı. Bunları olduğu gibi çevirmek saçma olacağı için mecburen Türkçe kelime oyunları ve ses benzerlikleri kullanmamız gerekti ve öyle yaptık. Ancak bu sadece bir veya iki karikatür için geçerli bir şey ve onları da mümkün olduğunca deforme etmemeye çalıştık.

Bir de Büyümek Diye Bir Şey Yok'un yanında "Beyin ve Kalp" de çıkacak. Okumadıysanız onu da tavsiye ederim :)

35
Tartışma Platformu / Ynt: Wattpad
« : 06 Nisan 2017, 16:17:51 »
Değil Türkiye'de, dünyanın hangi ülkesinde hangi yasaklama, kısıtlama bir işe yaramıştır? diye bir soru sorayım ben de.

Hazal Hanım, muhakeme gücü konusunda yerden göğe kadar haklı. Bunun için de evlerde ve okullarda, "Doğrusu budur!" şeklinde bir öğretme biçimi yerine "Doğrusu nedir?" sorusu seçilmeli bence. İkisinin arasındaki fark da bence hayatidir. Ya ezberlediğimiz doğrular yanlışsa?

Düşünce özgürlüğü, sadece kendi düşüncemiz için savunabileceğimiz, başkasının (sakıncalı bulduğumuz) düşünceleri söz konusu olduğunda unutabileceğimiz bir hak değildir. O yüzden, sakıncalı bulsam da hoşuma gitmese de hiçbir düşünceyi yasaklamayı/kısıtlamayı savunamam. Ancak düşünce özgürlüğü olduğu gibi, dinleme özgürlüğü de vardır (katılmadığım veya sakıncalı bulduğum bir düşünceyi dinlemek zorunda da değilim).

Ayrıca "yasakçılık/sınırlamacılık" konusunda bence çok önemli olan bir sıkıntı var: Bunun kararını kim veriyor? Bunun kararını veren kişi veya kişiler kendilerinde bu hakkı nasıl görüyor? Çocuğun sorumluluğu devlete mi aittir, yoksa ailesine mi? Ben kim oluyorum da kendi haklarım tehlikede olmadığı halde başka birine müdahale etme hakkını kendimde görüyorum? Başka birileri de benim ne okuyacağıma, hangi oyunları oynayacağıma, neleri düşüneceğime karar verebilir mi? Bu konu toplumculuk vs. bireycilik noktasına kadar gider (ve bir doğu toplumu olduğu için ülkemizde toplumculuk daima kazanır ve birey toplumun normlarına uyana dek, bireyin tepesine odunla vurmaya devam eder).

36
Serge Brussolo ve Naomi Novik, yayınevimiz içinde başka bir bölümün ilgilendiği yazarlar. O yüzden bu iki yazar konusunda pek bir malumatım yok. Ancak haftaya, Bologna fuarından sonra, bu konuda bir haber verebilirim.

37
1- Career of Evil'ı, yıl sonuna doğru ama İstanbul Kitap Fuarı'ndan önce okumanız için çalışıyoruz.

2- Guy Gavriel Kay'in daha çok kitabını yayınlayacağız. Sıradaki: Ysabel. Yine bu yılın sonuna doğru.

3- Yeni Nöbet, bu yılki programımızda yok. 2018'in ilk yarısında. Beşinci günün şafağında doğuya bakın. Gandalf gelmezse de Gesar gelir. :)

Hep yıl sonu, hep yıl sonu. Bu ay ne var!? derseniz: Nisan sonunda Witcher 2, Sword of Destiny geliyor.

38
Ellerinize sağlık, hayırlı olsun. :)

Rica ederim, asıl ben teşekkür ederim. "Bean"e göz aşinalığım yüzünden ilk başta biraz direnmek istesem de doğru karar sizinkiydi.

Kim bilir belki de bir ara vakit bulabilirsem tüm Ender serisi hakkında bir hayli kişisel bir yazı yazıp duygularımı sizinle de paylaşabilirim. (Benim Ender serisine olan aşkım yirmi yıl önce başlamış, yürek burkan hayal kırıklıkları, öfke nöbetleri, ömür boyu sürecek bir kin, umut ve bugün itibariyle sevinç ve rahatlamayla dolmuş çileli bir hikâyedir)

Ancak, işin içinde mensubu olmadığım bir yayıneviyle olan uzaktan anılarım da bulunduğu için o kısımları anlatmamam daha doğru olur galiba. :)

39
Şu an bu konularda detay veremiyorum.

40
Başka Kurgular / Ynt: Uğultulu Tepeler - Emily Bronte
« : 16 Mart 2017, 10:22:10 »
Bronte kardeşler iyi yazarlardır ama İngilizlerin dediği gibi "not my cup of tea". Okulda zorla okutmaya uğraşmışlardı ama direnmiştim. 19. yüzyıl yüzünden desem, değil aslında. Dickens'a hastayım, Wilkie Collins'i severim. Ama bir türlü Jane Austen ve Bronte kardeşlerle yıldızım barışamadı. Kazuo İshiguro da öyle, kaliteli bir yazar ama kesinlikle benlik değil.

41
Bilmediğiniz konularda ezbere konuşuyorsunuz. Ne desem boş.

"Bu ülkeye yayımcılığın bir RTÜK'ü gerekiyor."

Yani ancak devletin onaylayıp basılmasına izin verdiği kitapları okuyalım öyle mi? Devletin sakıncalı olduğunu düşünebileceği hiçbir kitap basılmasın. Kimisine aykırı desin, kimisine pornografik desin, kimisine milli değerlerimize uymuyor desin. Verdiğimiz vergiler kitapların denetlenmesine harcansın. Kaybedilen zamanı (hatta yapmak zorunda kalacakları fazladan masrafları) yayınevleri fiyatlarına yansıtsın. Kitapların fiyatı daha da artsın. Ülkede yeri gelsin ayda bir kitap basılsın. Cennet resmen.

İsterseniz ancak devletin izin verdiği fikirleri de düşünelim, ne dersiniz? Böylece sağlıksız düşüncelerden de korunmuş oluruz. Devlet hayatımızın her alanında Demokles'in kılıcı gibi tepemizde dursun. Her şeyimizi denetlesin. Ne kadar güzel olurdu değil mi? Hayalinizdeki gibi bir ülke var ama biraz uzakta, Kore'nin kuzey tarafına denk geliyor. Eminim orada çok mutlu olurdunuz.

Sırtınızda hiçbir yumurta küfesi taşımadan, sonuçları ne olabilir diye fikir yürütmeden konuşuyorsunuz. Kusura bakmayın. Mantıklı bir argüman sunamıyorsunuz. Konuyu takip edenler artık sizin adınıza daha fazla utanmadan önce bitirelim.

42
Son yazdığımı mantık süzgecinden geçirerek tekrar okuyun lütfen.

4. maddede "yeni bir şeyle karşılaştığında" yazdığını göreceksiniz. Yani "chest" veya "lizard skin" sözcüklerini olduğu gibi bırakmayı hiçbir zaman savunmadım. Bunu da üzerine spot ışıkları tutup açıklamayı düşünmüştüm yazarken ama karşımdakine hakaret olur, ayıp olur, diye kendimi tutmuştum. Gerekiyormuş. (Evet biraz tahrik ediyorum ama yazdıklarımı okusaydınız bunu hak etmezdiniz) Ancak Television kelimesiyle "ilk defa" karşılaştığında bunu olduğu gibi alan bir dil bizim dilimiz. Bundan gocunmuyor.

İngiltere tarihini size kim öğretmişse onun yakasına yapışın. Roma İmparatorluğu, Britanya adasından tamamen ayrıldıktan 2-3 yüzyıl sonra Angl ve Sakson kabileleri Britanya adasına göç etmişlerdir. Yani Britanya adasında Angl ve Sakson kabileleri hiçbir zaman Roma İmparatorluğu'yla karşılaşmamıştır. Kıta Avrupası'nda ise Roma İmparatorluğu yine Anglların ve Saksonların yaşadığı bölgeye hiç nüfuz edememiştir. Ancak 11. yüzyılda Britanya'nın Norman istilası sonucu Anglo-Sakson dili Latinceyle değil, Fransızcayla etkileşime girmiş ve bunun sonucunda İngilizce dediğimiz dil oluşmuştur.

web ile log'un birleşip blog olması, video ile log'un vlog olması, hatta faq, asap, awol gibi sözcüklerin hepsi sanayi devrimi sonrası dil kullanımındaki anlayışın değişimi yüzündendir. Bu dönemden sonra kısaltmalar, iki kelimeyi birleştirip tek kelime elde etmeler başlamıştır. Tele kelimesi vision ile birleşip television olur, sonra da dilin/çağın tembelliğine yenilip "teevo" veya "tv" olur. Uzun uzun yazmaya okumaya üşenilir, herkesin anlayabileceği gibi kısaltmalar başlar. Bunun da Roma İmparatorluğu'yla hiçbir alakası yoktur.

Elinizdeki bilgiler yanlış. Bu bilgilere dayanarak oluşturduğunuz fikirlerin de yanlış olma ihtimalini ciddi ciddi düşünmelisiniz.

Bu konuya önem vermemin sebebi de şu: Yaptığınız deliliğin bir cinsi. Elinizde bir kuş var (Türkçe) bu kuşun kanadı, gagası var, bu kuş uçmak istiyor (yabancı dillerden kelimeler almak) çünkü bu onun doğasının bir parçası. Yüzyıllardır bunu yapmış. Kimse de ona niye uçuyorsun dememiş. Siz ise kalkmış, "Hayır sen uçmayacaksın! Kedisin sen!" diyorsunuz. "Kanadını kıracam, pati takacam, kedi olacak bu!" diyorsunuz. Bu delilik değil de nedir?

43
Başlık taşınmadan önce bir soru sorsam olur mu?

Çevirmenlere geliyor bu soru: "Alibi" kelimesini nasıl çeviriyorsunuz? Türkçede tek kelimelik bir karşılığı yok ve örneğin diyalog içinde geçerse, uzun uzun açıklama şansı da olmuyor. Bu "alibi" denen zıkkım sadece insanla da sınırlı olmadığı için, "şahit" vs. gibi tam karşılık olmasa da yakın olan bir kelime kullanma da söz konusu olmuyor. Türkçede "alibi" kelimesi hiç kullanılmadığı için (dile yerleşmediği için) polise bu kelimeyi de kullandıramazsınız.

Böyle bir durumla karşılaştınız mı ve karşılaştıysanız nasıl bir çözüm buldunuz?

44
Konu hakkında son bir şeyler söylemek, kendimi ve duruşumu açıklamak istiyorum. Umarım daha fazla açıklamaya ihtiyaç duymayacak kadar bariz olur. Daha basit nasıl anlatabilirim bilmiyorum.

- Bazı diller dışa açıktır, bazıları değildir. (Bazı diller yabancı dillerden kelime almak istemez, bazıları da buna açıktır. Bu herhangi bir dilin kusuru veya üstünlüğü değildir. O dilin, o kültürün felsefesi bu şekildedir.)

- Elimizdeki kanıtlar, Türkçenin yüzyıllardır dışa açık, yabancı dillerden kelimeler alan bir dil olduğunu gösteriyor. (Aramızda Türkçede yabancı dillerden gelmiş kelimeler olduğuna itiraz edecek biri var mı? İyi veya kötü olduğunu tartışmıyorum şu anda. Bu kelimeler var mı yok mu?)

- Ben de diyorum ki: Demek ki bu olgu (yabancı kelime almak, dışa açık olmak), günümüze has bir "hata" değilmiş. Türkçe denen dil, Çinceden, Farsçadan, Arapçadan, Rumcadan, Sırpçadan, İtalyancadan, Fransızcadan, İngilizceden ve daha birçok dilden kelimeler almış ve almaya devam ediyor.

- Acaba Türkçenin felsefesi, yeni bir şeyle karşılaştığında ona karşılık gelecek bir sözcük türetmek DEĞİL de, o şeyi yabancı dilde ifade eden kelimeyi alıp içselleştirmek olabilir mi? Bu yöntemi kullanan, bu felsefeye sahip başka diller var. Türkçe de böyle bir dil olabilir mi?

- Veya Türkçe, kendi içinden sözcük türetse de bununla birlikte yabancı kelime almaktan da gocunmayan bir dil olabilir mi?

- Belki de Türkçedeki bu "duruculuk" bakış açısı Türkçenin felsefesine aykırı bir tutumdur. Konuştuğumuz bu dil, yüzyıllardır bu "hata"yı yapıyorsa belki de bu dil için yabancı bir dilden kelime almak hata değildir.

45
Öncelikle bir yanlışı düzelteyim, Can Yayınları'nda aktif görev almadım. Başka yayınevlerinde çalıştım ama Can Yayınları'nda değil. Değerli bir yayınevimizdir ama orada çalışmak nasip olmadı. Yanlışlık olmasın.

Bir de hemen uyarmaya gerek yok bence. Medenice konuşuyorduk. Hatta belki ben de biraz provoke etmiş olabilirim. (Bazen satır aralarında olsa bile kender damarım tutuyor, elimde olmadan :D )

Sayfa: 1 2 [3] 4