Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Saduntuncay

Sayfa: 1 [2] 3
16
6.BÖLÜM (BEYAZ EJDERHA)

Gözlerini artık açamıyordu. Dev kanatları ile üzerini örtmüştü. Acıya daha ne kadar dayanabilir kendisi bile bunu bilemiyordu. Damarlarındaki ejderha kanı sanki onu terk etmek için tüm çabasını gösteriyordu. Kalbinde yeniden o bıçak yarası gibi acıyı hissetti. Gözlerini kapattığı günden beri sığınmış olduğu karanlıktan daha da öte bir karanlık zaten bedenini sarmıştı. Dört ay dönümüdür bu zulmü sürekli hissetmekteydi. Koca vücudu titremeye başladığında adeta kendin geçti. Beyni uyuşmuştu; lakin hala savaş veriyordu. Karanlık, acı ve iradesinin kırılma noktasına gelmesi daha fazla dayanamayacağını gösteriyordu. En büyük kabuslar ve umutsuzluk rüya gibi beynini kemirirken, o ise yumurtasından ilk çıktığı günü düşünmeye çalışıyordu. Ne zaman güzel şeyler düşünmeye çalışsa, kurduğu hayallerin kontrolünü yitiriyor ve o minik yumurtadan Naranvel yerine, küçük kurtçuklar çıkarak etrafa yayılıyordu. Garip ve karanlığın derinliklerinden gelen yankılı ürpertici sesi yeniden işitti.

' O, nerede? '

Çektiği acı daha da yükselmeye başladı. Beynine giren karanlık sanki bir rüzgarmışçasına içinde dolaşırken Onu bir an olsun bile düşünemezdi. Çünkü Lichler anında bunu görürdü. Yakın zamana kadar evi olan mağarasına gölgelerin içinden geçerek girmişlerdi. Karanlık büyülerini gerçekleştirdiklerinde Naranvel hazırlıksız yakalanmıştı. Beyninde dolaşan karanlık, onu pes ettirmeden önce, oradan gitmeliydi.

Lichler, ejderhanın etrafında çember olup kollarını açarak sürdürdükleri karanlık ayini devam ettirdiler. Ses yeniden beyninde yankılandı

' Söyle Ejderha. O nerede ? Yol gösteren nerede ?'

Naranvel, kadim Harloth'u bir an olsun düşünecek olursa düşmanın fark etmesi an meselesiydi. Acı yeniden yükseldi. Bu sefer hayatında atabileceği en büyük ejderha çığlığını attı. Depremler kadar sarsıcı, derin denizlerin dev dalgaları gibi yoğun, kışın etrafı saran sonsuz rüzgar kadar sertti. Doğu diyar, hatta kuzey adaları bile çığlıklarını duyabilirdi. Lichler, ayini bozmamak için direndiler. Zavallı Naranvel buna daha fazla katlanamazdı. Bedeni yakında onu kaybedecek ve sonsuzlukta yolunu arayacaktı. Ama hayır! Burada ölemezdi.

Bembeyaz, pullu derisine renk katan zümrüt yeşili gözlerini araladı. Beyninde dolaşan telepatik sesiyle karanlığa konuştu.

' Karanlığa verecek bir cevap yok bende... İçimdeki alevden başka!'

Ağzından çıkan saf alev, tüm mağarayı kapladı. Gökkuşağının tüm renkleri alevin içerisinde dört dönüyordu. Lichler, alevler içinde oluşturdukları çemberi bozup etrafa yayıldılar. Kendine bir fırsat yaratan Naranvel, karanlık işkencecilerden geriye kalan kudretini bu dev ateş şölenine harcadığı için daha fazla dayanamazdı. Mağaranın çıkışına yöneldi. Dev pençesi, yerde acıyla kıvranan lichlerden birinin kafasını yumurta gibi ezdi. Parçalanan iskeletimsi kafa ve üzeri kara büyü rünleriyle kaplı koyu renkli miğfer, ejderhanın kuyruğunun çıkardığı rüzgarın etkisiyle havada kısa bir süre dans etti.

Yuvayı terk etmek bir ejderhanın yapabileceği son şeydi. Dışarıdan, mağaranın içerisi gündüz vakti olmasına rağmen öyle aydınlık görünüyordu ki, Fork şehrinin halkı göklere doğru kafalarını kaldırdıkları vakit bu renk şamatası karşısında şaşkınlıklarını gizleyemezlerdi.

Lichlerin her birinin alevle can verdiğinden emin olmak için boynunu tekrar mağaraya çevirdiğinde beyninin içerisinde bu sefer daha dingin bir insan sesi belirdi.


' Daha fazlası gelecek kadim dostum. Bu acı onlar geldikçe dinmeyecek. Orlindor kapısının mührü hergün daha da zayıflıyor. Kapılar açıldığı vakit, bu dünyadaki her canlı tarihin en büyük savaşına şahit olacak.'

Naranvel sese cevap verdi.

'Harloth... İnsanlar... İnsanlar bu savaşı kazanamazlar'

Harloth çaresizce karşılık verdi

' Tanrıların bizlere düzen için bahşettiği ışığı kullanamadığımız sürece biz de kazanamayız Naranvel, ejderhaların atası ve anası. Bu bedenler artık karanlığın hedefi halini aldılar. Bunu sen de biliyorsun ve artık daha da iyi anlıyorsun. Zezan asla vazgeçmeyecektir. Biz düşersek, Galthar gögeler ve ölümle kaplanacak. Yeni bir beden bulmalısın kadim dostum. Dikkatleri çekmeyecek bir beden. Gücün uzun bir zaman derinliklerde yaşayacak, aynen benim gibi; lakin yüzleşme günü geldiğinde, işte o zaman uykumuzdan uyanacağız. '

Naranvel, Fork şehrine tepeden bir bakış attı. Koca şehir, dev dağın altında adeta bir nokta gibi gözüküyordu. Ejderha,

' Bu sorumluluğu hangi ölümlü kaldırabilir ?' diyerek uçurumdan aşağıya bakmaya devam etti.

Harloth kararlı bir sesle 'Bu sorunun yanıtını bulmak sadece sana bağlı. Onu bulacaksın ' dedi.

' Peki ya ölümlü naçizane bedenlerimiz de düşerse ne olacak Harloth?'

Sessizlik hakim oldu... Ejderha yanıt alamayınca Harloth'un daha fazla zihin gezintisi yapabilecek güce sahip olmadığını anlamıştı. Belki de son gücünü, kadimlerin en güçlüsü olan Ejderha'yı uyarmak için kullanmıştı. Ejderha, diğer kadimleri düşündü. Ya onlar hiç başaramadıysa ?

Bir ejderha olmasına rağmen 'hala umut var' gibi insan zırvalarına inanabilecek kadar yufka yürekliydi. Son bir çaba gösterdi ve kanatlarını açtı. Tüylü, beyaz ve pullu ayakları yerden kesildi. Kendini koca uçurumun tepesinden aşağıya doğru saldı. Kanatlarını zarifçe her çıprtığında, zümrüt yeşili gözleri daha da parlıyordu. Olanca gücüyle Ejderha çığlığını attı. Zafer çığlığı, umudun çığlığı , kadim dostları için savaşacak olmanın verdiği gücünün son demlerindeki çığlığı...

Dev gırtlağından çıkan olağan dışı sesler, en güzel savaş musikilerinden bile daha şanlı ve tüyleri diken diken eden cinstendi.
Görkemli beyaz cüssesi ve parlak derisi ile o, yüzyıldır uçtuğu görülmemiş en güzel yaratıktı. Artık, geri dönmüştü. En büyük silahı ne kudretli pençeleri, ne Elflerden bile sert iradesi, ne de ışığın aleviydi... Umut, tek güvendiği buydu...

6.bölümün sonu

17
Çok teşekkür ederim. Hemen inceleyeceğim programı. Bakalım inşallah büyük diyarımda bana yardımcı olur. :)

Daha çok karakterlerin bakış açısını severim zaten okumayı. Öyle yapmanız iyi olmuş. Şu aralar çok yoğunum malum 12. Sınıf geliyor. Ama mümkün olan zamanlarda okuyacağım inşallah. Konuyu sık kullanılanlara ekledim. :) 

Yorumun ve ilgin için çok teşekkür ederim. Yardımcı olabildiysem ne mutlu bana. Bol bol yorumlarını beklerim okumaya vakit bulduğun zamanlar :)

18
Açıklamayı okudum da, benim için fazla karanlık ve iç daraltıcı (karamsarlıktan dolayı :D) . Fakat fikir hoşuma gitti, başarılı :) Vaktim olduğu zaman kalanını da okumayı düşünüyorum. Bu arada bir sorum olacaktı; haritayı nasıl yaptınız acaba? Kendi diyarım için de bir harita düzenleyicisine ihtiyacım var çünkü çizerek çok zor oluyor. Bu bilgiyi benimle paylaşırsanız minnettar olurum :)

Saygılarımla.

Evet doğrudur. Biraz karanlık ve gergin bir seri olacak. Bazen de güleceğiz ve kahramanlıklara şahit olacağız elbette :) Farklı karakterlerin bakış açısının ele alındığı bölümlerde karanlık ortamdan çıkacağız desem belki biraz yüreğine su serpilir.
Harita konusuna gelince AUTOREALM kullandım ben. Googledan aratarak nasıl kullanıldığıyla ilgili ip uçlarını görebilirsin. Oldukça kolaydır ama emek ister. Hatta yarattığın haritayı jpeg formatında kaydettikten sonra photoshop yapabilirsin böylece daha renkli daha canlı da olabilir ;)

19
5. BÖLÜM (ZEHİR)

Aween, kalenin geniş salonuna doğru yavaş adımlarla ilerledi. Halkın arasında arsızca yemek yeme yarışı ve her türden lezzeti tatma hırsı şimdiden başlamıştı bile. Aween, Terron’un Artheen'i zindanlara yollamasının ardından hangi akla başvurarak böyle bir eğlentiyi düzenlemeye yeltendiğini ve bu sadistçe cesaretin kaynağını fazlasıyla merak etti. Salona giriş yaptığında, dikkatini yeniden insanlara yöneltti. Bazıları uzun zamandır halka açık yemeklere davet edilmedikleri için sofrada nasıl duracaklarını ve nasıl davranacaklarını unutmuş gibiydiler. Kalın ve koyu kahverengi masanın üzerine çöreklenen iri gözlü bir çocuk önce tere yağlı patatesinden bir parça ısırdı, ardından da lir yağında kavrulmuş enfes kokulu sosislere yumuldu. Diğer yanda ise burnunda koca bir et beni olan yaşlı ve uzun boylu bir adam oturuyordu. Üzerindeki paçavra sayılabilecek, gübre izleri yer yer belli olan cübbesini bez niyetine ağzına sürerek dudaklarının kenarında kalmış olan yahniyi temizledi.
Utanıyordu halkının bu hale gelmesinden; ama en çok da Terron'dan tiksiniyordu. Çünkü Artheen, her daim halkıyla yemek yerdi. O, iftira ile ayağını kaydırdığı bir kralın ardından ziyafet düzenlemezdi. Artheen gerçek bir kraldı.

Aween, kendi masasına doğru ilerleken ayakkabısının topuk kısmı yeni cilalanmış ahşap döşemeye her çarptığında tok bir ses çıkartıyordu. Tavanda asılı olan kaliteli ahşaptan yapılma dev mumlukların ışıkları sanki kara bir büyü yapılmışçasına, salon boyunca duvarda asılı olan hayvan kafalarını hareket eden dev gölgelere dönüştürmüştü. Karanlık ormanlarda yürürmüşçesine tedirgince etrafına bakarken, kendisine ‘Majesteleri’ diyerek verilen selamları bir an için umursamadı.
Sofralar özenle donatılmıştı. Yemek çeşitleri; rütbelere ve sınıf farkına doğru zenginleşiyordu. Masaların üzerinde şerbet ile süslenmiş nefis mısır taneleri, Wartholdian balı ile çifte kavrulmuş tavuk kanatları, şaraplı etler, cevizli sıcacık ekmekler, en kalite unla yapılmış beyaz, elma soslu kekler...

Masasına yaklaştı ve kendisini fark eden Terron’a isteksizce reverans yaptı.
Terron, elindeki but parçasını bir elma gibi ısırdı ve ardından şarabını yudumladı. Tuniğinin üzerine bir miktar şarap dökülmüş ve kurumuştu. Aween, tiksinerek yanına oturdu. Nam-ı diğer kokarca sinsice gülerken ağzının iki kenarı da sivri mızraklar gibi iki ayrı yere dağıldı.

'Büyüleyici giyinmişsiniz. Sonunda eğlenceye adabte olmaya karar verdiniz demek.' diyerek şarabından bir yudum daha aldı

Aween, zoraki bir gülümsemeyle Terron'a baktı. Tozlu masanın üzerindeki et kesme bıçağını alarak herifin gırlağını kesmeyi, daha sonra da karnını yararak, dışarı taşan bağırsaklarını ağzına tıkmayı çok istiyordu. Bir anlık tatlı hayal bile Aween’i sakinleştirmeye yetmiş gibiydi. Sakinliğini koruyarak 'Ağabeyimin yasını tutacak zamanım olacaktır majesteleri' dedi.

Terron, kafasını hafifçe sallayarak 'işte bu çok güzel' dercesine Aween'i onayladı. Buttan bir ısırık daha aldı. Çevresinde oturan lordlar ve yemeğe teşrif eden konsey üyeleri istiflerini bozmadan yemek yemekteydiler.

' Zamana iyi ayak uydurabilmeniz çok dokunaklı; lakin... Bu ani değişiminiz içime şüphe düşürmedi desem, bana yalancı der miydiniz?’ diyerek budundan bir parça daha aldı. Üzerine de şarabını kana kana içti. Kızıl şarabın rengi, sanki ileride Wartholdian'ın özgürlüğü için akıtılacak olan kanları ve canları temsil ediyor gibiydi.
Aween, önce biraz tereddüt etti, fakat sonra ince kaşlarından birisini hafifçe havaya kaldırarak,

' Yanılıyorsunuz, beyim... Sadakatimiz ve güvenimiz her zaman yanı başınızda olacaktır'

Aween, Kokarca Terron'un gümüşten aslan motifli kadehine, kızıl şarabı yeniden dökmesini izledi. Büyülenmiş gibi akan kızıl şarabı izledi. Uzun zamandır böylesi olmamıştı. Zaman, sanki yavaşça akmaya başladı ve görüntüler hiç olamayacağı kadar karmaşıklaştı. Sanki,olayları ince sislerle örülmüş bir perdenin arkasından görüyordu. Şarap aktıkça görüntüler kafasında birleşmeye başladı. Burası karanlık ve kayalarla örülmüş bir yerdi. Gölgelerle dans eden ay ışığının altında bir savaşçı yürüyordu. Kahverengi saçlı ve yeşil gözlü... Daha sonra homurtular yayıldı. Çığlıklar ve insan sesine ait olmayan homurtular... Ellerindeki kara kılıçlarını savurarak ilerleyen çok koyu yeşil tenli ve iri kıyım garabetler kayaların ardından genç savaşçıyı izliyorlardı. Koca cüsseli garabet, ağzını açtı. Dudağının iki yanındaki pençe gibi dişler ay ışığında parlıyordu. Kara kılıcını kaldırarak diğerlerine genç savaşçıyı gösterdi. Homurtular ve böğürme sesleri o kadar ürperticiydi ki Aween sanki o anı yaşadığını beş tanrı üzerine yemin edebilirdi.

Görüntü yavaşça eski halini almaya başladı. Terron, şarabını doldurmayı bitirdi. İçtiği beşinci şarap olacaktı. Gözleri kanlanmıştı. Anlamsızca sol tarafa yatan kafası şaraba her an yenik düşüp masanın üzerine yapışabilirdi.

Aween, gördüklerini bir kenra bırakarak elbisesinin kol kısmındaki gizli cebine sakladığı küçük şişeyi yavaş hareketlerle çıkardı. Kabus gibi etrafını saran bu imgelemlerle daha sonra ilgilenmesi gerekti. Kokarca Terron, gösterilerine az önce başlamış olan kıvrak figürler sergileyen büyüleyici dansçıları ve alevle hokkabazlık yapan ikinci sınıf soytarıları kendin geçmiş şekilde izlemeye daldı. Yamuk burnu kızarmıştı. Bu iyi bir fırsat olabilirdi. Aween'in yapması gereken tek şey, şişenin içindekini Terron'un onu farketmediği bir anda kupasına boşaltmaktı. Sadece iki damla... Sonrasında sözde kral, tüm organlarını kan eşliğinde yere kusarak çaresizce can verecekti.

20
Çizgi / Ynt: Kadimlerin Uykusu (grafik çalışması)
« : 11 Temmuz 2014, 17:13:39 »

21
Çizgi / Kadimlerin Uykusu (grafik çalışması)
« : 11 Temmuz 2014, 16:30:15 »

22
Kardeşim merhaba,

Rıhtım durgun. Ben de yeniyim, daha doğrusu takip ediyordum ama yeni üye oldum. Senin hikayeni paylaştığın gün okudum, ilk bölümünü. Hiç sıkılmamıştım, yorum yapmak aklıma gelmemişti. Üzüldüğün için kendimi kötü hissettim o yüzden yorum yazıyorum.

Bu yorumu yazmadan önce de 2. ve 3. bölümü okudum. Harita olması olayları kavramayı daha kolay hale getiriyor, bu sebeble teşekkür ediyorum emeğin için de sağol. Okuyan gözeten çok kişi vardır evet ama onlara da hak ver, işleri olur vs. Sen yorum almak zorunda değilsin, belki yöneticiler okur yazar puanı vs. verirler. Kendini yalnız hissetme, yazmaya devam et. Kalemin kuvvetli.

Saygılar.
G

Değerli ve olumlu yorumun için çok teşekkür ediyorum :) Doğrudur, ortalık sakin ve fazla bu bölüme tam anlamıyla uğrayıp bakanlar olmayabilir; ama tek istediğim biraz yorum yapılmasıydı. Sırf tanıdıklar, kendi tanıdıklarının konusuna yorum yapmasın isterim ben. Bu kaynaşmayı da beraberinde getirir şahsi düşünceme göre. Onun dışında dediğin gibi gelen okur ve yorum yapmasa bile beğenmiş olması benim için dünyanın en güzel mutluluğudur zaten. Kafamda bu çalışmam için çok büyük bir kurgu ağı var. Beni dış dünyadan soyutlayacak kadar büyük olan bu dünyanın içerisinde olmam ve sürekli üretmem bana güç sağlıyor :) İyi forumlar diliyorum

23
4.BÖLÜM 'SADAKAT'
Garener, bileyleme işini sonlandırmıştı sonunda. Toplu, hafif seyrelmiş siyah saçlarını düzelterek kılıcı kontrol etti. Silahı, Tanrıların saçtığı ışıklar gibi parlıyordu. Her hareketi, kabzasında birbirini ısıran iki gümüş ejderha deseni olan kılıcın ihtişamını ve parlaklığını daha fazla gözler önüne seriyordu. Son kontrolleri de yaptıktan sonra iri cüssesini oturduğu kayanın üzerinden kaldırarak ayaklandı. Kocaman gölgesi, adeta bir ‘ölüm verenin’ ki kadar karanlık bir surette, yerde zorla diz çöktürülmüş Artheen’in üzerine düştü. Garener, son kez derin bir nefes aldı ve bu sefer kulenin en tepesindeki nöbetçiye baktığında yerinde olmadığını gördü. Nöbet değişimi zamanıydı ve diğer nöbetçinin oraya çıkıp yerini alması biraz zaman alacaktı. Bu kadar tedirgin olmasını ve zamanlama konusunda bu denli gereksiz bir titizlik göstermesini yanındaki bazı askerler henüz idrak edememişti. Yapması gereken tek şey, tek bir hamle ile ‘gırtlakkesen’ in kafasını gövdesinden ayırmak ve bu önemli sırrı saklı tutmaktı. İnfazın böyle bir yerde gerçekleşmesi de zaten Terron'un planının bir parçasıydı. Kulenin avlusunda gerçekleşecek bir infaz riskli olabilirdi. Kimlerin dilini tutup tutamayacağını kimse tahmin edemezdi.

Bulutlar, çayırların sona erdiği yoğun tepelik bölgede sanki daha da fazla yoğunlaşmıştı. Güneş ışıkları, Wartholdian topraklarını yağmur damlaları kadar ince bir yoğunlukta aydınlatıyordu. Rüzgarın sayısız pençeleri tüm şiddetiyle savrulmaya devam ederken, Garener yerde diz çökmekte olan Artheen’e doğru yaklaştı. Kafasını sağ tarafa çevirerek, çayırların bittiği yerde başlayan toprak ve taş yığınlarından oluşan patikaya gözlerini dikti. Kılıcını hafifçe kaldırmaya başlarken, diğer askerlerden iki tanesi Artheen’i daha sıkı tuttular. Garener, kalın ve tok sesiyle bağırdı

’’ Artheen Gırtlakkesen, Wartholdian’ın düşmüş kralı! Son sözlerini işitmek için Kral namına konuşuyorum’’

Garener, bu sözünün ardından Kulenin muhafızlarının, olayları göremeseler bile, sesini duyduklarından emin olmalıydı.

Artheen, uzun saçlarının arasına gizlediği yüzünü kaldırarak hafifçe sırıttı. Sesi, gerçekten de yeterince etkileyiciydi.

' Haydi, yap artık. Çabuk bitir işini. Bitir ki atalarıma kavuşayım'

Garener, Artheen’in yanındaki iki muhafıza birden baktı ve Artheen'e dönüp, çizgili suratını hafif buruşturarak 'Beni bağışlayın majesteleri' dedi

Ani bir hareketle Artheen’e çok güçlü bir tekme atarak, genç delikanlının iki muhafızın kolları arasından sıyrılıp eğimli zemine sahip çayırın biraz aşağısına yuvarlanmasına sebeb oldu.

Şaşıran muhafızlardan biri sesini yükseltmek amacıyla bağırmak istedi ’’ Hey! bu da neydi şim...gkhhh’’

Garener, hızlı ve oldukça teknik gerektiren bir kılıç darbesiyle muhafızın gırtlağında derin bir yarık açtı. Kan damlacıkları diğer yanda duran muhafızın yüzüne ve zırhına sıçradı. Öyle bir koyu kırmızyıdı ki gümüş rengi zırh birden renk değiştirmişti sanki. Yeni cilalanmış zırhının üzerinden bir yılan gibi kıvrılırcasına akan kanı daha fazla görmezden gelen muhafız Garener’in üzerine doğru yürüdü. ‘’ Bu yaptığının bedelini Kral Terron sana ağır ödetecek hain’’ diyerek kılıcını Garener'e doğru yöneltti. İki ayrı asker grubu da, birbirlerine tehditkar şekilde kılıç çekti. Sadık adamları, Garener'in işareti ile diğer askerlerin üzerine çullandılar. Kılıç darblerinin ardı arkası kesilmezmişçesine devam etti. Wartholdian çelikleri birbirine çarptıkça oluşan gürültüyü Kule muhafızlarının duyması an meselesiydi. Silahını Garener'e doğrultup etrafında çember çizen muhafız, çaresizce diğer yandaşlarının katledilişini izledi. Bağırsakları mızrak darbesiyle çayır otlarına serilenler, gözünden kılıç darbesi alıp akan beyinleriyle etrafı boyayanlar, organları kopanlar... Muhafız, çaresizce Garener’in üzerine atıldı.

’Kral için’

Garener, kılıç darbesini yana çekilerek savuşturdu. Muhafız, havaya kaldırdığı kılıcını bir kez daha iri adama isabet ettirmeye kalktı. Hızlı ve güçlü bir darbeyle kılıca, kılıçla karşılık veren Garener, muhafızın kılıcını parçalayarak un ufak etti. Geniş ve uzun kılıç, muhafızın silahını bir sopaymışçasına doğradı. Şaşkınlıktan deliye dönen muhafızın kılıcı düşürdüğü eline bir darbe daha indirerek koparttı. Hemen ardından da aşağıya doğru ustalıkla savurduğu kılıcı, çaresiz muhafızın ayağını uçurdu. Sağlam kalan eliyle, iki uzvundan da fışkıran kanları meyhude yere durdurmaya çalışan muhafızın gırtlağına nasırlı elleriyle sarıldı. Acıdan çığlıklar atan adamı, Artheen'in yanına doğru sürükledi. Öfkeli bir sesle ‘ Wartholdian'da tek bir kral var!’ diyerek adamın kafasını zorla Artheen'e çevirdi. Ardından kocaman kılıcını muhafızın karnından geçirerek aniden geriye çekti. Korku ve acı içinde son nefesini veren muhafızın gözlerinde sanki hala ‘’Neden’’ sorusu var gibiydi. Garener'in adamları da, muhafızlarla işlerini tamamen bitirmişti. Kan gölüne dönen ıslak zemine basarak ilerleyen Garener ve adamları Artheen'in tam önünde toplandılar. Genç delikanlı, hala bir anlam verememişçesine her bir adama şaşkın gözlerle baktı. Büyük çalkantılar yaşayan kafasını toparlamaya çalışırken aniden Garener, kılıcını kullanarak Artheen’in önce ellerindeki  daha sonra da ayaklarındaki düğümü çözdü.

Artheen, kollarını sıvazlayarak ayağa kalktı. Hala şaşkınlığını üzerinden atamamışken Garener ve sadık askerler ‘’Kral için’’ diye bağırarak genç adamın önünde diz çöktüler. Zırhların gıcırtı sesleri eşliğinde adamlar kılıçlarının uç kısmını, çöken dizlerinin yan tarafından geçecek şekilde toprağa sapladılar ve adeta heykelmişçesine öylece durdular.

4.bölümün sonu

24
Sıfır yorum. Gerçekten hayal kırıklığına uğradım... O haritayı yapmak bile emek istiyorken, sadece bakıp geçilmesi çok üzücü. İnsanın devamını getiresi gelmiyor

25
Tüm bölümleri ve daha önce paylaşmadığım bölümleri burada yeniden düzenleyerek zamanla paylaşacağım arkadaşlar. Önce bir temayı sindirin ve düzenlediğim bölümlere bir bakın istedim.Linkte verdiğim haritadan yararlanarak okuduklarınızdan daha fazla zevk alabilirsiniz ve hikayeye yabancı kalmamış olursunuz

Yorumlarınızı eksik etmemenizi diliyorum dostlarım

Harita linki: http://imgur.com/NNzgL1q

 

Tür: Dark Fantasy, Gerilim

----------------------------------------------------

Galthar Efsaneleri -Kadimlerin Uykusu-

AÇIKLAMA BÖLÜMÜ

Galthar,yaşlı dünya...Yıpranmış ve lanetlenmiş bu dev alemin kadim beş Noha(tanrı) tarafından yaratıldığı rivayet edilir.Noha’lar artık gözlerini ya başka alemlere çevirdi,ya da güçlerini kaybetmeye başlamışlardı.Tüm Galthar, derin bir karanlığa bürünme aşamasındaydı.Son ejderha Naranvel’in çığlıkları her gece bu kadim dünyanın bütün hudutlarından rahatlıkla duyulabiliyordu.

Vakti zamanında, karanlık Rün Büyücüsü kudretli ve kadim Godrekh ,eski karanlık tanrıların desteğini alarak efendilerinin isteğini yerine getirmek için tüm Galthar’a savaş ilan etmişti.Karanlık kapıları kullanarak,bu hayatta kimsenin görmediği,görmeye cesaret edemediği en güçlü Lichler’i (karanlık ve ölü büyücüler) çağırarak yardım istedi..Godrekh’in zaferi kaçınılmazdı;lakin Harloth –yol gösteren- bir kez daha çaresizliğin hüküm sürdüğü bu alemde ortaya çıkmıştı.O,yeniden Galthar’a cesaret verdi ve karşı koymalarını sağladı.Tüm Galthar,tek bir sancak altına toplanmıştı ve Godrekh’in öncü ordularını malup ederek Orlindor Kapılarından geçtiler, karanlık toprakların hakimi Godrekh’i kara taht kulesinin kapılarına dayanarak katlettiler. Zafer kazanılmıştı; ama kara bulutlar Galthar’ın üzerinden asla gidememişti.Godrekh’in ölümü ile kendisine yemin sözü veren tüm Lichler, Orklar ve Troller (lord of the rings trolleri değil karışmasın) ve diğer yabanıl ırklarla beraber kayıplara karıştı.Lichlerden dirayetli olanları çoktan Galthar dünyasında şekil değiştirerek krallıkların,ailelerin arasına karışmıştı bile.

Dengeler bozulmuş,kardeş kardeşi boğazlamış,lordlar krallarını zehirleyerek tahta geçmişti.Nohalar’a beslenen o sonsuz inanç yerini kafirliğe bırakıyor,hastalıklar yayılıyor,hatta Elf diyarını bile etkiliyordu. Krallıklarda çıkan isyanların ardı arkası hala daha kesilmemişti. Savaş çok şeyi alıp beraberinde götürmüştü..Harloth güçlerini yitirmiş ve kötü bir musibetin etkisine geçmeye başlamış gibiydi. Günün birinde ortadan tamamen kayboldu. Kimileri bu diyarda işini bitirdiğini söylüyor,bu yüzden gittiğine inanıyordu,kimileri ise onunda ölümlüler gibi acı çektiğine kanaat getirmeye başlamıştı. Krallar ise ‘artık bizden umutlu olmadığı için gitti ‘ diye yorumluyordu

Savaş tüm Galthar’ın askeri gücünü oldukça azaltmıştı. Önce,cüceler kendilerini yer altının ucsuz bucaksız derinliğine gömerek bu dünyadan kendilerini çektiler ve yeraltındaki kalın çelik kapıları olan Duhkun'un ardına saklandılar. Sonrasında Elfler,bu alemin artık hastalık ve ölümle baş edemeyeceğini anladıktan kısa bir süre sonra gemileri ile yolculuğa çıkıp iyileşebilecekleri ve daima ölümsüzlük olacaklarına inandıkları Kadeen Geçitlerinden geçtiler. İnsan ırkı artık tek başına kalmıştı. Gruplaşmalar,entrikalar sürdükçe sürüyor, her geçen dünya dönümü(yıl) daha da artıyordu...Sadece Naranvel sağ kalana dek tüm ejderhalar yaşamını yitirmeye başlayınca bu kadim dünyadaki büyü düzeni de azalmaya ,hatta ortadan kalkmaya başlamıştı.Sadece iradesi ve güçleri fazla olan bazı büyücüler hayatta kalabilmiş ,elinde kalanı koruyabilmişti.

Lichlerin etkisinde olan Zezan,durumdan yararlanarak kutsal büyücülük yeminini bozmuştu,ona inanan her güçlü büyücü ve savaşçıyı yanına aldı ve atlarını karanlık topraklara sürdüler.

Aradan tam bir yüzyıl geçmesine rağmen Galthar, yaralarını tamamiyle saramamıştı. Zezan,kimsenin daha önce cesaret edemediği büyüleri kullanarak hem kendi ömrünü uzatmış,hem de Lichler’e hükmetmeyi öğrenmişti. İnsanların cesaretini kırmak amacıyla kışkırttığı Galthar halkını ve kendi güçlerini kullanıyordu. Karanlık kapıların berisinde kalan insan ırkının büyük bir savaşa daha gücü yoktu.Sadece iki kral hüküm sürmeye başlamıştı. Bunlardan biri hala lichlerin etkisinde olan (Farnhidol’un Kralı) Kral Forin diğeri ise türlü entrikalarla ölen ve çok sevdiği Kral babasının yerine geçmek zorunda kalan ( Demirduvar Kalesi’nin eski lordu ve şu anki Wartholdian topraklarının Kralı) Artheen idi. Artheen,babasının ölümünü ve bazı gariplikleri araştırmak için çalışmalar yaptığı sıralar katledilmek istendi;ama o çok güçlü bir savaşçıydı ve her seferinde kendisine gönderilen suikastçıları durdurmayı ve öldürmeyi başardı.Halk, Artheen’ e sonsuz güveniyordu.Ne zamanki, günün birinde suikast etmek amacıyla yanına yaklaşan hizmetçinin gırtlağını kesmek zorunda kaldı; işte o zaman ortaya çıkan bazı şeylerle birlikte ismi ve namı lekelenip Artheen Gırtlakkesen olduktan sonra yerine geçen Kral Terron (Nam-ı diğer Kokarca Terron) tarafından Wartholdian çayırlarının kuzey tepelerindeki kule zindanında çürümeye mahkum edildi. Artheen,yakın zamanda son defa temiz havayı ciğerlerine çekecekti ve ondan sonrası tamamen karanlıktı. Harloth tam olarak kimdi veya ne idi? Asıl soru, neredeydi? Godrekh yüzyıl önce nasıl bir laneti ortalığa salmıştı ? ve Zezan’ın bu denli güçleneceği hesaplarında var mıydı? Neden insanlar kendi ırkına bile güvenemiyordu? Galthar’ı korumaya yemin edenler bir savaşı daha kaldırabilir miydi ? Dünya fazlasıyla değişiyordu. Kara bulutlar artık tamamen bu dünyanın üzerindeydi ve cevaplanması gereken çok soru,kazanılması gereken birçok zafer vardı.Kan,kılıç ve artık bu topraklarda yok olmaya başlayan büyüyle !





 

1.BÖLÜM- ARTHEEN GIRTLAKKESEN-

Wartholdian Kalesi’nin kapısı acı bir şekilde gıcırdayarak açılmıştı. Kalenin koridor kısmında yürüyen muhafızlar alel acele koşarak dev tahta kapının iki yanına koşullandılar. Rütbeli bazı kale muhafızları kalkanlarını daha sıkı kavrayarak hafifçe yukarı kaldırdılar ve koridorun gerisinden gelerek, elleri saf Wartholdian çeliği ile kenetlenmiş Artheen’i çevrelemeye başladılar. Muhafızlar, Kralı’ın emri ile bu görevi en iyi güvenlik önlemlerini alarak gerçekleştirmek istiyorlardı. Artheen, gurur ve nefretin aynı anda ruhunu sarıp sarmaladığı bu kabustan kurtulmak için keskin bir kılıcın basit ve tek hamlesiyle kafasının gövdesinden ayrılmasına razı gibi görünüyordu. O, annesinin biricik evladı ve tek erkek çocuğuydu. Wartholdian’ın en güzel çocuğu, Artheen... Tüm lordların ne kadar uğraşsa da etkileyebilmekte fazla başarılı olamadığı batı diyarın en güzel kızlarının kalbini, yeşil gözünü tek bir kırpışıyla feth edebilen, ince dudaklarının hafif tebessümüyle bile onları yatağına kolayca misafir edebileceği Artheen... Şimdi ise; yüzü kir ve yağ ile kaplanmış, o parlak ve uzun kahverengi saçları solmuştu. Üzerine koyu yeşil renkte, harap olmuş ve kirli bir tunik giydirilmişti. Ayaklarını koruyacak çizmeleri yoktu. Onun yerine, ayağına orta kalınlıkta bezlerden yapılma sargılar konulmuştu. Gideceği yerde güzel giysilere, parlak zırhlara, kadınlara veya ihtişama asla ihtiyacı olmayacaktı. Yüzünü belli belirsiz saklamak adına kafasını aşağı eğerek, uzun saçlarının gözlerindeki hayal kırıklığını gizleyebileceğini umdu. Muhafızların ince demirli ayak zırhları koridorda yankılanıyordu.

Artheen, muhafızlar eşliğinde kaleden çıkartıldı. Wartholdian’ın meydanına doğru yol aldıkları zaman etrafları uzun süredir bu anı bekleyen halk ile çevrilmeye başladı. ‘’Katil...Katil...Artheen Gırtlakkesen...Hahah! Artheen, kıllı kıçımın kralı’’ diye bağıran bir adam, kalabalığın arasından geçip kendini ön plana çıkarttı ve sloganını yeniledi 'Kıllı kıçımın kralı'. Etraftaki insanlar adamı destekler şekilde gülmeye başladılar. İri olan muhafızlardan biri, işin daha fazla soytarılığa dönüşmemesi için adamı kenara itekledi ve yollarına devam etmeye çalıştılar. İnsanlar sloganlar eşliğinde bağırmaya devam ediyor ve kimileri ise ellerindeki çürük yumurtaları Artheen’in suratına isabet ettirmeye çalışıyordu. Muhafızlar, yanlarındaki suçlu ile birlikte adımlarını hızlandırmaya başladı. Batı kesiminden gelen Turrian Denizi'nin o nahoş esintisi de sanki adamların adımlarıyla birlikte daha da fazla hareketlenmişti. Taşlı meydanın alt sokağına vardıkları sırada, halkın içinden tıknaz bir adam elindeki sopayla Artheen’e saldırmaya kalktı. Aradaki açıklıktan istifade eden sinirli adam eylemini gerçekleştireceğini düşünürken, iri olan muhafızın ani bir kılıç darbesiyle beraber sağ elini kaybederek kan revan içerisinde yere yığıldı. Adamın çığlıkları, halkın katile lanet yağdırmak için bağrıştığı bu şamatanın içerisinde kayıplara karışmaya başlarken Artheen, çevresine baktığında kendisi için yas tutanların da olduğunu fark etmeden edemedi. Wartholdian’ın yüksek kubbelerine, yaşlı ve taştan sokaklarına, sağlam duvarlarına; daha henüz yozlaşmamış, beyni farklı hikayelerle rezilce yıkanmamış insanlarına son bir kez kafasını çevirerek baktı. Zamanında kazandığı küçük çaplı savaşların verdiği o esrarengiz zafer sarhoşluğunu, heybetin en tatlı haliyle bu şehre halkın gözünde gerçek bir Kral olarak girişini ve en önemlisi; halkın, şehre zaferle girdiği anda, üzerine Wartholdian Çayırları’nın en nadide çeçeklerinin yapraklarını yağmur gibi yağdırışını nasıl unutabilirdi? Artheen,bir an için duygusallığın kendisini zayıf düşürebileceğinden korktuğu için toparlandı ve kendisini kabaca iten bir muhafızın uyarısıyla adımlarını hızlandırmaya devam etti.

Kral Terron, kalenin yüksek avlusundan Artheen ve muhafızların yavaşça şehrin dış kapısının yolunu tutmasını zafer kazınmışçasına ve büyük bir iğrençlikle seyrediyordu. Uzun olmasına rağmen telleşmeye başlamış saçları, bakımsız ve biçimsiz sakalları, yağlı yüzüyle, kral olduğu ilan edilmeden önce kendisine takılan; fakat şu an kimsenin diline almaya cesaret edemediği, o ünvanı fazlasıyla hakediyordu. ‘Kokarca Terron’. Terron, kendisine isteksizce eşlik etmek için avluya gelen altın gibi sarı saçlı, incecik yüzlü ,diri vücutlu Aween’e döndü ‘’Ahh...Kraliçem.. Kardeşinizin bu son yolculuğunda yanında olursunuz diye düşünmüştüm. Doğrusu şehrin kapısına kadar iştirak etmenizi beklerdim.’’ Leydi Aween, Terron’a sadece iğrenircesine baktı ve gözleriyle adeta ‘’Neden bunu yapıyorsun?’’ diye haykırdı içinden. Terron, kadının suskunluğuna aldırmıyordu. ‘’Doğru ya...Artheen Gırtlakkesen.. hangi Leydi böyle bir tohumu kardeşi olarak kabul ederdi değil mi? ‘’ Suskunluğunu koruyan Leydi Aween’in boynuna ve kulaklarına doğru iğrenç ve kalın dudaklarını yaklaştıran Terron fısıldamaya başladı. ‘’Tüm bu olanlar babanız Anadoh’un kemiklerini sızlatıyor olmalı ha ? ‘’ Kraliçe Aween bu küstahlığın üzerine daha fazla dayanamadı ve kafasını ,Terron’un çirkin dudaklarını görmemek için cevirdi. ‘’Kral Aradoh!’’ dedi narin ve emin bir şekilde Aween. ‘’Ve, sakın babamın adını ağzınıza almayın... Lordum’’ Tüm bunları söylerken Terron’a küçümser ve imalı gözlerle bakıyordu. Terron hızlı bir hamle ile Leydi Aween’in kolunu kabaca sıktı. ‘’Bu ne cüret! Sen de, o sefil kardeşin gibi zindanlarda çürümek mi istiyorsun? Sahip olduğum bu ünvanı kabullenip kabullenmemen umrumda bile değil. Ben, Wartholdian’ın Kralıyım. Senin de beyinim. Bir Leydi, beyiyle ve en önemlisi Kralı ile daha nazik konuşmalı. ‘’ Aween’in kolunu biraz daha sadistçe sıkmaya başladı. 'Sakın o küçük konseye fazla güvenip dilinizi böyle küstahlıklara alıştırmayın. Zira bir kralın satın alamadığı sadakat neredeyse yoktur' Terron’un gözlerindeki tehdit, kor alevden bir kırbaç gibi Aween’in yüzünde ‘şak’ladı sanki. 'Neredeyse' dedi Aween içinden. ‘’Çek ellerini üzerimden’’ diyerek Terron’un sıkıca kavradığı kolunu kurtardı ve oradan uzaklaştı.

Kral Terron, öfkeyle homurdandı. ‘’Adi kaltak...’’ şeklinde söylenirken ellerini avlunun tozlu duvarlarına yaslayarak bir süre kendini şehri izlerken kaptırmış olarak buldu. Bu şehir ona aitti, yalnızca ona... Terron’un üzeri, aniden büyük cüsseli bir gölge ile kaplandı. Bu cüsse, biraz önce tıknaz adamın elini kolayca uçuran o muhafıza aitti. Kralın yanına biraz daha yaklaşarak selam veren iri kıyım, pelerinli askere dönen Terron acı bir şekilde sırıttı.‘’Ben de seni bekliyordum Garener.’’ Geniş zırhlı asker gergin gözüküyordu.

‘’Herşey hazır Kral Terron...İstediğiniz gibi, tam Diraldor esir kulesine varır varmaz...’’

Kral Terron aniden iri adamın sözünü kesti.

’’ Etrafına bir bak Garener. Nerede olduğunu ve benim de nerede olduğumu hatırla. Dedikoducuları ve isyancıları göz ardı edemezsin. Bu yüzden; eğer gelecek sefere dilini ağzının içerisinde tutamazsan, onu kopartıp köpeklere atmamam için bana geçerli bir sebeb vermiş olursun. Bunu anladın mı Garener? ‘’

Garener anlamışçasına sessiz kaldı.

’’ Güzel...Konuştuğumuz gibi, dikkat çekmemeli. Ve umarım aklın da cüssen gibi sağlamdır’’

Garener, ‘’ Kralım’’ diyerek kafasını onaylarcasına hafifçe aşağıya eğdi. Kral’ın el işaretiyle huzurundan uzaklaşan Garener, koca cüssesine rağmen ejderha derisinden yapılma halkalı zırhının içerisinde çok dinç ve çevik bir savaşçı gibi gözüküyordu. Wartholdian çeliği üzerine işlenmiş ve ince işçilik gereketiren süslemeler, parlak kılıcını daha da görkemli kılıyordu.

Artheen, kendisini vahşi bir yaban domuzunu zapteder gibi çekiştiren ve itekleyen muhafızlarla birlikte Watholdian’ın dış kapısın’a kadar geldi. Muhafızlardan biri ‘’Nöbetçi’’ diye bağırarak paslı contalarla ve eskiden kalma savaş darbeleriyle hasar almış dış kapısını gümbürdeterek açtırtmaya başladı. O kapı, Wartholdian'ın çoğu şeyinden daha değerliydi. Aynı zamanda bu yozlaşmış şehirde çoğu insan verilen değerden fazlasına sahipti. Nice savaşlara tanıklık etmişti, fakat hiçbir güç o kapıyı kıramamıştı. Batı ve doğu diyarlarında en güçlü kapı aralanmaya başladı. Garener ve yanına aldığı beş adamı, atlarıyla Artheen’in gözcülüğünü yapan muhafızlara yetişti. Muhafızların bir kısmı kapının gerisine çekilip tamamen aralanmasını beklerken , atlarının kemerlerini tutanlar ise kendilerini bu yolculuk için hazır ediyordu. Garener ve adamları haricinde, Artheen’in gözcülüğünü üstlenecek sekiz muhafız daha vardı. Garener, Artheen Gırtlakkesen’e göz ucuyla bir bakış attı, daha sonra da muhafızlara...

’’ Sanırım bu genç katili benim dışımda atına almaya cesaret edebilen yoktur ha? Hahah! ‘’ diyerek yarı çılgınca ve biraz da yapmacık bir kahkaha attı. Garener sözlerine devam etti 'Katillerin ikinci bir adı olur evlat. Bunu biliyorsun değil mi ha? Hangi suçla yargılandıysan, o suçu sana kalan ömrün boyunca hatırlatacak bir lakap takılır. Fakat bunu çok fazla kafana takma, çünkü hayat da çok kısadır. Üstelik bir katil için...' Garener, muhafızlara 'bindirin şimdi şunu atıma' dercesine bir işaret yaptı.

Artheen, Garener’in atına bindirildi. Elleri de Garener’in karnına kabaca bağlandı. Muhafızlar, Garener eşliğinde atlarını Wartholdian’ın zamanında, kara bulutlar düşmeden önce, güneşin büyük bir uyumla beslediği, ışıltılı çayırlarına doğru sürdüler.

Kısa süre içerisinde; Wartholdian’ın görkemli kubbeleri ve yüksek duvarları, atların hızla yol almalarıyla birlikte küçülmeye başlamıştı. Hayvanların paçalı ve tüylü toynakları, Wartholdian’ın sarı renge bürünmüş çayırlarındaki otları ezerek çıkardıkları tok sesleri bir melodiye dönüştürüyorlardı. Garener ise yüzündeki o soğuk ve umarsız gibi gözüken ifadeyle atını sürmeye devam ediyordu.

Artheen güçlü görünmeye çalışıyordu. Sallantılı geçen bu yolculuğun sonu olacağını hissetmişti bile. Diralbor'un yüksek zindanlarında ölmeden; fakat her gün ölürmüş gibi yıllar geçirmek... Her daim, kendisine açlıktan öldürmeyecek kadar su ve ekmek verilmesi... O zindanlarda geçen kara bir boşluk, zamansızlık,çaresizlik... Buna katlanamazdı; ama başka bir kurtuluş yolunun da olmadığının farkındaydı. Nasırlı ellerini birbirine sürterek, ince ve çatlamış dudaklarını hafifçe ısırdı. Köşeli ve keskin hatlara sahip çenesi hafifçe titredi. Bir an kendini kaybedeceğinden korktu, belki de aklını yitireceğinden şüphe ediyordu. Aween, sevgili kardeşi Aween... Onu düşünüyordu. Emri vaki bir kralın, emri vaki kraliçesiydi artık o. Her şeyden önce, kendini kral ilan eden bir erkek müsfettesinin, her lanet gecenin başında kardeşini yatak eğlencesi olarak kullanması katlanılabilir türden değildi.

Terron denen bok torbası şimdiden konseyin hatrı sayılır bir kısmını çevresinde toplamış; Wartholdian'ın yüksek rütbeli pelerinlilerini, çevre diyarlardaki Fork ve Demir Duvar gibi kritik noktalardaki lordların hepsini arkasında toplamıştı. İşlerin bu noktaya gelmemesi için ona bağlı ve Terron'dan korkmayıp ölmeye hazır şekilde savaşabilecek bir çok şovalyesinin desteğini alabilirdi; fakat sayı bakımından üstünlük sağlanamayacağından dolayı bu sadece budalaca bir intihar olurdu.

‘’Babam olsa ne yapardı? ‘’ diye sordu içinden. Bu esnada atlar biraz daha düz bir yola çıkarak hızlanmaya başladı. Artheen’in kaderi ve o sonsuz karanlık çok yakındı... Tek bildiği birşey vardı. O, katil değildi.

Aween, odasına kapatmıştı kendisini. Elflerden ilham alınarak yapılmış iç dekor ve camın, kara bulutların zayıflattığı güneş ışıklarını sihirli bir şekilde içeri davet edişi odaya ne olursa olsun hoş bir hava katıyordu. Aynanın önünde duruyor ve üzerini düzeltiyordu kraliçe. İşin aslı, kendisini asla bir kraliçe gibi hissedemiyordu. Zaten Kral Terron da ona asla içten bir şekilde ‘’Kraliçem’’ diye hitap etmemişti. İnce-diri bedenini ve dolgun göğüslerini sarıp sarmalayan kaliteli uzun kırmızı elbisesine hafifçe dokundu. Daha sonra da; narin parmaklarını, üzerinde şaşalı süsler içeren kolyesine götürdü ve ani bir hareketle kolyeyi boynundan kopartarak yere attı. Aynaya bakmaya devam etti. Masum ve annesininkilere benzeyen yeşil gözlerini aynadan izledikçe aklına yeniden Artheen geldi. Aween’in gözlerinden hızlıca dökülen yaşlar, beş tanrının bile şaşırabileceği bir içtenlikle ve adeta büyülü bir biçimde, o ince ve hafif kavisli yanaklarından süzülüyordu. Aynanın bir ucundan tutarak kendine doğru çekti. Ufak bir dolap niyetine aynanın ardında gizlenen bölmeden fındık ağacından yapılma garip bir kutu çıkardı. Ağlamaya devam ediyordu...Zarifçe kutuyu açtı ve içerisindeki, üzeri minik sargı bezleriyle sarılı, küçücük bir şişeyi eline alarak parmaklarıyla hafifçe döndürdü. Kutuyu eski yerine koyarak bölmeyi kapattı ve aynada son kez kendisini izlemek istedi.

Uzun zamandır baş ağrısı çekiyordu. Günlerdir gözüne, gördüğü tuhaf rüyalardan dolayı uyku girmemiş gibiydi.

Anlık bir tereddüten sonra elindeki küçük şişenin kapağını usulca açtı, yavaşça kaldırarak ağız hizasına doğru yaklaştırdı...

Sanıldığından daha da uzun bir yolculuk olmuştu. Karanlık bulutların arasında zorlukla seçilebilen güneş yavaşça yer değiştiriyordu. Artheen ve muhafızlar son tepeyi de aştıktan sonra koca zindan kuleyi karşılarında gördüler. Burası kapkara bir kuleydi ve alabildiğine göklere doğru yükseliyordu. Atlarını yavaş yavaş nöbetçi kapısına doğru sürerlerken, muhafızlardan bazıları kendilerini Orklar’ın pususuna düşmedikleri için şanslı sayıyordu. Ahhum Dunhar'daki dağlık meskenlerinden çıkarak diyara yayılan orklar, Dorren'in Gözcü kulelerinden zaman zaman görülebiliyordu. Binlerce, hatta on binlerceydiler. Ya da kule nöbetçileri gerçekten de fazla rom içiyorlardı. Fakat bu lakırtılar doğruysa, pis yuvalarından çıkıp da buralara kadar gelmeye cüret etmelerinin bir sebebi olmalıydı.

Artheen, Garener’in atının arka kısmında kaderine razı olmuş beklerken, Fork şehrinin kuzeyinde boylu boyunca uzayan yüce dağların en tepesinde yaşayan son ejderha Naranvel’in gizemli çığlıkları bir kez daha yeri ve göğü delmeye başlamıştı. Bu seferki çığlıklar daha da acıydı sanki...

-1.bölümün sonu-
 

**************************
 

2.BÖLÜM -RÜYALAR-

Aween, ağlamaktan solan gözlerine aldırış etmedi. Sadece ayna karşısında kendisine bakmaya devam etti ve elindeki küçük şişeyi ağzına yavaşça yaklaştırdıktan bir süre sonra yeniden geri çekti. Titreyen elini kontrol etmekte bir hayli zorlandı... Derince bir nefes aldı, gözlerini kapadı. Sakinleşmesi gerekiyordu. Aween, sinirini hemen bastıramayacak kadar toy ve budala; makul düşündüğünde kendini kontrol edecek kadar dirayetli idi. Sonunda içerisinde bulunduğu o korkunç ikilemden çıkmışçasına şişeyi, aynanın altında duran dolabın üzerine yavaşça bıraktı. Göz kapaklarını araladı ve gözündeki yaşları incecik elleriyle kuruladı. Bir kez daha ölüm imtihanından muhaffak olmanın gururunu taşırcasına aynada üstünü başını düzelterek kendini sefil ve çaresiz biri yerine, bir kez daha Leydi olarak gördü. Zira kendisine asla kraliçe diyemezdi. Hakikat göz önünde bulundurulduğunda ne Terron kraldı, ne de kendisi kraliçe. Onun gözünde ağabeyi hala bir kraldı, gerçek bir kral. Aween'in içinde bulunduğu şartlar zaten yeterince çetindi. Bu gidiş gelişlere daha ne kadar katlanması gerektiğini bilmiyordu. Daha fazla kokarca Terron’a tahammül edemeyeceğini bugün biraz daha olsun anlamaya başladı. Bilmediği bir karanlık ve korkunun en safı, sanki Aween’in kalbinde dolanıyordu. En az Orlindor’un kapıları ardındaki karanlık topraklar kadar zifiri bir karanlık, kızgın zift gibi ciğerlerini sarıyordu. O daha doğmadan önceki büyük savaşta, kötülüğe karşı mühürlenmiş olan bu kapıların artık gücünün tükenmekte olduğunu son zamanlarda defalarca rüyalarında görmüştü. Nedenini henüz anlayamadığı ve hayal meyal anımsadığı bu rüyalarda biçimsiz suratlı ve iki başlı dev garabetler, kırmızı ve parlak gözleri olan kurtlanmaya başlamış iğrenç cesetler tören yürüyüşü yaparcasına geçitlerden ilerliyorlardı. Bunu rüyada görmek bile ayrı bir zulümdü Aween için; fakat şu an yanında ne ağabeyi Artheen, ne de destek olacak başka bir tanıdığı vardı. Artheen’in yolun belki de yarısında öldürülmüş olabileceğini düşünmemek için kendini fazlasıyla zorluyordu. Terron asla cömert biri olmamıştı. Onun tek derdi Artheen’in zindan cezasına çarptırıldığı süsünü vermekti. İnsanlar onu derin ve karanlık zindanlarda bileceklerdi. Halbuki Terron'un sadık köpekleri onu daha zindanlara varmadan...

Ağabeyinin gelip bu zorbanın kellesini vücudundan ayırmasını o kadar çok istiyordu ki, tanrılar bilir belki de dünyada en çok istediği şey buydu; fakat hiçbiri gerçek olamayacaktı. Artheen’i asla bir daha göremeyecekti. Gene o garip his içini sardı ve kendinden geçer gibi oldu. Son bir kez daha derin nefes aldı. Aldığı nefes ile birlikte içindeki katranlaşmış karanlık biraz olsun geri çekildi. Kırmızı ipek elbisesi vücudunun kıvrımlarından ayrılıp adeta dalgalanmış gibiydi. Küçük şişeyi, dolabın üzerinden alarak uzun elbisesinin kol kısmındaki bir bölmeye sakladı. Aniden tıklatılan tahta kapının gümbürtüsüyle irkildi.

’’ Leydi Aween. Kral Terron sizi yemekte bekliyor ‘’ yaşlı ve kemerli bir burna sahip cılız sesli kadın çıkarabileceği en yüksek tonda bağırmıştı.

Terron, bekletilmeyi sevmezdi. Aween'e düşen görev şu anlık halkın arasında mutluluk rolü yapmaktı. Kimseye derdini anlatamaz, açılamazdı. Kimin Kral Terron’un köpeği haline gelmiş olduğunu asla tahmin edemezdi çünkü. Sonu ağabeyi gibi olmamalıydı. Babalarının mirasını, eğer Artheen başaramaz ve sonsuzluğa katılırsa, bir gün kendisi kurtarmalıydı. Aksi halde bu krallığı kaderinden kurtarmak için çabalayacak kimse olmamış olacaktı.

İsteksizce kapıya yöneldi, kolundaki şişeyi son kez kontrol ederek kapıyı ağırca açtı. Yeniden mutluluk dolu ve güçlü bir kraliçe(!) haline bürünerek, kapıda bir süredir dikilen hizmetkarı Perra'nın eşliğinde metal şovalye zırhlarıyla özenle süslenmiş, loş meşale ışıklarının yer döşemelerini aydınlattığı dar koridorda hızla yürüdü. Yüzündeki korku ve endişeyi saklamalıydı. Asla... asla belli etmemeli, hiçbir şeyi mahvetmemeliydi.

2.bölümün sonu
 

**********************************
 

3.BÖLÜM  -İNFAZ-

Garener ve diğer muhafızlar, girintili çıkıntılı gri taşlarla bezenmiş zindan kulesinin dev gölgesinin düştüğü hafif tepelik çayırlara vardıklarında atlarını dizginleyerek yavaşlattılar. Zindan kulenin ön cephesine denk gelen, diğer tepeciklere göre biraz daha büyük olan ve çayır otlarının yer yer seyrekleştiği tepe Garener'in dikkatini çekti. İçinden, 'Burası planlananlar için yeterince uygun' diyerek koca kılıcıyla tepenin tam dibini işaret etti. Muhafızlarla birlikte gösterdiği yere doğru ilerlerken bölgede boylu boyunca uzanan altın sarısı otların yavaşça dans edişini ve infazın gerçekleşeceği yere en fazla iki yüz adım uzaklıktaki kulenin ihtişamını seyretti. Tepenin hemen altında gerçekleşecek bu kan şöleninden, kule nöbetçileri pek haz alamayacaktı. Zira tepe, görüş açılarını kapıyordu. Nöbetçilerin kuledeki tek eğlencesi ölümle cezalandırılan mahkumların infazı sonucu dökülen kan, et ve bağırsak parçalarını izlemekti. Sadece kulenin en üstündeki nöbetçi bu zevkten mahrum olmayacaktı.

Garener, Artheen’i muhafızların eşliğinde yaşlı atın üzerinden indirirken etrafına bir kez daha usulca bakındı. Dev kulenin en tepesinde bulunan ve neredeyse bir siluet gibi gözüken nöbetçi gözüne çarptı. Kaba elleriyle üzerindeki zırhı düzeltti. Turrian Denizi'nin yer yer etkili olan kesintili ve güçlü esintisi, yüzünü çevreleyen örgülü iri sakalını rüzgardan pençeleriyle hareket ettiriyor gibiydi. Rüzgarın tenine işlediği bu tatlı his, ona bir an olsun denizlerin çok ötesindeki evini hatırlattı. Kısa bir soluk alışla homurdayarak, Gırtlakkesen’in eline bağlı olan zincirin çıkıntısını tuttu onu yürütmeye başladı. Muhafızlar , Artheen Gırtlakkesen’i çembere alarak eşlik etmeye başladılar. Muhafızların içinde en saf görünen, karga burunlu ve biraz zayıf olan Kinny ise hala endişesini atabilmiş değildi. Garener bunun farkına varmıştı bile.

’’ Tanrılar aşkına Kinny ! Değersiz kelleni leş kokulu Orklar istemeyecektir. Hayatında hiç karşılaşmayacağın birşeyden korkamazsın değil mi?’’ diyerek muhafızı kaba bir dille rahatlattı. Hemen akabinde ise dayanamadı ve ekledi

' Şu lanet koca burnuna bir bakın. Elindeki mızraktan daha tehditkar duruyor'

Ölümünü bekleyen Artheen ve gocunmuş görünen sakar Kinny dışında tüm adamların kahkahaları tepede yankılanmaya başladı.

Garener sesini düzelterek yeniden eski ciddiyetine büründü. Göz ucuyla yeniden kuleye baktı. Daha sonra muhafızlara döndü

' Belki de kral Terron'un verdiği bu gizli infaz emri için tasalanıyorsunuzdur. Bunu anlayabiliyorum; fakat şu işi bir an önce bitirip şehirdeki yataklarımızı iri göğüslü fahişelerle doldurmadan önce, içinizi saran o yersiz korkuyu söküp çıkartmak isterim. Konseyin, çocuğu hala destekleyen üyelerinden veya ona hala bağlılık yemini olan lordlarından, yüksek nüfuslu akrabalarından asla korkmanıza gerek yok. Çünkü çocuğu zindanlarda bilecekler'

Kral Terron, herşeyi hasta ve karanlık zihninde en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Hatta beş tanrı bilir, bir gün yüce Kral soyundan olanlar Artheen’in ölü olup olmadığını görmek için ziyaret nedeniyle zindna kulesine gelse, onları kandırmak adına kullanılacak zindanlar dolusu Artheen’e benzeyen genç adam vardı. Artheen'i hala destekleyen çevresi müdahale hakkını Wartholdian yasaları gereğince kullanamazdı. Zira Artheen, görünürde bir katil ve vatan hainiydi. Eskiden kazandığı babadan geçen kan hakkı onu sadece idamdan kurtarabilmişti. En azından kurtardığını düşünüyorlardı. Aslında, kendisine suikast düzenleyen hizmetçiyi öldürmesinin hemen ardından suçlu bulunmamıştı bile. Olayın ertesi günü hizmetçi kadının cebinden çıktığı iddia edilen Artheen'in el yazısı ve imzasına sahip olan bir mektup Artheen'in sonunu hazırlamıştı. Fork şehrinin yüce divanına yazılan mektupta Artheen, kral babasının ölümünden Lord Terron'un sorumlu olduğunu düşündüğünü, eğer eline birkaç nitel kanıt geçerse; Lord Terroun'un kellesini bizzat alarak kendi adaletini sağlayacağını, bu hususta divandan ivedilikle tavsiye talep ettiğini son derece açık bir şekilde bildirmişti. Fakat mektup ulaşması gereken kişilere ulaşmadı ve belki de hizmetçinin kendisine 'kralı öldür' emri verilirken bile, mektuptan haberi bile yoktu. Alt tabaka birinin ölümü yeterince etki yaratmadığı için, olabilecek entrikalara karşı tecrübesiz ve toy bir hırsla kaleme alınan bu mektup güzel bir koz olarak kullanılmıştı. Terron, mektubu bahane ederek konseyin ileri gelenlerini; canına kasıt olduğu, yaşlı keçinin ölmesinin ardından oğlunun yolunu kaybedip delirdiği için en sadık(!) danışmanını suçladığı, mektuptan haberi olan hizmetçiyi kasıtlı öldürdüğü ve tahta oturacak vasfa artık sahip olmadığı hususunda ikna etmişti. Her şeyi muazzam ayrıntılarla planlamasının ve ikna kabiliyetinin sonucunda tahtın yeni sahibi Terron olmuştu. Burası doğu diyarlara hiç benzemezdi. Krala karşı duyulan ve sağlam dayanakları olan her şüphe, onu tahttan uzaklaştırmaya yeter de artardı. Çünkü bu topraklar sadece kral emriyle yönetilemezdi.

Artık vakit gelmişti. Garener, kılıcını kınından yavaşça yukarı kaldırırken, çıkan o Wartholdian çeliğine has eşsiz ses tüm çayırda yankılandı. Zırhının gizli yerinden kılıç bilemek için kullanılan bir saraç taşını çıkararak kılıcı bilemeye koyuldu. Kafasında sürekli aynı planı defalarca gözden geçiriyor gibiydi. Saraç taşını, kılıca her değdirdiğinde Naranvel’in çığlıklarından daha da acı ve ürkütücü bir ses çıkıyordu. Sanki, kılıç ve taş birlikte hüzünlü bir şarkıda düet yaparak Artheen için ağıt yakmıştı. İnfaz çok yakındı ve kaçınılmazdı...

3.bölümün sonu

DEVAMI DÜZENLEMELERİN ARDINDAN GELECEKTİR

 

26
Hatalar olduysa şimdiden özür diliyorum. Sözleneceğimden dolayı, bir süre düzenleyebilmek için vaktim olmayacak

27
Merhaba sevgili arkadaşlar. İkinci bölüm biraz geçikmişti biliyorum. Sözleneceğim. Hazırlıklar, yüzük için araştırmalar derken çok ilgilenemedim. İmla hataları olduysa affola. Yakın zamanda düzenleyeceğim.
 
Galthar Efsaneleri 2.Bölüm
 
Aween, ağlamaktan solan gözlerine aldırış etmedi. Ayna karşısında kendisine bakmaya devam ediyor ve elindeki küçük şişeyi ağzına yaklaştırıyor, bir süre sonra yeniden geri çekiyordu. Titreyen elini kontrol etmekte bir hayli zorlandı... Derince bir nefes aldı, gözlerini kapadı. Sakinleşmesi gerekiyordu. Aween, sinirini hemen bastıramayacak kadar toy ve budala; makul düşündüğünde kendini kontrol edecek kadar dirayetli idi. Sonunda içerisinde bulunduğu dilemmadan çıkmışçasına şişeyi, aynanın altında duran dolabın üzerine yavaşça bıraktı. Göz kapaklarını araladı ve gözündeki yaşları incecik elleriyle kuruladı. Bir kez daha ölüm imtihanından muhaffak olmanın gururunu taşırcasına aynada üstünü başını düzelterek kendini sefil ve çaresiz biri yerine, bir kez daha Leydi olarak görüyordu. Bu gidiş gelişlere daha ne kadar katlanması gerektiğini bilmiyordu. Daha fazla kokarca Terron’a tahammül edemeyeceğini bugün biraz daha olsun anlamaya başladı. Bilmediği bir karanlık ve korkunun en safı sanki Aween’in kalbinde dolanıyordu. En az Orlendoor’un kapıları ardındaki karanlık topraklar  kadar zifiri bir karanlık, kızgın zift gibi ciğerlerini sarıyordu. Kötülüğe karşı mühürlenmiş olan bu kapıların artık tamamen faydasız olduğunu ve gücünü yitirmiş olduğunu son zamanlarda defalarca rüyalarında görüyordu. Biçimsiz suratlı ve iki başlı dev garabetler, kırmızı ve parlak gözlü iğrenç cesetler tören yürüyüşü yaparcasına geçitlerden ilerliyorlardı. Bunu rüyada görmek bile ayrı bir zulümdü Aween için; fakat şu an yanında ne ağabeyi Artheen, ne de başka bir tanıdığı vardı. Artheen’in yolun belki de yarısında öldürülmüş olabileceğini düşünmemek için kendini fazlasıyla zorluyordu. Terron asla cömert biri olmamıştı. Onun tek derdi Artheen’i zindan cezasına çarptırıldığı süsünü vermekti. İnsanlar onu derin ve karanlık zindanlarda bileceklerdi. Halbuki onu daha zindanlara varmadan...
Ağabeyinin gelip bu zorbanın kellesini vücudundan ayırmasını o kadar çok istiyordu ki, beş tanrı bilir, dünyada en çok istediği şey buydu belki de; fakat hiçbiri gerçek olamayacaktı. Artheen’i asla bir daha göremeyecekti. Güçlü olmak zorundaydı. Son bir kez daha derin nefes aldı. Aldığı nefes ile birlikte içindeki katranlaşmış karanlık biraz olsun geri çekildi, kırmızı ipek elbisesi vücudunun kıvrımlarından ayrılıp adeta dalgalanmış gibiydi. Küçük şişeyi, dolabın üzerinden alarak uzun elbisesinin kol kısmındaki bir bölmeye sakladı. Aniden tıklatılan tahta kapının gümbürtüsüyle irkildi.
’’ Leydi Aween. Kral Terron sizi yemekte bekliyor ‘’ yaşlı ve cılız sesli kadın çıkarabileceği en yüksek tonda bağırmıştı.
Gitmesi gerekiyordu. Halkın arasında mutluluk rolü yapmalıydı. Kimseye derdini anlatamaz, açılamazdı. Kimin Kral Terron’un köpeği haline gelmiş olduğunu asla tahmin edemezdi çünkü. Sonu ağabeyi gibi olamazdı. Aksi halde bu krallığı kaderinden kurtarmak için çabalayacak kimse olmamış olacaktı. İsteksizce kapıya yöneldi, kolundaki şişeyi son kez kontrol ederek kapıyı ağırca açtı. Yeniden mutluluk dolu ve güçlü bir Kraliçe(!) haline bürünerek kendisine eşlik eden hizmetkarı Perra ile  metal şovalye zırhlarıyla özenle süslenmiş, loş meşale ışıklarının aydınlattığı dar koridor hızla yürüdü. Yüzündeki korku ve endişeyi saklamalıydı. Asla... asla belli etmemeli, mahvetmemeliydi.
 
 Zezan, sararmış tırnaklara sahip elleriyle, iskeletleşmeye başlayan ince ve pudra beyazı suratını ovmaya başladı. Kara toprakların  kara tahtının tek hükümdarı, tüm Lichlerin rehberi; kurutulmuş kurufalarla bezenmiş tahtında oturuyordu. Karanlık bir taş salon ve sadece üzerinde oturduğu taht ortalığı yeterince kasvete boğuyordu. O lanetli toprakların her karışındaki musibetlik bile; karanlıkların kralı, lanetlenmiş eski baş büyücü Zezan ‘ın içinde bulunduğu Kral Çemberi kadar korkunç olamazdı. Lichler kontrolüne girmeye başladığından beri, üzerini örten insan eti gittikçe erimeye ve kemikleşmeye başlamıştı. Suratı soluklaşmıştı ve vücudu bir cesedinki kadar soğuktu. Bir büyücünün sahip olması gereken narin eller nasırlaşıp, bakımlı tırnakları, yerini sivrileşen ve mide bulandırıcı gözüken pençe bile denemeyecek kadar iğrenç çıkıntılara bırakmıştı. Eski tanrıların dilinde cümleler mırıldanıyor, bundan haz alırcasına suratındaki mimikleri değişiyordu. Adeta ipliğe dönmüş ellerini havaya kaldırdı ve parmaklarını hafifçe  oynatarak karanlık salonda gırtlağı kesilmiş birinin çıkardığı yaygaralı tonda sesini yükseltti.
’’Ahrauhun Dos Lel Tamad’’
’’Ahrauhun Dos Lel Tamad ! ’’
İkinci bağırışında kemikleşmiş ellerinin hareketine mavi ışıklar saçan garip şekiller eşlik etti. Karanlık  salon bu fosforlu maviliğin içinde öyle bir aydınlandı ki, aydınlık mavi ışık hüzmesi Zezan’ın suratına vurduğu vakit, biraz olsun insan kalmış suratının ardındaki o korkunç sureti göstermiş oldu. Işık hüzmesi salon boyunca yayılarak, yerde rün şekilleri oluşturmaya başladı. Yavaşça şekiller korkunç ve tozlu zeminde dans edercesine ağırca dönerek net şekillerini almaya başladılar. Garip bir bulut çemberin ortasını sararak yoğunlaşmaya başladı. Belli belirsiz zayıf bir siluet garip bulut tabakasının derinliklerinde belirdi. Ölü dilinde konuşulan fısıltılar her yanı sardı. Önceden yaşayanların lanetlenmiş ruhları sanki kendi aralarında hararetli şekilde konuşuyor gibiydi... Yoğun kara bulutların arasından belirginleşerek Zezan’ın huzuruna geldi...
 
 Garener, Artheen’i muhafızların eşliğinde yaşlı atın üzerinden indirirken etrafına usulca bakınıyordu. Gırtlakkesen’in eline bağlı olan zincirin çıkıntısını eline alarak yürümeye başladı. Muhafızlar , Artheen Gırtlakkesen’i çembere alaraka yürümeye başladılar. Muhafızlardan biri ise hala endişesini atabilmiş değildi. Garener bunun farkına varmış olacaktı ki
’’ Biraz rahatla Ruher ! Değersiz kelleni leş kokulu Orklar bile istemeyecektir’’ diyerek muhafızı kaba bir dille rahatlattı. Zindan kuleye daha fazla yakınlaşmadan durdular. Muhafızlardan bir diğeri
’’ Lordum, zindanlara daha fazla yaklaşırsak...’’ Garener muhafızın sözünü kesti. ‘’Biliyorum, beş tanrı aşkına! Kral Terron planından sadece seni ve beni mi haberdar etti sanıyorsun? Zindan muhafızlarından endişe duymana gerek yok. Onlar, gerekli malumatı çoktan aldılar bile.’’ diyerek dev zindan kulesinin nöbetçi bölmelerindeki muhafızları gösterdi. Muhafız şaşkınlıkla dev kuleye baktı. Kral Terron, herşeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü belli ki. Hatta beş tanrı bilir, bir gün yüce Kral soyundan olanlar Artheen’in ölü olup olmadığını görmek için ziyaret nediyle buraya gelse, onları kandırmak adına kullanılacak zindanlar dolusu Artheen’e benzeyen genç adam vardı. Kral Terron, eski divanın ayaklanmasını ve tepkisini kaldıracak güce henüz sahip değildi. Ufak bir şüphe veya bir kasıt kellesine mal olurdu. Kanla aldığı o tahtı, basit hesaplar yüzünden göz göre göre bırakamazdı.
Garener, kılıcını kınından yavaşça yukarı kaldırırken, kılıcın çıkardığı o asil ses tüm çayırda yankılandı. İki muhafız Artheen’in arkasına geçeren onu omuzlarından bastırdı. Artheen, diz çökmekte dirense de, bacağının hassas bir yerine aldığı tekme darbesiyle kendini diz üstü çökmüş buldu. Eskiden kendisine hizmet edenlerin şimdi kellesini almak istemelerine tiksintiyle bakıyordu. Özellikle Garener’e bir bakış attı. Daha sonra belirli belirsiz tanıdığı tüm muhafızlara... Muhafızlar, zorla Artheen’in kafasını yere eğmesini sağladılar. Garener, son kez kılıcını kontrol etti, kendi beş adamına göz ucuyla baktı.  Zırhının gizli yerinden çıkardığı kılıç bileylemek için kullanılan bir saraç taşını çıkararak kılıcı bileylemeye koyuldu. Kafasında türlü planlar var gibiydi. Saraç taşı, kılıca her değdiğinde Naranvel’in çığlıklarından daha da acı bir ses çıkartıyordu. Sanki kılıç ve taş birlikten Kral Artheen için yas tutuyordu. Her değişte daha da acı bir hale geliyordu...
 
 Zezan’ın huzuruna çıkan garabet, mor ve siyah tonlardan oluşan cübbesini, ardında gizlinen suretini gösterecek şekilde yavaşça açtı. Külle kemikten oluşmuş bir suratı ve içerisinde zümrütten bir hazine gibi parlayan kırmızı gözleri vardı. Yankılı ve korkunç sesiyle konuşarak efendisinin önünde eğildi.
’’ Lordum’’
Zezan, ölülerinki kadar morarmış olan parmaklarının uçlarını birbirine kavuşturdu.
’’ Ejderha... Hala direniyor mu?’’ Zezan soruyu sorarken aslında alacağı cevabı biliyor gibiydi.
’’ Yüce Lordumuz. O çok güçlü ve ruhunun iradesi... ruhunun iradesi kudretimizin de ötesinde. Bizler ejderha ruhuna hükmedemeyiz Lordum. Yapılan her ruh acısı büyüsü sadece acı çekmesine...’’
Zezan öfkeyle bağırdı ‘’ Bu kabul edilemez! ‘’
’’ Lordum. Siz bu toprakların hükümdarısınız. Tüm insanlığın kralları etkimiz altında. Kara Tahtın efendisinin yaşlı bir geziciden korkması için nasıl bir sebebi olabilir ki?’’
Zezan aniden tahtından kalktı. ‘’ O yaşlı bir gezici veya yol göstericiden fazlası. Kadim beş tanrıdan birinin ete kemiğe bürünmüş hali. Belki de hepsi buradalar, bir bedendeler...’’ Zezan teorisini güçlendirmek istercesine Lich’in etrafında dolanarak anlatmaya devam etti.
‘’Harloth güçsüz ve adeta uykuda. İnsan bedeni, zaten solmuş güçlerini daha da güçsüzleştirdi. Elime bundan iyi bir fırsat geçemez...Sanırım bunu kendi ellerimle halletmem gerekecek’’
Zezan, zayıf suratını havaya kaldırarak ellerini iyi yana açtı. Mırıldanmaya başladı. Önce mavi bir ışık üzerine yayıldı, daha sonra vücudu yavaşça ezilip büzülerek şekil değiştirmeye bedeninden gölgeden kollar fıştırmaya başladı. Sırtından gölgeden kanatlar yükselerek dev salonu kapladı. Dev iki boynuz kafasının içinden dışarıya iğrenç bir şekilde fırladı ve vücudu adeta iskeletimsi bir hal aldı. Lich ile bilinmeyen karanlık kadim lisanlardan birini kullanarak konuştu.
’’Rukuh Oj Denen Quanon’’ ( Ejderha ile ben ilgileneceğim)
Lich, dizlerinin üzerine çökerek Zezan’ın kudretini bir kez daha kabullenmiş oldu.
’’  Uu’kath ’’ (Lordum)
Zezan  iblis,ejderha ve lich karışımı biçimsiz dev bir surete dönüşmüş, kükrüyordu. Tavanı yüksek salonda yerden yavaşça yükselmeye başladı.
Devam Edecek...

28
Noktalama işaretleri pek yakında editlenecektir.

29
Öncelikle değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim :)

Bu türü baz alırsak evet, bu tema ile ilgili ilk deneyimim. Noktalama işaretleri konusunda sıkıntım oldu. 'Hemen derleyeyim de sunayım ' diyerek , büyük bir telaşla yazıyı paylaştım. Sorularınıza kısaca cevap verecek olursam;

1-Harf ve hataları ve Orc gözümden kaçmış olmalı. Çok özür dilerim, en yakın zamanda editleyeceğim.

2- Hikaye şeklinde yazmamın ve biraz olayları hızlandırmamın nedenine gelince: Çok uzun yazıları kimsenin okumak istememesi ve uzun şeklini daha sonra büyük bir çalışma içerisine girerek derlemek isteyişim:)

3- Senaryo yazarlığı ve proje yazarlığı yapıyordum bir dönem. Bu yüzden belki bilirsiniz; senaristlerin kurguda iyi olabilir  ama düzen konusunda hep editörlere, yani işin mutfak kısmına güvenirler. Böyle süregelmiş bir alışkanlıktan kurtulmak da zaman alacak gibi gözüküyor benim için.

bu arada gerçekten bu konunun başlığını adminlerimiz değiştirir ve Galthar Efsaneleri -Kadimlerin Uykusu- serisi olarak düzenlerler ise pilot bölüm de diğer bölümlerle birlikte aynı çatı altında durabilir  Ben de böylelikle aynı yerden devam edebilirim. Bence de çok fazla görüntü kirliliği olacak bir zaman sonra :D

*Yeni bir ırk, yeniden insanların dünyasına katılacak. Bizi çok büyük sürprizler bekliyor :) Bazı yerleri gerçekten ben bile bilmiyorum. Her an baş karakterlerden biri bile ölebilir...

İlginiz için bir kez daha teşekkür ediyorum. Her yorum benim için altın değerindedir



30
Arkadaşlar yorumlarınızı eksik etmeyiniz lütfen

Sayfa: 1 [2] 3