YARATILIŞA İNANILIR.
RUHUN VARLIĞINA VE ÖLÜMDEN SONRASINA İNANILIR.
ÖLEN KİŞİLER İÇİN CENAZE TÖRENİ YAPILIR.
ÖLEN KİŞİ DÜNYADA YAPTIKLARINA GÖRE YA ÖDÜLLENDİRİLİR YA DA CEZALANDIRILIR.
İBADETHANELERE GİRMEDEN ÖNCE RİTÜELİK BİR TEMİZLİK YAPILIR, TEMİZLİK ÇOK ÖNEMLİDİR.
CİNSEL İLİŞKİDEN SONRA BÜYÜK BİR TEMİZLİK YAPILIR.
İBADETHANEDE SECDE EDİLİR.
DİNİ BİR EYLEM OLARAK HAYVAN KURBAN EDİLİR.
ERKEKLER SÜNNET EDİLİR.
DOMUZ ETİ YENMEZ.
PUTLAR YASAKTIR, HİÇ BİR ŞEKİLDE PUTA TAPILAMAZ.
Burada durmak lazım. Abdest, sünnet, domuz eti, kurban, secde ve bildiğimiz kuralların çoğu zaten burada. Özellikle sünnet çok çok önemli. Hz. İbrahim’in Mısır’a gelirken neden sünnet olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz, çünkü Mısır’daki seçkinlerin arasına kabul edilebilmek için bu detay yaşamsal. Aslında sünnet bir işaret. Ölülerin canlanacağı gün, kimlerin seçkin olduğunu gösterecek bir gösterge. Ama Musevi inancının, ve İslam dininin bir kuralı olması, sadece Hz. İbrahim’in Mısır’da kabul edilebilmek için razı olduğu bir işlem olmasından kaynaklanıyor. Zaten sünneti izlediğimizde dinler tarihini çok daha iyi anlayabiliyoruz.
İbadet konusu da ilginç. Her sabah tapınakta toplanan halk, hep bir ağızdan, baştaki örnekte olduğu ve adeta Kelime-i Şehadet getirir gibi, “Aton’dan başka tanrı yoktur, Akhenaton onun elçisidir ve ışığını bize ulaştırır” demektedir. Ayinlerde Firavun Akhenaton ve Nefertiti de halkla birlikte yer alırlar. Hiçbir şekilde ruhban sınıfı yoktur. Evet, tek rahip Akhenaton’un kendisidir, ama başka bir aracı yoktur.
Akhenaton’un bu din için yeni bir başkent inşa ettirdiğinden bahsetmiştim. Bu şehir, planlı inşa edilen ilk şehir ve ilk başkenttir. Bütün şehir güneş ışıklarını mükemmel bir şekilde alabilecek şekilde inşa edilmiştir. Ama en önemli yapı Büyük Aton tapınağıdır.
İki bölümden oluşan tapınakta günlük ibadetlerin kalabalıkla beraber yapıldığı uzun bir bölümü, ve bugünkü ezoterik mabetlere çok benzeyen, özel bir bölümü vardır: tavansız mabet, iki sütundan sonra ortada altar olan alan, ve doğuda yer alan kutsalların kutsalı bölümü. Bu mabet, Hz. Süleyman’ın mabedine, bugünkü mason mabetlerine, ve daha bir çok grubun ezoterik mabetlerine prototip olmuştur.
Başlangıçta Akhenaton hoşgörülüdür, Aton dinini halka hoşgörüyle aktarmaya çalışır. Bir sabah ayininde, güçlerini kaybettikleri için Amon rahiplerinin organize ettiği bir suikasttan kurtulunca, sertleşir. Bütün tapınaklarda diğer tanrılara ait resimleri, heykelleri yok etmeye başlar. Tarihin ilk put kırıcısı haline gelir. Ve tek tanrılı dinlerdeki puta tapmama geleneğini başlatır. Hz. Musa ve Hz. Muhammed’in put kırma hikayelerinin ilhamı da Akhenaton’dan gelir.
Hayatının geri kalanını Aton’a ibadetle ve onun için şiirler yazmakla geçirir. Ölümünden 3 yıl kadar önce, Nefertiti geldiği gibi esrarengiz bir şekilde kayıtlardan çıkar. Kızı Meritaton onu yerine geçer. Birçok kaynak, Nefertiti’nin Akhenaton’un beklenen ölümünden sonra idareye geçmek için saklandığını, ya da daha büyük olasılıkla kimlik değiştirdiğini savunurlar.
Ve bir gün Akhenaton ölür. Ölümü kesinlikle şüphelidir. Çok büyük olasılıkla zehirlenerek öldürülmüştür. Aton’la doğrudan iletişim kuran, onun ışığını halka ulaştıran, onun bilgisini bilen tek Üstad artık ölmüştür, ve yerinde büyük bir boşluk doğmuştur. Onun ölümünden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Firavun artık ruhani lider değildir. Eskiden tıpkı Hermes gibi, hem filozof, hem rahip, hem de kral olan, yani bilgi, metafizik güç ve dünyevi sorumluluk sahibi olan kral, artık metafizik yanını kaybetmiştir. Bu yüzden Mısır uygarlığı bir daha hiçbir zaman eski bilgeliğine ulaşamamıştır.
Yerine Semenkare geçer. Semenkare ilginç bir kişiliktir. Akhenaton’un Kiya’dan olma üvey kardeşi, oğlu, üvey oğlu olması olasılıkları vardır. Ama çok daha büyük bir olasılık, onun kılık değiştirmiş bir kadın olduğudur. Bunu savunan kaynaklar onun bizatihi Nefertiti olduğunu da eklerler. Semenkare-Nefertiti Akhenaton’un kızı Meritaton’la evlenir, ama aslında “dul kadın” olarak Aton dinini yaymaya devam eder.
Semenkare’nin iktidarı kısa sürer. İddiaya göre Amon rahiplerinin bir şifa çalışması sırasında öldürülür. Zaten Akhenaton’un ölümünden sonra dinin karizmatik lideri kaybolduğu için dinin takipçileri zaten huzursuzlaşan halk ve Amon rahipleri karşısında zayıflamışlardır.
Bir süre Meritaton ülkeyi yönetir. Fakat onun da gücü giderek artan muhalefeti bastırmaya yetmez ve bir süre sonra vezir Ay başa geçer. Ay görünürde Amon rahiplerini rahatlatacak tavizler verir, ama aslında mezarına Akhenaton’un Aton için yazdığı şiiri koyacak kadar Aton dininin içindedir.
İşte tam bu dönemde, artık dinin ve takipçilerinin Mısır’da yaşamlarını sürdüremeyecekleri ortaya çıkar. Mısır soylularından, ve aslında Abraham ve Yuya’nın kanından gelen, adı o zamanki Mısır dilinde “oğul” anlamına gelen Moses(Hz. Musa) devreye girer. Atalarının akrabaları olan çöl kavmi Habiru’lar (Hebrew) zaten Kenan yani Filistin bölgesinde yaşamaktadırlar.
Dinin takipçileriyle birlikte, ve Firavun’a rağmen değil, tam tersine, bu dinin ve bu kavmin Mısır’dan bir an önce uzaklaşmaları için Firavun’un kolaylaştırıcı desteğiyle Mısır’dan ayrılırlar.
Artık Mısır’da sekiz yaşında tahta Tutankaton adıyla çıkan, ama sonra adı Amon rahiplerinin baskısıyla Tutankamon’a dönüştürülen, buna rağmen mezarında Aton diski bulunan genç firavun hüküm sürmeye başlar. Akhenaton “heretik” yani sapkın kral olarak adlandırılır. Amon rahiplerinin etkisiyle, yeni din, yeni başkent terk edilir. Daha sonra Horemheb, Tutankamon’u da tarihten silecektir. Karanlık, aydınlığın mesajını silmeyi başarmıştır. Tek tanrı bilgisi ve sevgisi yok edilmiştir. Ve ne yazık ki bu son olmayacaktır.
Hz. Musa’nın on emri, Şabat gününe saygı duyulması bölümü hariç, Akhenaton’un inşa ettiği başkentteki duvar yazılarında da yer alan, Ölüler Kitabı’ndan alınmadır. Yani elbette, dağda taşların üzerine de yazılmış olabilir, ama daha önce bu kurallar Mısır dininde ve Akhenaton’un yeni dininde aynen mevcuttur. Tıpkı, sünnetin, domuz yememenin, putlara tapmamanın olduğu gibi…
Hz. Musa Aton-Adonai adlı tanrısını, geldiği yerde bulduğu uzak akrabalarının ve yerel halkın şiddet dolu yanardağ tanrısı olan Yehova’yla birleştirir. Burada ilginç bir not da Hz. Musa’nın konuşamaması meselesidir. Hz. Musa Mısır’da büyümüş bir Mısırlı olarak elbette yerel dilde konuşamaz, ve Harun onun tercümanıdır. Kurulan yeni dindeki rahipler, daha sonra çok tartışılan bir şekilde sadece Mısır’dan gelen ailelere bırakılmıştır. Yerel halk rahip olamamıştır, çünkü gerçek bilgi ve sır aslında dinin kökeninin Mısır’da olduğu ve Akhenaton’u saklamaktadır. Ve din ikiye ayrılmıştır. Dışarıdakiler için sert, Yehova ağırlıklı din, Mısır’dan gelen içerdekiler için yumuşak, Adonai ve Elohim ağırlıklı din, yani Kabala.
Freud’a göre puta tapmaya devam etmek isteyen Yahudiler Hz. Musa’yı öldürmüşlerdir. Bu elbette aşırı bir tez olsa da, ölmeden önce yazdığı neredeyse son kitapta Freud Hz. Musa’nın Akhenaton olduğunu bile iddia etmiştir. Öyle olmasa bile, en azından iki farklı Hz. Musa olduğu sık tartışılan bir tezdir. Birincisi yumuşak başlı dini lider, diğeri sert siyasi Hz. Musa. Ama sonra öğreti ezoterik din takipçileri sayesinde varlığını korumuş, krallıklar ve Babil sürgünü sırasında kurumsallaşmıştır.
Fakat Yahudiler, o zamanki konjonktür ve kurallar nedeniyle, başlangıçta daha sert olan Yehova kavramını seçmişler, sürgünde yazılan ve milliyetçi duyguları canlandırmayı amaçlayan Eski Ahit bu yüzden savaş ve kanla dolmuştur. Yine de içerideki yumuşak, sevgi dolu tanrı fikri ve bu tanrıya sadece arınarak, nefis terbiyesi ve sevgi yoluyla ulaşılabileceği bilgisi korunmuştur.
Davut krallığını sağlamlaştırdığında, yine tek tanrı fikrini güçlendirmek istemiştir. Oğlu Süleyman’a vasiyet ettiği tapınak tek tanrının zaferi için inşa edilen ilk tapınaktır. Yani ilk tapınak Kabe’dir, sonraki tapınak Büyük Aton tapınağıdır. Ama tek Tanrı’nın şanını yüceltmek için yani “Glory of God” için inşa edilen ilk mabet Hz. Süleyman’ın Mabedidir.
Bu mabet hiçbir şekilde ne dönemin ne de coğrafyanın mimarisine uymaz. Tamamen eski Mısır üslubunda, eski Mısır sembolleriyle dolu, eski Mısır anlayışında bir yapıdır. Ve Büyük Aton Mabedinin neredeyse kopyasıdır. Mimarının Sur’dan geldiği iddia edilse de, aslında kendi ülkesinde de büyük bir mimarlık üslubu olmadığını bildiğimiz Sur Kralı’nın, bu mimarı Mısır’dan getirdiği iddia edilir. Mabedin inşası sırasında altınları sağlayan Saba Melikesi Belkıs da bize, mabedin Saabilik inancına da uygun olduğunu gösterir.
__________________
Saabilik, Abraham’ın geldiği coğrafyada yani Harran’da yaygınlaşan bir dindir. Eski Sümer inancının ezoterik formunun halk tarafından benimsenmiş halidir. Saabiler aslında ışığa, ama ışığın kaynağı olan güneş ve aya taparlardı. Abraham’ın başlangıçtaki dini olduğu düşünülebilir, ama en ilginç nokta bugün Hindistan’da da mevcudiyetini korumasıdır. Saabilik konusuna birazdan yine değineceğim.
Süleyman’ın Mabedinin tanrının zaferi için inşa edilen ilk mabet olduğu noktasında kalmıştık. Ne yazık ki tek tanrının zaferi için bu mabet de yeterli olmamış, mabet birkaç kez zarar görmüş, onarılmış ve yine yıkılmıştır. Karanlık aydınlığı, korku sevgiyi yine yenmiştir. Tek tanrı adına yapılan savaşlar ve şiddet, aslında o tek tanrının barış ve huzur kaynaklı bilgisini ve sevgisini yıkmış, kitlelerin sert ve yargılayıcı din inancı, içerdekilerin müşfik tanrısını yenmiştir.
Bu arada dönemsel etkisi nedeniyle Pisagor’dan söz etmemiz gerek. Pisagor eski Mısır’daki eğitiminden sonra bütün batı düşüncesini değiştirecek atılımlar yapmıştır. Kurduğu öğreti ve enstitüyle eski Mısır bilgeliğini batıya getirmiştir. Ama daha ilginci Babil’deki eğitimi sırasında Saabilerle girdiği etkileşimle Saabiliğin dönüşümünü sağlamıştır. Artık Saabilik bir Yüce Varlığa sadece sevgi ve arınmayla ulaşılabileceği düşüncesine girmiştir. Saabiliğin daha sonra Tampliyeleri de çok etkileyecek İsmailiye tarikatını doğurması Pisagor’un eski Mısır’dan getirdiği bilgelikle mümkün olmuştur. Ne yazık ki Pisagor ve enstitüsünün batıya getirdiği aydınlık ve barış mesajları da batıdaki totaliter iktidar tarafından yıkılmış, ve orada da karanlık aydınlığı yenmiştir.
Tek tanrı inancının bozulduğunu gören bir grup Musevi, ayrı bir tarikat kurmuştur. Elbette bu amaçla bir çok tarikat kurulmuştur, ama bu tarikat bizim için daha önemli. Esseniler denen bu tarikat, tanrının iyi ve güzel yanlarını ortaya çıkarmıştır. Esseniler dindar Yahudiler olarak, bozulduğunu düşündükleri dinin yerine, kavramlarda çok daha yumuşak, ama uygulamada rijit yeni bir anlayış kurmuşlardı. Bu gizemli grubun inancının Hint öğretilerinden de etkilendiği, ama aslında eski Mısır’ın temel ahlak yasası olan Maat inancına uygun, yani hakikate göre yaşama prensibinde oldukları bilinmektedir. Esseniler’in bir takipçisi olan Hz. İsa ortaya çıktığında mesajı yine budur. Ahlak ve sevgi. Yüce Yaratan’ın bilgi ve sevgisini anlatır ve insanlara sadece seven, müşfik bir Tanrıdan bahseder. Bu tek tanrıyı mutlu etmek için Maat yasasına göre yaşamak yeterlidir. Aslında beklenen Mesih olduğunu iddia ettiği ve Yahudi Kralı olmak istediği bilinmektedir. Esseniler biraz da bu yüzden, Hz. İsa’nın gizli öğretiyi halka açmasından çok memnun olmazlar. Ve yeraltına çekilirler. Hz. İsa bilinen şekilde mesajlarını verip, Tanrı’nın yanına gittikten sonra, takipçileri de Esseniler gibi sessizleşirlerse de, Saul ya da bilinen adıyla Paul isimli bir Yahudi, aslında İsa’yla hiç karşılaşmamış olmasına rağmen havari kabul edilen bir “aziz”, İsa’nın mesajlarını ters yüz ederek yeni bir din kurar. Buradaki Tanrı yine kızgın da olabilmekte, cehennem ve şeytan gibi kavramlar devreye girmekte, insanlar tanrı sevgisi yerine tanrı korkusuna yönlendirilmektedir. Sonra kilise kurulur. İsa’nın ölümünden 300 yıl sonra toplanan İznik Konsül’ü İsa’nın mesajlarının yanında, onun mesajı olmayan bir sürü kavramı da yeni dinin içine almıştır. İsa’nın gerçek mesajları Kumran’da ve Nag Hammadi’de bulunan ve artık reddedilemeyen gerçek İncillerde mevcuttur. Ama karanlık, aydınlığı yine de yenmiş, tek tanrı sevgiden korkuya dönüşmüştür.
Bu kez Abraham’ın ilk tanrı mabedini inşa ettiği Mekke’de yeni bir din doğar. Hz. Muhammed tamamen putlara taparak yaşayan insanlara tek tanrıdan bahsetmiştir. Hz. Muhammed’in de inisiye olduğuna dair birçok bilgi vardır. Bir çok yorumcu kabalist hocalardan, Musevi öğretilerden de bahseder. Kuran’da en çok adı geçenlerden birinin Hz. Musa olması da zaten tesadüf değildir. Atası Abraham’ın tek tanrı için inşa ettiği eve putları dolduracak kadar kuvvetli inançları olan bu insanları tek tanrı bilgisi ve sevgisine ikna etmek çok zor olmuştur.
Mesajlarını ilk verdiğinde herkes Hz. Muhammed’in Saabi dinine geçtiğini düşünmüştür. Çünkü öğretilerinin büyük bir bölümü Saabilikten etkilenmiştir. Zaten kutsal kitaplardan sadece Kuran Saabileri tek tanrılı dinler arasında saymıştır. İslamın şartları arasında yer alan namaz kılma, oruç tutma, hac, ayrıca oruç tutmak, abdest almak, kurban kesmek gibi ritüeller tamamen Saabi kökenlidir. Saabilerin güneşe taptıkları gün bugün Sunday, Aya taptıkları gün Monday ya da Lundi, Merkür için Mercredi, Satürn için Saturday ya da Samedi olarak, Latin kökenli dillerde yaşamaktadır.
Başlangıçta böyle bir kural olmamasına rağmen, Hz. Muhammed bütün ibadetlerini neden olduğu bilinmeyen ama Musevi inancına saygısının bir işareti olduğu reddedilemeyecek bir şekilde Kudüs’e dönerek yaparken, Medine hicreti sırasında oradaki Musevilerle yaşadığı anlaşmazlıklardan sonra, biraz da hicret edenlere geri dönüş ve zafer umudu aşılayacak şekilde Kabe’ye dönerek dua etmeye başlamıştır. Zaten adı huzur ve barış anlamına gelen yeni dinin kırılma noktası da burası olmuştur. Bazı İslam bilginleri Mekke’de gelen ayetlerle Medine’de gelen ayetlerin içerik ve üslup açısından farklarına da dikkat çekmişlerdir. Mekke mesajları yani Mekki ayetler evrensel ve sevgi ağırlıklıyken, Medine ayetleri yani Medeni ayetler yerel ve korku ağırlıklı bulunmuştur.
Yine de Kuran bir mucize kitaptır. Ve bize tek tanrı bilgisi ve sevgisini en sarih şekilde veren eserdir. Diğer kitaplara göre çok daha iyi korunmuştur. Fakat Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ortaya çıkan yeni İslam yorumları, sünnet ve hadis kavramları, Kuran’ın ve bizatihi Hz. Muhammed’in uyarılarına karşın, yeni bir din oluşturmuştur. Bunun üzerine, tanrı sevgisini savunanlar, batıni bir İslam anlayışına geçmiş, ama büyük kalabalıklar, zahiri yani görünen İslam’ın korku dolu mesajlarını benimsemişlerdir. Karanlık yine aydınlığı yenmiştir. Ve tek tanrıya ulaşmanın tek yolunun sevgiden, barıştan, ışıktan, insani zaafları ve illüzyonları şifalandırmaktan geçtiği yine unutulmuştur.
Buraya kadar bahsettiğim bütün dinlerin, başlangıçtaki sevgi dolu mesajlarının, daha sonraki yok ediciler tarafından korku dolu mesajlara dönmesinden rahatsız olan takipçileri, temiz öğretileri korudular.
Mısır’da Osiris rahipleri, Musevilikte Kabalacılar, Hıristiyanlıkta Gnoz düşüncesi ve ortaçağda yayılan aydınlanmacılar, İslam’da Tasavvuf yolcuları, tek tanrıya bütün kalpleriyle inanmakla yetinmediler, O’na ancak arınarak, nefislerini terbiye ederek ve sevgi yoluyla ulaşabileceklerini unutmadılar. Ve bütün bu gelenekler, kökenlerindeki Harran ve Hz. İbrahim bilgisiyle, yollarını aydınlatan Akhenaton’un ışığıyla, yollarına devam ettiler. Ancak, tek tanrıyı bir korku unsuru olarak gören yaygın din anlayışı nedeniyle hep gizli kaldılar. Öğretilerini sadece layık ve sadık olanlarla paylaştılar. Tampliyeler gibi, “Enel hakk” diyenler gibi, engizisyonun bütün kurbanları gibi bazıları baskılara, cinayetlere uğradılar.
Sonra bu bilgiler Batı’da bir araya geldiler. Bir sinerji ve bir sentez oluştu, ancak birkaç yolda ve yorumda ilerlendi. Bu kez amaçlanan, karanlığı kalıcı bir şekilde yenmek olduğu için, bilgi alegoriler ve sembollerle anlatıldı. Ama daha sabırlı, daha uzun vadeli bir dönüşüm amaçlandı. Bugün ne yazık ki, tek tanrıyı sevgi yerine korkuyla tanıyanlar hala çoğunlukta.
Ama zaman daralıyor. Yeni Nuh’un gemisinin zamanı yaklaşıyor. Bu yüzden Maat yasasına göre yaşayan hakikat arayıcıları olarak çok zamanımız kalmadı. Akhenaton’dan gelen mirası kitlelerle en çıplak biçimde paylaşmak zorundayız. Bizler toleransı ve sevgiyi öğreniyor ve öğretiyoruz. Tek tanrı sevgisini de öğreniyor, ama öğretmiyoruz.
Artık bu bilgileri hazmetmiş insanlar olarak, hangi meşaleyi taşıdığımızı fark edelim. Hakikatin sevgi mesajını iletelim. Tek tanrısı bilgisi artık bizi birbirimizden ayırmasın, tek tanrı sevgisi bizleri birleştirsin. Dilerim bir daha karanlık aydınlığı yenemesin, Yüce Yaratan’ın sevgisi ve nuru herkese ulaşsın. Işık hepimize ölümsüzlük versin...
Alıntı: Korkut Keskiner - derki.com