"Ah, yüce Lucifer,
Kanatları gün kadar aydınlık,
Yeri Lordun yanı,
Şimdilerde karardı, yazık."
Adam odanın içinde ayağa kalktı ve etrafına baktı. Karşısında, beyaz saçlı o kadın duruyordu. Sürgün yemiş ve düşmüş, öldürülmek üzere bütün kardeşlerinin sıraya girdiği biri. Annael yada ölümlülerin onu tanıdığı adıyla Anna. Karanlık bir yönü olsa bile, gittikten sonra kardeşleri arasında büyük efsane olmuştu. Efsanelerde yazan Sabah Yıldızının sürgününden sonra, en büyük sürgün Anna'nınki sayılırdı; Arkasından onu takip eden onlarca kişi sürgün yemişti.
"Anna?" dedi adam yavaşça. Kadının saçları, kanatları gibi bembeyazdı hala. Sülfürün esamesi yoktu ortada, cehennem eli değmemişti. "Sen, hala melek gibisin."
Kadın gülümsedi. "İnsanlar öyle bir topluma sahipler ki, yanlarında kaldığın sürece yavaş yavaş onlara benzemeye başlıyorsun Flauros. Hoş geldin kardeşim." Sesindeki ince tonun güzelliği odayı dolduruyordu. "Seni kurtardığım için bir teşekkür bile etmedin." dedi.
"Sen bir düşmüşsün Anna."
"Sen de öyle." Kadının gülümsemesi yayıldı. "Ancak seni tanıştırmak istediğim biri var, eğer kabul edersen."
Flauros bir an düşündü. Elini saçına götürdü ve kulağının arkasına attı. "Pekala." dedi hafif bir tonda.
Kadın ayağa kalktı, odanın kapısına ilerledi ve kapıyı yavaşça açtı. Bir ışık, sanki tene değen meşale gibi yaktı Flauros'un tenini. Ancak sonra geçti, ışık azaldı. Kapının ardında, sarı saçlı bir adam duruyordu. Uzun boylu, güçlü ve asil duruşa sahipti adam. Ağzını açtığında, odanın karanlığı yok oldu.
"Selamlar olsun, Amoneth Hanedanından Flauros. Seni görmeyi uzun zamandır istiyordum."
Flauros böyle bir güç görmemişti, hissetmemişti hiç bir zaman. Ağzını açmaya bile cesaret edemedi, bu tanrıydı.
"Hayır." dedi karşıdaki adam. "Ben senin anladığın anlamda tanrı değilim, senin anladığın anlamdaki tanrı yok. Ancak yaklaştın, sevgili Flauros." Adama yaklaştı ve elini omzuna koydu. "Benim gördüğümü gör." dedi.
Adam elini çektiğinde, Flauros gözlerini kapattı. "Yani sen?"
"Evet."
"Zamanının sonu..?" devamını getiremiyordu.
"Kesinlikle." dedi adam gülümseyerek.
"Ne yapmalıyım?"
"Kuzeye ve Güneye git." dedi elini önünde kavuşturarak. "Doğuya ve Batıya'da. Halklardan toplayabildiğini topla ve Babile kurmaya gönder. Çok fazla vakit yok, çok az da vakit yok. Seni kutsuyorum oğlum." dedi adam ve ışığı arttı. Bir kaç dakika içinde yok olmuştu, onunla beraber ışık da öyle.
Adam odanın içinde ayağa kalktı ve etrafına baktı. Düşünmeden, kendini Aether'e bıraktı.