L.H.T.
Bölüm II
Kafamı yavaşça yana doğru çevirdim. Bir çeşit camdan yapılmış, üzerine bulunduğum yerden bakılınca 1101 rakamlarının yazılı olduğu bir kapsülün içinde yatıyordum. Ellerim beceriksizce saydam cismin yan taraflarına bağlanmıştı. Oda koğuşumuzun aksine bembeyazdı. Elime bol gelen bağımdan kurtuldum. Tanrım ne kadar da zor olmuştu. Sanki üzerimde haftalarca filler tepinmiş gibi her yanım ağrıyordu. Yavaşça hareket ettim ve kafama bağlı olan onlarca kabloyu da takılı oldukları yerlerden çıkardım. Neredeydim böyle? Rüyada mıydım?
Yavaşça olduğum yerde doğrulmaya çalıştım. Zaten hızlı hareket etmem gibi bir şey söz konusu değildi. Üzerimdeki inanılmaz ağırlık hissine karşı koyarak güçlükle ellerimden destek aldım ve içinde bulunduğum cam kapsülü tüm gücümü kullanarak ittirdim. İstediğim kadar büyük bir güçle itememiştim ama cam kapsül kendi kendine bir tıslama eşliğinde açılmıştı. Ellerimi yatağın yanında duran çıkıntılı kısma attım ve yataktan aşağı atladım. Bu sırada koluma bağlı olduğunu sonradan fark ettiğim bir iğne derimi hafifçe yırtarak yuvasından kurtuldu. Saniyeler içinde koyu kırmızı bir kan tabakası ile kaplanmıştı.
Ne yapacağımı bilemez bir şekilde bakakalmıştım. Şimdiye kadar hiçbir yerim kanamamıştı. Aceleyle kolumu dirseğimden bükerek kendime doğru çektim ve kanayan kanı kısmen durdurmayı başardım. Bu sırada tahminimden de çok vakit harcamış olmalıyım çünkü dirseğim kan içinde kalmıştı. Sağlam olan kolumu kullanarak kendimi yataktan kurtardım fakat ayaklarımın üzerinde durmakta güçlük çekiyordum.
Başlangıç olarak başım fena halde dönüyordu ve görüşüm bulanıktı. Ayrıca yürümeye çalıştığımda fark etmiştim ki ayaklarım benim onları hareket ettirmek istediğim hızla hareket edemiyorlardı.
‘Bu kötü bir karabasan olmalı.’ diye düşündüğüm sırada, oda arkadaşımın inilti dolu sesi tekrar yükseldi.
‘Uyandığında onlarla savaşmalısın! Ayakların ve ellerin senin sözünü dinlemeyecek. Gözlerini bile zor açacaksın. Bir rüyada olduğunu sanacaksın. Sakın aldanma ve savaş onlarla! Gerçeklik orada! Yakala onu!’
Yerdeki beyaz karo taşlarının üzerinde sürünerek sesin geldiği diğer kapsüle doğru ilerledim. Yürümekten umudumu kesmiştim. Kollarımı ve bacaklarımı yerdeyken kısmen daha rahat hareket ettirebiliyordum.
Güçlükle üzerinde 1010 yazılı olan kapsüle uzandım ve açtım. Sağlam kolumla yatağın yanından destek aldım ve nefes nefese birkaç saniye durakladım.
Sayıklayan, deli oda arkadaşımın biraz yemek yese ve biraz kendine baksa, hep daha yakışıklı olacağını düşünmüştüm. Yanılmamışım. Çok çok daha iyi görünüyordu. Teni eskisi kadar beyaz değildi. Yüzüne resmen renk gelmişti ve daha bakımlı duruyordu. Gardiyanı öldürmemin üzerinden oldukça uzun bir süre geçmiş olmalı diye düşündüm. Aklıma gelen görüntü ile tüm bedenim tekrar titredi.
Vücudumu tamamen yatağın kenarına yasladım ve kafasına bağlı kabloları tek tek çıkarmaya başladım. Sonuncusunu daha yeni çıkarmıştım ki büyük bir hızla elime yapıştı. Benim hayallerimde bile göremeyeceğim bir atiklikle yataktan yere atladı ve elimi bükerek arkama kıvırdı. Ben acıyla inlerken, hızla alıp verdiği nefesini ensemde hissedebiliyordum.
‘Sakin ol ben oda arkadaşın Meg! Hatırladın mı?’ diye yalvarırcasına söylendim. Kendi yatağımdan buraya kadar yürürken harcadığım bütün o enerji, kolumun acısıyla birleşmiş ve dayanılmaz bir hal almıştı. Dünya tekrar dönmeye başlamıştı ama bu sefer neyse ki duvarlar üzerime çökmeye çalışmıyordu.
‘Meg…’ dedi fısıldayarak elimi tuttuğu gibi hızla bırakırken, beni kendine doğru çevirdi ve gözlerimin içine baktı. Bir o yana bir bu yana merakla hareket eden göz bebeklerinde delilikten eser kalmamıştı resmen.
Yüzündeki tehlikede olan hayvanlara özgü sert ifade birden yumuşadı ve gülümseyip bana sarıldı. Sevinçten olduğunu düşündüğüm birkaç heyecan dolu nidanın arasından bana teşekkür ettiğini hayal meyal duyar gibi oldum ve kendimi tamamen onun kollarına bıraktım. Çünkü vücudum ayakta kalacak enerjiyi kendinde bulamıyordu bir türlü.
‘Ne kadar da aptalım. Bu senin gerçekten ilk yürüyüşündü. Senin için ne kadar zor olabileceğini düşünemedim.’ Bir yandan beni yavaşça yere indirdi ve yatağa yasladı.
‘Alarm çalmıyor bu çok ilginç. Demek ki bizleri gözetlemesi gereken kişiler meşgul. Birkaç dakika soluklan. Sonrasında bu yerden olabildiğince hızlı kaçmamız gerek. Yürüyebiliyor musun?’
Dediklerini anlamakta güçlük çekiyordum. Bu hiçbir işe yaramaz, sürekli sayıklayan çocuk nasıl olup da bu kadar zinde ve akıllı görünürken ben bitap düşmüş, çaresiz bir şekilde yerde yatıyordum anlam veremiyordum. Kolumdaki yaraya tekrar baktım. ‘Daha önce hiçbir yerim kanamamıştı.’ dedim anlamsızca.
‘Hiçbir zaman yürümedin, hiç konuşmadın, hiç duymadın ve hiç kan kaybetmedin.’ Diye onayladı. ‘Bunların hepsini konuşacağız ama önce bu lanet olasıca yerden bir an önce çıkmamız gerek. Söyle bana yürüyebilir misin?’ dedi bir yandan yataktan yırttığı beyaz bir kumaşı kanayan koluma sıkıca sararken. Beyaz örtünün ortasında küçük bir kırmızılık oluştu fakat daha fazla yayılmadı. Bir şekilde kanaması durmuş gibiydi ve daha da ilginci oda arkadaşım bunun nasıl yapıldığını biliyordu. O böyle şeyleri bilirken ben nasıl olup da hiçbirşey bilmiyordum? Nasıl olmuştu da uyanır uyanmaz etrafta sıçramaya başlamıştı?
Ellerini benden gelecek cevabı beklemeden koltuk altlarıma koydu ve beni bir bebekmişim gibi kaldırdı. Ayağa katlığımda tek kolumu omzunun üzerine attı ve birlikte odanın kapısına doğru yöneldik.
Ne yani mahkum değil miydik artık. Kapı açık mıydı?
Eliyle kapıyı kendinden emin bir şekilde ittirdi ve kapı beni hayrette bırakacak kadar kolaylıkla açıldı.
Bu olabilir miydi? Gerçekten de artık özgür müydük?