Biraz bölük pörçük bir yazı olacak. Şimdiden kusuruma bakmayın
Genel yorumlarla harmanlayarak filme dair kendi görüşüm şöyle:
Teknik olarak gayet güçlü; sahnelerdeki ayrıntılar, dönemin atmosferini iyi hansıtmış. Dönemin genel politik atmosferi, sokak aralarındaki tehlikeli barlar, karakterler pazarda güç bela ilerlerken yanlarından geçen çift (hayatkadınının elinden tutup peşinden sürüklediği bahriyelinin suratındaki şapşal neşesi), kullanılan teknolojiyle alet edevat, Kong'un ailesinin mezarı, adadaki gizemli halkın yaşam alanı ve sayamadığım ayrıntılar takdir topluyor.
Dev canavarları konu edindiğinin bilincinde; tekinsizlik veya gerilim oluşturmak için onları göstermekte cimrilik yapılmamış. İzleyici canavar filmi denince ne istiyorsa, yapım ekibi de onu vermiş. Fazla beklettirmeden canavarlar perdede arz-ı endam ediyorlar. Üstelik, Kong ve Skulllar haricinde de canavarlar mevcut. Filmdeki tüm Sahneleri filmin geneline hesaplıca ayılmış. İnsanların daha fazla sahne olsa da, az canavar izlemek gibi bir durum söz konusu değil.
Filmdeki insan varlığı, genel itibariyle en çok yerilen tarafı. Genel yorumlara katılmakla birlikte, bazı noktalarda daha farklı düşünüyorum. Askerlerin kendi aralarında yaptıkları esprilerin seyirciye yapılmış gibi algılanıp, zorlama komiklik olarak yorumlanmasına katılmıyorum. Mizahımsı konuşmalar birbirlerini iyi tanıyan askerlerin kendi aralarında; seyirci olarak beni güldürme amacı yok. Ne kadar süredir beraber olduklarını ve aralarındaki bağı gösteriyor. Filmdeki insanları karakterize etmek veya amaç ve davranışlarını açıklamak için ufak ayrıntılar vermekle yetiniliyor. Alışıla gelen karakter özellikleri göstedikleri için başlangıç olarak o kadarı yeterli oluyor zaten. Genel motivasyonlarını bilmek yetiyor.
İkinci dünya savaşından beri adada mahsur kalmış Teğmenle, yenilgiyi hazmedemediği için uğruna değecek bir savaş arayan Yarbayın hikayeleri birbirlerini tamamlıyor. Biri değişebilmek, hükmetmekten vazgeçip, dostluk ve uyumu yakalamanın hikayesi; ötekiyse değişememek, devamlı fethetmeye çalışmak ve bunun için düşman aramanın hikayesi. Bunun yanında, insanın kendinden üstün doğa güçleriyle mücadele edemeyeceğinin, zayıflık, kırılganlık ve hatalarını kabul etmesi gerektiğinin hikayesi.
Yarbay kendi yenilmezlik efsanesine sahip biri. Helikopterler fırtınaya dalmışken anlattığı Ikarus efsanesini küçümseyerek anlatması; eski efsaneleri hor görürken, kendi çağının teknolojik üstünlük sayesinde kavuştuğu yenilmezlik efsanesine gönülden bağlılığının altını çiziyor. Canavar peşindeki Bill Randa ona yeni bir savaş veriyor. Filmin karakteri sunarken ki tek sorununun, Yarbayın korkularını açıkça ifade ettirememesi olduğunu düşünüyorum.
Bunlar, Kong Skull Island başyapıt mı yapıyor? Hayır, yapmıyor. Dikkate değer ayrıntıları var. Dahil olduğu canavar evreninin ilk filmi Godzilla'da (2014) da doğa güçlerine karşı insan çaresizliği işlenmişti. İnsanların müdahalesi, olayları kendileri için daha kötü durumlara sürüklüyordu. O film de bu niteliğine oranla gayet orta şeker bir filmdi. Kong Skull Island, karakterleri, canavarları sunumu ve düşünmeye değer konular vermesi açısından daha zengin. Bu yine de orta karar bir film olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Yönetmen, senaristler ve yapımcılar, klişeler üstünde oynamalar yaparak, ezberlerimizi bozabilecek tercihlerle yola çıkmış ama çoğunun devamını ya getirememiş ya da ait olduğu klişeye göre bitirmişler. Filmin genel yapısı da böyle. Birinci yarıda tanıtılan karakterler, ikinci yarıda motivasyon ve kararları açısından eksik aktarılıyor. Karakterlerin üstlerinde fazla durulmadan, davranışlarının gerekçeleri bir iki ek bilgicik daha eklense ikna edici olabilecekken, biraz oynama yaptığı klişelerin özüne dönerek hareket ettiriliyorlar. Aksiyona dalınıyor veya iyi mi kötü mü yoksa canavara yemlik mi olacağına göre tercihlerde bulunuyorlar. Sonlara doğru, insanlardan sonra canavarların davranışları da öz klişesel davranışları oynamaktan dolayı tuhaflaşmaya başlıyor.
Klişeleri yanlış zamanda, yanlış yerde ve yanlış kişilerle kullanmaya kalkınca ortaya çıkan tuhaflıklar, filmin zayıf yönünü oluşturuyor.
Şimdi geleyim beğenip beğenmediğim mevzusuna. Canavar filmi olarak beğendim. Türlü türlü yaratık var. Tadında aksiyon sahneleri var. Çoğunlukla da aydınlık sahnelerdeler. 2014’teki Godzilla’daki gibi İkinci Dünya Savaşından beri adada mahsur kalan Hank Marlow’un karakterini ve hikayesini beğendim; düşmanıyla kader ortaklığı yapıp dost olması, bir zamanlar dost olanlarla düşman olunmasına şaşırması, Japon ordu kılıcının ganimet değil bir dostun hatırası olması gibi ayrıntılarıyla varlığı mesajlaşan bir karakterdi. Hükümetlerin sonlandıramayacağı bir savaş bulunca Kong’a savaş açan Yarbay Preston Packard’ta dikkat çekiciydi. Hükümet olayı örtbas eder korkusuyla hareket ettiğini düşünüyordum. Keşke motivasyonu biraz daha net verilebilseydi. Klişeleri önce çarpıtarak kullanmaya başlayıp, sonra asıllarındaki gibi kullanamaya devam etmenin yan etkileri.
Aynı şeyleri tekrar etmeye başladım. Tadında bir film. Eğlendim. Bela arayanda bulur, dost arayanda bulur macerası içinde doğa-insan çatışmasını –ve insanın küçüklüğünü- izlemek keyifliydi. Godzilla: King of Monsters ve Kong vs Godzilla filmleri bakalım nasıl olacak.
Jenerikten sonraki sahne için diyecek fazla bir şey yok. Godzilla filmlerine az çok aşinaysanız tatlı gelecektir. Ama o kadar işte.
Kong filminden sonra Godzilla evreninden konukların ağrılayacağı kesinleşti. Dev güve Mothra, uçan dinozor Rodan, üç başlı ejderha King Ghidorah. Üçüde Godzilla’nın eski düşmanları. Mothra içlerinden en nefret ettiğim. Hep iyi taraftadır. Lanet yaratık, kanatlarının Godzilla tarafından kopartılmasını arzuluyorum. Rodan’da eski olsa da, ben onu daha çok Godzilla vs. Mechagodzilla 2’de çocuk velayeti için Godzilla’ya karşı mücadele vermesiyle(!) biliyorum. King Ghidorah’ysa sanırım aralarında tek değişmez kötü. Bazı filmlerde bölüm sonu canavarı olarak yer almıştır. Filmin bir numaralı kötü adamı Ghidorah olur diye tahmin ediyorum.