Dün eve giderken yakın bir akrabamızın babalarının ölümünün haberini aldım. Daha doğrusu anne tarafından akraba olduğundan, bizim "dayı" diye seslendiğimiz adamın babasıydı ölen. Tanımıyordum, belki de hiç görmemiştim. Köyden buraya dört gün önce fenalaştığı için getirilmiş lakin çabalar sonu vermemiş ve dün hayata gözlerini yummuş...
Diğer olay ise hemen ölü bulunan evin çok yakınında farklı bir ailenin düğün yapmasıydı. Çalgıcılar, halaya tutuşanlar, neşeli çocuk sesleri ve o hepimizin bildiği düğün havası...
Ne kadar garip değil mi? Ya da ne kadar normal değil mi? Bir yanda yıllar boyu kendisini yetiştiren, kendisini büyütüp bugünlere getiren, her şeyden önce bu hayatta olan, gülebilen, konuşabilen, yürüyebilen birisinin artık hiç olmamışcasına -sadece anılar ile varolması. Ölmesi.. Diğer yandan heyecan dolu iki gencin, birbirlerini sevmesi sonucu bunu sonsuzluğa taşıdıklarının belgesi olan evlilik. Düğün...
Burada bir çok şey yapıyoruz. Yazıyoruz, çiziyoruz, laf atıyoruz, tartışıyoruz, eğleniyoruz. Bir iki gün girmiyoruz bazen. Sonra koşa koşa geliyoruz pc başına, acaba forumda neler oldu, yazmış olduğum konulara ne gibi cevaplar geldi, maillerimde neler var ve tabii zamane net ortamında olmazsa olmaz facebook mucizesinde kimler neler paylaştı?..
Hayat çok kısa cidden, insan büyüdükçe -yaşını aldıkça çok daha iyi anlıyor bunu. Zamanında size bir ömür gibi süren günler artık dakikaymış gibi geliyor. "Ohoo daha çok var.." dediğiniz zaman dilimi göz açıp kapayıncaya kadar yaklaşıyor. Bakın u2 bile geliyor, ne kaldı şunun şurasında? Oysa ki bundan bir buçuk yıl kadar önce, konser tarihi belli olduğu sıralarda bir çok kişi başta kullandığımız cümleyi kurmamış mıydı? Bakın sınavlar bitti, okul bitti karneler dağıtıldı. Belki çoğu kişi mezun oldu, okul hayatının sonuna gelmiş oldu. Bir çok kişi de bir yıl sonra gireceği sınavlar için hazırlanmaya ve heyecanlanmaya başlamış oldu. Ki bu arkadaşlara da katılmamak elde değil, özellikle şimdiden çalışmaya başlamış ve istemiş olduğu bölüme girebilmek için hırsla çalışanlara. Çünkü yine bu zaman öyle bir gelip geçecek ki, benim bu yazımın üzerinden on bir ay gibi bir zaman dilimi geçmiş ve 2011'in sınavları da bitmiş olacak.
Peki nereye mi geliyoruz? Aslında geldiğimiz yer basit. Baştan beri bahsettiğimiz zaman kavramı. Çok çabuk geçiyor. "Onu da yaparım, şunu da yaparım, buna da vakit ayırırım," dediğiniz birçok cümle uzayın zaman-mekan diliminde kayıplara karışıyor. Yarın ölmeyeceğimiz garantisini kimse veremiyor bizlere.
Söylenen cümlelerin bir daha kaybolmamasını sağlayan bu yazı icadının bulunuşunun ardından kaç bin yıl geçti? O aradan geçen zaman diliminde kaç bin kişi öldü? Peki o ölenlerden insan hatası olanlarının sayısı kaç milyon kişiydi?
Ya da durun şöyle yapalım: Neden insanlar öleceklerini bile bile, hayata tutunmaya, bir şeyler yapmaya, çabalamaya devam ediyorlar? Küçücük belki de dünyaya farklı açıdan baktığınızda oldukça saçma bulacağınız küçücük parmağa takılan bir şey için -o şeyin değeri için günlerce bedenlerini yoruyorlar? Bu arada, para denen meretin bulunduğu zamandan bu yana kaç yıl geçmişti?
Hayat, sorularla, ölümlerle, düğünlerle, paralarla, savaşlarla, şimdiki zamanda internetle ve de aslında en önemlisi olan yaşama sevinci ile devam ediyor. Evet, zaman geçiyor. Hatta siz bu yazıyı açtığınızdan itibaren yaklaşık olarak beş dakikalık (vur saniyeye, etti mi üç yüz?) zaman dilimi geçti bile.
Sanırım en iyisi sorgulamak. Ya da düşünmemek. Ya da...
Ya da gülüp geçmek..