Kanımca en iyi başlangıç, tüketim çılgınlığına karşı durmak olacaktır. Nasıl ki geçmişte toprak ağalarının kölelere,serflere ihtiyacı olduysa, şimdinin sermayedarlarının da tüketicilere ihtiyacı var.Yapacak az kişi var. Yapması gereken çok kişi...
Düşünmeden tüketmenize ihtiyaçları var. Tükettiğiniz şeye gerçekten gereksiniminiz olup olmadığını düşünmeden tüketmenize. ne işe yaradığını bile tam anlamadan, size sunulan, reklamı yapılan tüm şeyleri tüketmenize.
Öyle ki sadece o "şeye" sahip olmak doyurmasın sizi. Size herşeyden hızla bıkmayı, sıkılmayı öğretirler, böylece sürekli alınacak yeni "şeyler" olur. Böylece sizler de sürekli tüketen, tüketim bağımlısı zombilere dönüşürsünüz.Spoiler: Göster
"Tüketmiyoruz" kampanyası (http://eksisozluk.com/tuketmiyoruz-kampanyasi--3867936?p=1)
Yapılabilecek çok güzel şeyler var :)
Önemli olduğunu düşündüğüm bir konuda kendi fikirlerimi açıklamadan önce, sizinkileri merak ettim.
Kimleri, eğitim sisteminin rezalet olduğunu düşünürken, diğerleri "başka türlü ne olacaktı peki?" Şeklinde cevap veriyor. Kimilerine göre, sistem nasıl olursa olsun, her şey bireyde bitiyor.
Burada söylenenler hakkında ne düşünüyorsunuz? (https://m.youtube.com/watch?v=L1HPdC00YiI)
Verilen müfredatın öğrenilip öğrenilmemesi kesinlikle şansa bağlı, çocuk şanslıysa öğrenir onu. Zeka veya kapasiteyle alakalı değildir. Birbirinden farklı zihinsel yapıya sahip, farklı öğrenme metotlarıyla eğitim görmeyen bir sürü yaratıcı zihin yok olup gidiyor her an bu ülkede. Yerine ise sanayi kalıplarından çıkmış iki üç prototipten başka bir şey kalmıyor.
yeni bir güne uyandığımızda tüm sistem değişmiş olsa bu insanlardan bazıları ne yapacağını bilemez zombiler halinde etrafta dolaşmaya başlayabilir.
Bir diş hekimiyim. Türkiye şartlarında durumu iyi sayılan mesleklerden birisi. Videoda da bahsettiği üzere, piyasada kendimize yer edinebilmek adına bizde de artık daha ileriye gitmek gerekiyor. Bundan birkaç on yıl sonrası pek iç açıcı değil. Bunun için ise mevcut hekimler, benim de bu sene hazırlanıp kazandığım gibi uzmanlık eğitimini hak etmeye çalışıyorlar. Uzman diş hekimliğinin ise önü bizim ömrümüzün ön gördüğünden çok daha fazla. Çünkü alım belirli sayının çok üzerinde değil. Oysaki, yalın diş hekimi sayısı gittikçe artıyor. Çünkü istisnasız herkes üniversitede okumak zorundaymış ve sanki bu işsizliğe çözüm olacakmış gibi insanlar bu yöne yönlendiriliyor.
Dünyayı kurtarmak mı istiyorsunuz? Önce onu anlamalısınız.
Çünkü artık isyan hikayelerini de otorite anlatıyor.
Çevre, tarım, doğa vs. gibi konularla yakından ilgileniyorum. Hatta bazı dallarıyla profesyonel olarak haşır neşirim.
Kendinizi bunlar için yeterli görmüyorsanız, "ben o kadar çalışkan, disiplinli, azimli vb. değilim" diyorsanız: Şimdiye kadar öyle olmamanız, bundan sonra olamayacağınız anlamına gelmez. Arenada hayatta kalmak istiyorsanız, savaşmak zorundasınız. Hiçbir zaman ümidinizi yitirmeyin, neden mi?
Çok ilginç örnekler gördüm:
Vasat bir öğrenci iken üniversite sınavına son üç ay kala gözünü karartıp çalışarak, kendisinden hiç beklenmeyecek kadar iyi bölümlere girenleri.
Üniversitede berbat bir not ortalamasına sahip, alttan bir sürü dersi kalan insanların yine gözünü karartıp onur öğrencisi olacak not ortalamalarını yakaladıklarını.
Ümit verdiniz, teşekkürler efendim.
2-Kendi kendine yetecek bir insan olabilmek için gerekli yetenekleri kazanmak. Hem maddi anlamda hem de psikolojik anlamda geçerli bu ilke. Çünkü görüyorum ki iyi insanlar, özellikle de farklı ve özel insanlar çoğunlukla yalnız oluyorlar. Böyle insanların, toplumun aptallığı ve kötülüğü karşısında yok olup gitmekten kurtulmalarının yolu; yalnız başına kendine yetebilmeyi öğrenmeleri.
3-Yeteneklerini geliştirmek. Çünkü kötülerin bir adım önde olduğu dünyada iyiler güçlü olmak zorundadır.
Çünkü görüyorum ki iyi insanlar, özellikle de farklı ve özel insanlar çoğunlukla yalnız oluyorlar. Böyle insanların, toplumun aptallığı ve kötülüğü karşısında yok olup gitmekten kurtulmalarının yolu; yalnız başına kendine yetebilmeyi öğrenmeleri.
Dünyayı kurtarmak mı istiyorsunuz? Önce onu anlamalısınız.
Özellikle tarih, felsefe ve ekonomi konusunda bilgili olmanız gerek.
Memo'nun bu konuda birkaç çalışması daha var. Utanmadan İddia Ediyorum köşesinde de birkaç kez bahsetmiştir ekonomiden, bakmanızı öneririm. Bu köşedeki karikatürlerin toplandığı iki kitap var. Orada bulabilirsiniz.
Gerçi Memo Tembelçizer'in elinden çıkan hemen hemen her şeyi okumanızı öneririm ben. Kimi zaman saçmalasa da, özellikle Utanmadan İddia Ediyorum köşesinde çoğu zaman harika tespitler yapıyor.
Dünyayı mahveden şeylerin temelinde, değersizleşme yatmaktadır. Dünyayı kurtarmak isteyen birinin yapması gerekenlerden biri de, değer üreterek değersizleşmeyi durdurmaktır.
Ek okuma: Poe - Eşya Felsefesi
Toplumlar, kendi kaymak tabakalarına imrenme ve onları taklit etme eğilimindedir. Örneğin Avrupa toplumlarında kaymak tabakayı oluşturan asillerin (sonra da burjuvanın) belli özellikleri, o toplumları okumaya itmiştir.
Avrupa asilleri ile başlayalım: Köklü bir aileden gelirler (ki bunun okumayla aslında ilgisi yoktur), kendi aralarındaki en büyük yarış; nezaket, zarafet ve ince zevk konusunda olmuştur. Avrupa asilleri, küçük yaşlardan itibaren müzik, dans, edebiyat vb. alanlarda eğitim görmekte ve bu görgülerini de asaletin bir simgesi olarak sergilemekteydiler. Çoğu klasik müzik bestecisi, kendi dönemlerinin asilleri tarafından himaye ve finanse edilmişlerdir.
Ortadoğuda ise asaletin tek göstergesi para olduğundan, daha çok para kazanmak ve çok paranın olduğunu göstermek üzerine kurulmuştur her şey. Bu yüzden altın işlemeleri, değerli taşları dekorasyonda kullanmayı çok sevmiştir kaymak tabakamız. Çünkü bunlar, o kişinin altına ve elmaslara sahip olacak kadar varlıklı olduğunu göstermekteydi. Arap emirlerinin klozetlerine kadar her şeylerinin altın kaplama olmasını buna bağlıyorum.
Belki de bu yüzden insanlarımız hala yaldızlı, elmas görünümlü plastik taşlarla bezenmiş eşyaları bayılarak kullanmaktadır. Ne de olsa yüzyıllarca topluma işlemiş alışkanlıklardan bir anda kurtulunamamaktadır.
Sonuç olarak, asaletin göstergesi olarak entelektüelliği değil, gösterişçiliği kullanma alışkanlığındaki toplumlar, entelektüelliğin temel taşlarından olan kitaplara pek tenezzül etmezler.
Türkiye, parlak fikirler ve buluşlarla zengin olunacak bir yer değildir. Kafası ticarete çalışmayanların okutulduğu bir ülkeyiz biz. Toplumumuzun zenginlerine bakın: İlkokul mezunu müteahhitler, aşiret ağaları, üçe alıp beşe satarak zengin olan kabzımallardır buranın zenginleri. Fırsatçılar ve vurguncuların oluşturduğu bir kaymak tabaka için kültür pek değerli değildir. Bu nedenle, o kaymak tabakaya özenen halk için de okumak boş bir iştir.
Bir şey, para kazanma aracına dönüştüğünde ticarileşir (zaten amatör ruhu kaybetmek de bu değil midir? ), hedef kitle belirlenir ve üretilen şey her ne ise, bu hedef kitleye satmaya yoğunlaşılır. Sadece bununla kalınmaz, hedef kitle genişletilmeye çalışılır.
Dünyada sığ insanların, derin ve kafası çalışan insanlara göre daima çoğunlukta olduğu gerçeğini de düşündüğümüzde, sığlara ürün pazarlamanın daha karlı bir iş olduğunu anlayabiliriz.
İlkokulda matematik dersinden kalmış bir insanım ve lise ikinci (onuncu) sınıfta da kaldım aynı dersten. Annem hep bana derdi ki "Birinci sınıfa bile giderken arkana bakarak giderdin okula." okuldan ne kadar hoşlandığımı anlatmaya yeter bu cümle. Okul benden ezberlememi ve tekrar etmemi bekliyordu ben ise yıllarca bunu reddettim. Bu reddediş bana ancak vasat ders notları getirdi ve yanında biriken bir nefret. Uzun uzun anlatmak istemiyorum bu matematikten yıllarca kalmış(zar zor geçmiş) insan gittiği mühendislik bölümünde aynı dersi AA ile geçiyor.
Çenem düşmüş yine özür dilerim. Önizleme yapınca uzattığımın farkına vardım.
Dünyayı kurtarmak mı istiyorsunuz? Önce onu anlamalısınız.
Her konu için geçerli olan bir gerçek var: o konuyla ilgili olmazsa olmaz bilgiler, o konuyla ilgili ikinci derece önemli bilgiler, konuyla ilgili özel (uzmanlık gerektiren) bilgiler ve son olarak olmasa da olur türünden bilgiler mevcuttur. Önceliğiniz, olmazsa olmaz türü bilgileri öğrenmek olmalı.
Ankaralıyım ben efendiler.
Ve dün, şimdiye kadar binlerce, milyonlarca kez geçtiğim, sayamadığım kadar çok anımın olduğu yerde yüzlerce insan öldü.
Bunu düşünürken aniden fark ettim. Her an ölebilirim, hepimiz ölebiliriz.
Hepimize çok geçmiş olsun ama geçmiyor bir türlü. Ne geçiyor, ne de bitiyor!
İlkokulda mutlaka sınıf başkanlığı, okul başkanlığı vb. için yapılan bir yarışı görmüşsünüzdür. Kimin seçildiğini hatırlıyor musunuz? Projeleri en iyi olan mı? En parlak fikirli olan mı? En çalışkan olan mı? En zeki olan mı? Elbette hayır. Böyle seçimleri her zaman en çok tanıdığı olan kazanır.
Konuya dönelim. Kitleler kendilerine sunulanlar içinde (bu herhangi bir şey olabilir. müzik, oyun, kitap vb.) hangisini seçer? En zekice tasarlanmış olanını mı? En sanatsal olanı mı? En Sade olanı mı? En öğretici olanı mı?
Hayır. Kitleler, kendilerine en çok reklamı yapılanı seçerler.
"Ama insanlar bunu istiyor işte, insanlar ne istiyorsa onu veriyorlar." mı diyorsunuz? Zamanında Yaşar Kemal çok güzel bir laf söylemişti:
"Halkı neye alıştırırsanız, onu ister. Halkı uyuşturucuya alıştırırsanız, halk sizden uyuşturucu ister."
Toplumlar, kendi kaymak tabakalarına imrenme ve onları taklit etme eğilimindedir.
Türkiye, parlak fikirler ve buluşlarla zengin olunacak bir yer değildir. Kafası ticarete çalışmayanların okutulduğu bir ülkeyiz biz. Toplumumuzun zenginlerine bakın: İlkokul mezunu müteahhitler, aşiret ağaları, üçe alıp beşe satarak zengin olan kabzımallardır buranın zenginleri. Fırsatçılar ve vurguncuların oluşturduğu bir kaymak tabaka için kültür pek değerli değildir. Bu nedenle, o kaymak tabakaya özenen halk için de okumak boş bir iştir.
Toplumumuzda sanatın gelişmemesi, tam da yukarıdaki nedenden kaynaklıdır. Çünkü ilkokul mezunu müteahhitler, aşiret ağaları, üçe alıp beşe satarak zengin olan kabzımallar sanattan, bilimden, insani değerlerden anlamazlar, onlar sadece gösterişten anlarlar. Bu yüzden bilgi ve ince zevk gerektiren, değer taşıyan şeyleri değil, gösterişli şeyleri talep ederler. Bu yüzden toplumumuzda alınıp satılabilirliği en fazla olan şey, gösteriştir.
"Bu insanların çoğu serbest bırakılmaya hazır değil. Ve büyük bir kısmı o kadar içine girmişler, sisteme o kadar bağımlı hale gelmişler ki, onu korumak için savaşacaklar." -Morpheus (Matrix)
Bir Ülkenin Geri Kalmış Olduğunu Anlama Yolları:
Yüzbinlerce insanın sabah erken saatlerden akşam geç saatlere kadar evi dışında çalıştırılıyor olması, geri kalmışlığı anlama yollarından biridir.
Bu zavallı ülkenin insanlarının yaşam amacı, değmeyecek meblağlar karşılığında "çalışmak", ömrünü çalışarak tüketmek ve bir türlü gelişemeyen ülkesinin "ayak işleri" için tüm zamanını sarf etmektir.
Bu ülkenin insanları alelade robotlardır, harcanmak üzere üretilmiş malzemelerdir.
Hayatlarında kültürel-sanatsal faaliyetler ya yoktur, ya da zorla ve ite-kaka edinilen minimum düzeyde olan şekliyledir.
Sağlık, eğitim, vs yine ölmeyecek düzeydedir. İnsanlar çalışma savaşının yanısıra insani ihtiyaçlarını karşılamak için de savaşır.
Eğlence, gezi, seyahat, vs, yine savaşarak elde edilen asgari düzeyde ve çoğu zaman niteliksiz türde ve çabalamadan sahip olunmayan nimetlerdir.
Bu ülkenin en belirgin özelliği "fakir" olmasıdır. Paçalarından akar fakirlik ve sefillik.
Ölürken geriye baktığında bu ülkelerin insanları, sadece "çalışmak"la geçen boş ve zevksiz bir ömür görürler. Kahırlarından ölürler.
-why not before
Teorik açıdan örnek alınası düşünceleri var ama şu tüketim çağında sömürgeciliğe sağlam bir başkaldırı bu yollarla olmaz olursa da para sahiplerinin vereceği +100 dolara bir çok köle daha bulunabilir.
Bu dönem de en çok ihtiyacımız olanın direniş olduğu gerçek ancak savaştığı somut bir kavram yok.
Tamam ben direneyim ama neye karşı?
Kendisine karşı direnecek birisi mi arıyorsunuz? Etrafınıza bakmanız ve adaletsizlikleri görmeniz yeterli.Tamam ben direneyim ama neye karşı?Arkadaş doğru demiş. Başlık çok güzelmiş ryuk teşekkürler
Bir fikrim var!
Bu konuyla ilgili bir radyo yayını yapalım mı :)
Bir fikrim var!
Bu konuyla ilgili bir radyo yayını yapalım mı :)
Bir fikrim var!Bekliyorduk döneceğini yayınlara, ama böyle bir konuyla hayatta tahmin etmezdim :) Belki cesaret bulupta izleyici kısmından (bu konu için diyorum) çıkarım yayın zamanı :D
Bu konuyla ilgili bir radyo yayını yapalım mı :)
@ryuk
Russell'ın çaydanlığını biliyor musun? "Uzayının boşluğunun içinde yol alan bir çaydanlık olduğunu ama bunun teknolojik yöntemlerle tespit etmek için çok küçük olduğu," örneğini verir, Russell. Russell'ın çaydanlığı, kanıt eksikliğinde bir iddianın absürtlüğünü gösteren güzel bir analojidir. İddiayı ortaya atanın görevidir onu kanıtlamak, bunu yapmadan önce karşıtlarının karşı-kanıt getirmesini beklememek gerek. Bu yüzden, insanlığın bugüne kadar bu şekilde olan davranışının değişeceği konusundaki iddianı ciddiye almıyorum çünkü arkasında herhangi bir kanıt yok. Sadece, bir anekdot var ki, kanıt yerine asla geçemez. Söylediklerin mantık değil, inançtan oluşuyor ve inanç, kişisel olarak sahip olma özgürlüğüne sahip olsan da, tartışmalarda yeri olmayan bir şeydir.
Öne sürdüğüm sebep ve kanıtları çürütmek için hiç uğraşmadığını da eklemem gerek.
Vazgeçelim demiyorum ama çabalarımız asla bu küçük çapları geçemeyecek.
insanlığın bugüne kadar bu şekilde olan davranışının değişeceği konusundaki iddianı ciddiye almıyorum çünkü arkasında herhangi bir kanıt yok.
Öne sürdüğüm sebep ve kanıtları çürütmek için hiç uğraşmadığını da eklemem gerek.
Vazgeçelim demiyorum ama çabalarımız asla bu küçük çapları geçemeyecek.
Bahsettiğiniz kaynakların çoğunu okudum ve mesajımda yer alan savı çürütecek hiç bir veriye rastlayamadım.
Paylaştığın blog nedense çok çekici geldi, yarım saattir yazılarını okuyorum. Herhalde artık sıkı bir takipçisi olacağım :D Teşekkür ederim okuyacak birşeyler arıyordum bende.
Edit : Bahsettiğim forum, http://michaelsikkofield.blogspot.com.tr/
Paylaştığın blog nedense çok çekici geldi, yarım saattir yazılarını okuyorum. Herhalde artık sıkı bir takipçisi olacağım :D Teşekkür ederim okuyacak birşeyler arıyordum bende.
Edit : Bahsettiğim forum, http://michaelsikkofield.blogspot.com.tr/
Bu kişiye karşı sanıyorum başka bir başlıkta uyarmıştım insanları, burada da yineleyeyim. Kimseye, hiçbir şeyle ilgili "bunu okuma", "bundan uzak dur" gibi tavsiyeler vermeyi sevmem. Ve fakat geçmişte kendisini sıkı takip eden biri olarak bu arkadaşı okurken çok dikkatli olmanızı tavsiye ediyorum. Müthiş etkili bir anlatımı var. Çoğu insanı tamamen kendi yazdığı bir senaryonun gerçekliğine rahatlıkla inandırabilir -ki yaptığı bundan çok da uzak değil, ama neyse- ve bu tehlikeli bir beceri. İnsanları ikna etmek için belli başlı teknikleri de güzel kullanıyor (örnek: "onlar göremiyor, onlar sizinle dalga geçer, onlar ekşici piç" gibi laflarla sizi ayrıcalıklı olduğunuza inandırmak). Hitap ettiği kitlenin %99'u anlattıklarını doğrulamak gibi bir çaba içine de girmediğinden istediği gibi at koşturabiliyor. Okumayın demiyorum, hobi olarak yine okuyun ama fazla da ciddiye almayın. Bir komplo teorisyeni olmadığına kendini bile inandırmış olabilir, ama gerçek maalesef böyle değil.
Aşırı etkileyici bir yazı tarzı var ve bu nedense çok hoşuma gitti... Tabii saçmalıklarını farketmem geç olmadı ama doğru söylediği bir çok şeyin olduğunu düşünüyorum. Ciddiye almayacağım ama hobi olarak gene okumaya devam edeceğim sizin dediğiniz gibi :D Ve kimliğini sakladığını farkettim, yada saklamıyor da ben mi göremedim?
Edit: http://michaelsikkofield.blogspot.com.tr/2011/12/pazar.html?m=0 böyle güzel yazılarını da es geçmemek lazım bence.