Henry Scott Lloyd kahvesinden bir yudum aldı ve gözünün ucuyla kendisini çeken kameranın üzerindeki uyarı panosuna baktı. Reklamların bitmesine bir dakikadan az bir zaman kalmıştı ki bu Henry için oldukça uzun bir süreydi. Spikerlikte yirmi ikinci yılına girmişti; bu onu çoğu meslektaşından ve şu anda çalışmakta olduğu Kanal 6’nın tamamından daha tecrübeli yapıyordu.
“Yayına 30 saniye! Bay Lloyd, herhangi bir şeye ihtiyacınız var mı?”
Amanda Heyes, haberci olmak için iş başvurusunda bulunup patronlarına kahve getirmek gibi sıkıcı işleri yapmaya zorlanan sayısız hevesli stajerden birisiydi. Henry gülümseyerek cevap verdi.
“Amanda, bana Henry demen dışında, bir isteğim yok. Bu kameralar öyle göstermiyorsa bile Bay kelimesi kesinlikle beni yaşlı gösteriyor.”
Amanda gülümseyerek başıyla onayladı ve stüdyodan dışarı çıktı. Bu sırada Henry kahvesinden bir yudum daha aldı ve kravatını düzelterek karşısındaki kameraya doğru döndü. Kameranın arkasında, suratında dünyanın en canı sıkılmış insanını bile hayat dolu gösterebilecek bir ifadeyle Alex duruyordu. Elini havaya kaldırmış, beşten geriye sayarken Henry suratını buruşturdu. Birlikte çalıştığı herkesin adını hatırlamaya özen gösteriyordu ve bir süredir sabah haberlerinde karşısında duran bu genç kameramanın soyadını hatırlayamamıştı.
Panonun kırmızı renkteki “Yayında” uyarısı ve kulaklığına fısıldanan küçük bir hatırlatma ile kendine gelen Henry gülümsedi ve kameraya bakarak konuşmaya başladı.
“Bugün 23 Ekim 2077, saatlerimiz 09:30’u gösterirken sabah haberlerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.”
Bu sırada uyarı panosunun hemen altındaki suflör ekranı titreyerek açıldı ve okuyacağı metin yavaş yavaş yukarı doğru kaymaya başladı. Ekran, Alex’in tam kafasının üzerine denk geliyor ve yazılar sanki Alex’in düşünceleriymiş gibi duruyordu. Kameramanın genelde takındığı surat ifadesi de düşünülünce bu durum Henry’e hep komik gelmişti.
“RobCo Endüstrileri’nde araştırma ve geliştirme çalışmaları yapan bir bilim adamı, William Shaw’un dün akşam yapmış olduğu basın açıklaması ülke genelinde geniş yankı buldu. Bay Shaw, gündelik işlerimizde sıklıkla kullandığımız Mr. Handy gibi robotların üretiminden ve bilgisayarlarımızın yazılımından sorumlu RobCo’ya, yıllar önce hükümetin, sınırsız maddi destek karşılığında askeri çalışmalarda bulunmasını teklif ettiğini fakat Robco’nun kurucusu Robert House’un bunu kabul etmediğini ifade etti. Bay House’un hep söylediği gibi artık savaşların değişmeşi gerektiğini ve bilimsel gelişmelerin askeri alanlardan çok sosyal hayata yönelik olması gerektiğini dile getiren Bay Shaw, bunun dışında çarpıcı bir iddiada daha bulundu.”
Trent! Alex’in soyadı Trent’ti. Henry’ye “Tanıştığım kişiler arasında bunu duyup da kelime oyunu yapmayan ilk kişisiniz” demişti; Henry de dilinin ucuna kadar gelen “Yeni trend sensin o zaman!” espirisini yapmak yerine kapalı durmayı tercih eden çenesine teşekkür etmişti. Derin bir nefes alıp, habere devam etti.
“Bay Shaw, hükümetin kendilerinden sonra kapılarını çaldığı ve çoğumuzun çoktan belgelerinin altına imza attığımız Vault-Tec firmasının göründüğü kadar iyi niyetli olmadığını iddia etti. Olası bir savaşta halkı korumak üzere devasa sığınaklar üreten Vault-Tec’in, biyolojik silahlar ürettiğini ve canlı insan denekleri üzerinde deneyler yaptığını ifade eden William Shaw, Vault-Tec belgelerine imza atarken bir kere daha düşünülmesi gerektiğini söyledi.”
Henry bir süre duraklayıp omuz silkti ve gülümseyerek ekledi.
“Eh, bunun için biraz geç kaldınız Bay Shaw çünkü sıradaki haberimiz tam da bununla ilgili. Vault-Tec’in yaptığı açıklamaya göre, sığınaklara yapılan başvurular son iki haftada rekor-“
Suflör ekranında yavaşça yukarıya doğru kayan yazılar durdu. Henry,sol kulağına takılı olan kulaklığa yapılan uyarı ile duraksamıştı ve yayın odasından gelen yeni haberi daha iyi duyabilmek için sol elinin işaret parmağını kulaklığa iyice bastırdı.
“Evet... Sevgili seyirciler.. Yayınımıza önemli bir haber nedeniyle ara vermek zorundayız. Batı yakasında bir nükleer patlama yaşandığına dair-“
Henry’nin kaşları çatıldı ve soru soran bakışlarını kamera yerine, stüdyonun arka kısmındaki camlı bölgeye, yayın odasının bulunduğu bölgeye kaydırdı. Yayın odasından gelen haberler kısa ve netti; Alex’in kafasının üzerindeki uyarı panosunun ve suflör ekranının kapanması ise kafasındaki sorulara nispeten yanıt olmuştu.
“Sayın seyirciler, ülkenin batı yakasından birden çok nükleer patlama haberi geldi. O bölgedeki istasyonlarımız ile bağlantıyı kaybettik. Tüm bu gelişmelere karşın hükümetin sessizliği düşünülürse... Görünen o ki Bay House, savaş... savaş asla değişmiyor.”
Birlikte çalıştıkları sekiz ay boyunca ilk kez Alex’in suratında can sıkıntısı dışında bir ifade oluşmuştu. Henry, yayın odasından gelen koşuşturma ve bağırışlar dışında bir şey duyulmayan kulaklığını yavaşça çıkartırken kamera yerine Alex’e bakıp gülümsedi. Genç kameramanın yüzü büyük bir ihtimal korkuyla karışık bir heyecan ifadesine bürünmeye çalışmıştı ama pek başarılı olmuşa benzemiyordu. İfadesiz bir şekilde görmeye alıştığı suratın böyle eğreti bir hal alması, içinde yükselen berbat hissiyata rağmen Henry’nin suratında, bir saniyeliğine de olsa, gülümsemeye yol açmıştı. Midesinde filizlenip yukarı doğru tırmanan ve şimdi de kalbini bir sarmaşık gibi sarmaya başlayan o berbat his, gülümsemeyi sildi. Henry başıyla stüdyonun çıkış kapısını işaret edemeden Alex oturduğu tabureden fırlayıp çıkışa doğru koşmaya başlamıştı. Tecrübeli spiker bunu yadırgamadı; bundan 20 sene önce olsaydı o da aynı şeyi yapardı. Ama Henry Scott Lloyd, Kanal 6’nın sabah haberleri spikeriydi ve izleyicilerine veda etmeden hiç bir yere gitmeye niyeti yoktu. Halen televizyonun karşısında oturan kişilerin gördüğü son şeyin, 50’li yaşlarını çoktan tüketmiş bir adamın çığlık çığlığa koşuşturması olmamalıydı. Hem, çok büyük bir ihtimal, artık her şey için çok geçti. Kolundaki saati kontrol edip ciddi bir ifadeyle kameraya dönen Henry, konuşmaya devam etti.
“Bugün 23 Ekim 2077. Saatlerimiz 09:46’yı gösterirken yayınımızı sonlandırıyoruz. Sizlere veda etmeden önce şunu söylemek istiyorum ki, bu bir tatbikat değil. Ve Katherine... Umuyorum sirenleri ilk duyduğunda hemen sığınağa koşmuşsundur. Umuyorum şu anda televizyonun başında, beni izlemek yerine sığınağa ulaşmışsındır. Eğer halen ekran başındaysan...”
Henry asla romantik birisi değildi ve eşi Katherine asla ondan romantik olmasını beklememişti. Aralarında, sadece bir bakışla iletilebilen sağlam bir sevgi bağı vardı. Son anlarında bile olsa, kocasının hiç değişmeyeceğini gösterircesine kameraya gülümsedi ve kollarını iki yana açtı.
“Bugün eve biraz geç gelebilirim... “
Not: Fallout 4'ü alabilecek ya da oynayabilecek durumum yoktu. Ben de yazdım. Pişman değilim.