General Blaze, heyecan içerisinde komuta odasında dönüp dolaşıyordu. Yaşlı adamı daha önce kimse bu kadar telaşlı ve heyecanlı görmemişti. Elleri ve ayakları titriyordu. Kelleşmiş kafası ve alnı kan ter içinde kalmıştı. Saatlerdir beklediği müjdeli haber geçikmişti. Yoksa bir terslik mi olmuştu. Dakikalar geçtikçe yaşlı adam daha da asabileşiyordu. Şaşkın şaşkın ona bakan askerleri azarlıyor, boş yere bağırıyordu.
Yaklaşık bir ay önce, gezgin uzay gemileri tarafından yeni bir gezegen keşfedilmişti. Uzay gemisi, gezegen üstünde yaptığı birkaç araştırma ve gözlem sonucunda bu gezegenin, şu anda yaşadıkları Slada gezegeninde daha büyük olduğunu saptamıştı.
Bunun üzerine, Slada Uzay Krallığı kralı Albero tarafından, gezegene inilmesi ve istila edilmesi yönünde emir gelmişti. Yaklaşık bir hafta süren hazırlıklar sonucunda, Wolf XC45 adı verilen, Albay Spark komutasındaki istilacı birlik gezegene iniş yaptı. Gelen ilk raporlara göre, gezegende herhangi canlıya ait bir iz yoktu. Sadece su ve tropikal ormanları, yeşille morun karışımı olan toprağı ve geceleri aydınlatan altın sarısı uydusu vardı.
Daha sonrasında gelen ikinci raporda, gezegenin terk edilmiş olduğu ve bazı uzaylı yaratıkların gömüldüğü mezarların bulunduğu yazıyordu. Çok eski ve vahşi bir savaşa ait kalıntıların olduğu, gezegenin silah, donanma ve yeni madenlerle dolu olduğu altı çizili şekilde yazılmıştı.
Üçüncü ve son raporda, gezegenin ele geçirilmiş sayılabileceği, çünkü kendilerine karşı koyan hiçbir gücün olmadığı yazılmıştı.
O rapordan sonra Slada halkı bu konu hakkında bilgilendirildi. Aç, sefil ve ihtiyacını güçlükle karşılayan halkın tek güvenci orduydu. Onlar başarabilirse, halk kurtulacaktı.
Bugün Slada halkının kurtuluş günüydü. Herkes gelecek müjdeli haberi bekliyordu. Kurtuluş haberini...
General Blaze, son kez duvara asılmış dijital saate baktı. Halen haber gelmemiş olması endişeleri artırıyordu. Elleri kolları bağlı bekliyorlardı. Dijital saatin yelkovanı her dakikada bir, daktilo sesine benzer ses çıkarıyor, gerginliği iyice artırıyordu.
General Blaze, bir an kendini boğulmuş hissetti, boğazını biri sıkıyor gibiydi. Nefes almakta güçlük çekiyordu. Kendini zorlukla balkona attı. O zaman, şehir sokaklarını insan seline boğan kalabalığı ve onların ürkütücü bağırışlarını işitti. Halk, "kurtuluş gezegenimizi istiyoruz!" diye bağırıyordu.
Blaze, bir haber ümidiyle içeriye girdi. Ama o haber daha gelmemişti. Askerler sessizdi, sadece saatler konuşuyordu. General dahil kimse gıkını çıkarmaya cesaret edemiyordu o dakikalarda. Saat, 12:00`da ötmeye başladığında General Blaze, duvara dayandı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Yaşlı adamın ağlayışları, insanın içini cız ediyordu. Onların hak ettikleri kader bu muydu? Onların kaderi bu muydu? Soruyordu yaşlı adam ağlarken. Neden yaratıcıları onlara bir şans vermemişti. Yeni ve güzel bir hayat için niye şans vermemişti.Kurtuluş ateşi sönmüştü artık. Wolf XC45 birliğinden haber yoktu. Artık gelemezdi de, zaman dolmuştu çünkü.
General ona korkuyla bakan askerlerine karşı cesur olmalıydı. Kendisini toparladı, gözlerindeki yaşları sildi ve ayağa kalktı. Ama olmuyordu. Bu ufak ve kirli gezegende tıkılı kalmışlardı yine. Tekrar ağlamaya başladı. Kaçmak istiyordu askerlerinden, gözlerden. Yalnız ve sessiz ağlamalıydı.
Dışarı çıkmak için kapı tokmağını kavradı ve kapıyı açtı. Telsizde bir bağırış bir sevinç duyuldu o anda.
"General, ben Albay Spark. Gezegenin sistemine girmeyi başardık! Başardık!"
Odada bulunan herkes, bir anda coştu. Sevinçten bağırıyor, duvarları yumrukluyor, birbirlerine sarılıyorlardı. Bazıları yerlerde tepiniyordu. Gözyaşları kurtuluş haber içindi şimdi.
General hemen telsizin başına geçti. Askerlerde kendilerini toparlayıp başına toplandılar.
"Spark, beni duyabiliyor musun?"
"O harika sesiniz duyabiliyorum, General."
General, gülümsedi. Bir yandan da ağlıyordu. İki farklı duyguyu aynı anda yaşar gibi, bir yandan ağlıyor bir yandan gülüyordu. Çok mutluydu, çok...
"Spark! Spark, sen ulusumuz kahramanısın. Başardık değil mi? Söyle bana..."
"Başardık Generalim. Halkımız için..."
"Halkımız için," diye tekrar etti odadakiler.
Uzun süre önce insanoğlu tarafından terk edildikleri Slada gezegeninin soğuk ve ölümcül pençesinden kurtulmuşlardı artık. Kral, hemen haberdar edildi. Kim bilir nasıl sevinmişti adam. Belki kral olduğunu unutup yerlerde bağıra çağıra tepinmiş, sevinç gözyaşları akıtmıştı.
O anda halkta müthiş bir sevinç içerisindeydi. O anı yaşayan kimsenin unutamayacağı bir sevinç, bir mutluluk, bir hüzün ve heyecan hakimdi.
General Blaze, meydanda toplanan halkın önünde konuşma yapmak için yüksek platforma çıktı. Ellerinde Sladanın altın kartalını dalgalandıran çocukları, babalarının omuzlarında mutluluk gülücükleri saçarken görünce ağlamamak için kendini tuttu. Herkes ağlıyordu.
"Slada halkı! Bugün çocuklarımızın ve geleceğimizin kurtulduğu gündür!" Kalabalık sevinç içerisinde alkışladı onu.
"Bugün zorlukların aşıldığı, zaferin kazanıldığı gündür. Ordumuzun ve halkımız zaferidir! Bu bizim zaferimizdir!"
Herkes çılgınlar gibi alkışladı yaşlı generali. Yaşlı adam usulca platformdan indi, yeşilleşmiş ve kir bulutlarının kol gezdiği gökyüzüne baktı. Sonra sarmaşıkların çevrelediği yıkık dökük harabelere...