2 gündür kendi görüşümü belirtip belirtmemek konusunda gidip geliyordum; ama sonunda ben de iki kelam edeyim istedim. Öncelikle ben de et sever bir insanım, hatta en yakınımdakiler başta olmak üzere, çevrem tarafından 'aşırı' et tükettiğim söylenir. Haftada 10-12 porsiyon et yemekten bahsediyorum (Günde üç öğün olduğunu, haftada 21 öğün olduğunu varsayarsak, öğünlerimin yarısında et var demek istiyorum).
Bununla ilgili olarak okumuşluğum, araştırmışlığım, düşünmüşlüğüm de var. Bu süreçlerin nedeni de bahsedildiği üzere bu durumdan 'rahatsız' olmamdı. Ama ben kendi içimde barış sağladım ve şu an et yerken gönlüm oldukça rahat. (Et yemek, ya da hayvan yemek, benim açımdan farketmiyorum; ama negatif konotasyon konusunda KoyuBeyaz'ın söylediklerine katılıyorum. Bence de 'hayvan yemek' deyince kendinden bir olumsuzluk katılıyor.)
Hayvan yemekle ilgili olaraksa tercih sıralamam kırmızı et, deniz ürünleri ve beyaz et şeklinde gidiyor. Şu an bile bile rahatsız etmeye çalışıyor gibi görünüyor olabilirim; ama seçimlerim konusunda rahat olduğumu göstermeye çalışıyorum sadece. Çünkü neticede vicdani olarak, gerek sürdürülebilir bir dünya, gerek hayvan hakları, gerekse etik olarak bir ikilem yaşamıyorum.
Devam etmeden önce et/hayvan yerken de olabildiğince bilinçli bir tüketici olduğumu düşündüğümü belirtmek isterim. İngiltere'de yaşarken farkettim ki bazı etlerin üzerinde özellikle 'free-range' olduklarını belirten etiketler vardı. Bu etiket o etin temin edildiği hayvanın kapalı bir ortamda değil, açık hava gördüğü, gezebildiği bir çiftlik ortamında yetiştiğini ifade etmek için kullanılıyordu.
Seçtiğim ürünlerde buna dikkat ediyorum. Sadece et değil, hayvanlardan sağlanan tüm ürünlerde... Yumurtalarımın -daha iyi bir sözcük bulamadığım- köy yumurtası olmasına, balıklarımın çiftlik değil deniz balığı olmasına, etlerimin free range olmasına... Kullandığım süt ve süt ürünlerinin tesislerinde nasıl işlemler yapıldığını araştırıyorum. Danone'nin hayvan hakları açısından oldukça başarılı olduğunu biliyorum. Yörsan, Dimes gibi bazı markaların bu kriterlere dahil doğru düzgün kalite kontrolü bile bulunmadığını da...
Gerek kullandığım hijyen ürünlerinde, gerek Kırmızı Saçlı Kız'ın kullandığı kozmetik ürünlerinde, gerekse genel ev temizliği ürünlerinde hayvanlar üzerinde deney yapılmadığından emin olmak için (cruelty-free) tavşan şeklinde bir logo, bir damga vb. bir işaret aramam gerektiğini biliyorum, ve bütçe-aciliyet denklemi buna el verdiği sürece bu logoya sahip ürünleri kullanıyorum.
Bunlarla birlikte kullandığım arabaların karbon emilimine, kendi yıllık karbon ayak izime de dikkat etmeye çalışıyorum (ama bu konuda o kadar da bilgili değilim).
Sokak hayvanları için olabildiğince yemek ve barınak sağlamaya çalışıyorum, WWF başta olmak üzere, doğa ve ekosistemin korunması, sürdürülebilirliği için yapabileceğim şeyler hakkında bilgilenmeye çalışıyorum.
Yazın babamla balık tuttuğum zaman mutlaka yanımda cetvel bulunduruyorum. Yavru olan balıkları, cinslerine bakmaksızın denize tekrar atıyorum (bazı balıkların yavruları da porsiyon büyüklüğünde olabiliyor, bazı balıkları yakalama olasılığı çok düşük olabiliyor).
(Daha da genelleştiriyor ve konudan da uzaklaşıyorum) Yolda 'Greenpeace'e ayda 5 TL verirseniz dünyayı kurtarırsınız' diyen kişiye kafamı çevirerek hızla uzaklaşıyorum; ama hem Greenpeace'in aktivitelerini o yolda çeviren kişiden daha iyi takip ediyorum, hem de mevzu bahis konuları Greenpeace'den daha iyi sürdüren kuruluşların hangileri olduğunu biliyorum.
Bununla birlikte yediğim ve kullandığım bitkilerin de olabildiğince ilaçsız, kiimyasal gübre kullanılmamış, mümkünse organik olması için özen gösteriyorum.
İyice genele vuracak olursam da, sürdürülebilir bir dünya için elimden geldiğince araştırma yapıyorum.
İnsanlar "Türkiye'de nükleer santrale hayır!" dedikleri zaman onlara kızmıyorum. Ama onlara Türkiye'deki enerji ihtiyacının henüz (önümüzdeki belki de 50 yıl için) sadece "hidroelektrik", rüzgar, güneş vs. sürdürülebilir enerji santralleriyle sağlanamayacağını, nükleer enerjiye geçilmediği takdirde termik santrallere ihtiyaç olacağını, ve çevre açısından her zaman en kötüsünün "termik santraller' olduğunu anlatmaya çabalıyorum.
Tekrar hayvan yeme özeline geri dünüyorum.
Metabolizmamın evrimsel olarak kırmızı et barındırmayan bir dieti kaldırma olasılığının çok daha düşük olduğunun bilincindeyim.
Et tüketerek (özellikle de kırmızı et) alabileceğim amino asitleri sadece bitki tabanlı bir diet uygulayarak almam için çok daha ölçülü, dikkatli düşünülmüş, ve disiplinli bir yemek programı edinmem gerektiğini biliyorum.
Sindirim ve sinir sistemimin, hormon dengelerimin, hele ki böyle programsız (hatta daha da kötüsü bilinçsiz) bir şekilde başlarsam, sadece bitkiden oluşan bir diete karşı tepki göstereceğini, çeşitli kronik hastalıklara, cilt anomalilerine, sinirsel rahatsızlıklara sebep olabileceğini de biliyorum.
Ve pek tabii bunlarla birlikte, bir vejeteryanın da hiç bahsettiğim sorunlarla karşılaşmadan yaşayabileceğini, gayet de sağlıklı (belki daha sağlıklı) olabileceğini de biliyorum.
O halde sözü nereye getiriyorum?
Ben et/hayvan tüketiyorum. Ve bunu olabildiğince bilinçli yapmaya çalışıyorum. Üstelik sadece etlerinden değil, yünlerinden, derilerinden faydalanırken de bir etik ya da vicdani kaygı duymuyorum. Bunun beni rahatsız etmiyor olması da bence bir sorun teşkil etmiyor; çünkü bu konuda içimi rahatlatabilecek kadar (başka şekillerde) bilinçli etkinlerde bulunuyorum.
Elbette diyebilirsiniz ki o kadar şey yapıyorsun; nasıl hayvan yemeye devam ediyorsun. Bırakman lazım.
Cevap basit. İstemiyorum. Özünde, et/hayvan yemeyi seviyorum. En sevdiğim üç yemeğin sırasıyla ıspanak-kereviz-bamya olduğu şu dünyada hele ki kırmızı etin tadından vazgeçmek istemiyorum.
Yediğim her bir hayvanın da (tabiri caizse) diyetini ödediğimi bilmek beni rahatlatıyor. Çünkü biliyorum ki benim bu konuda yaptığım olumsuz tüm hareketleri dengeleyecek olumlu hareketlerde de bulunuyorum. Ve neticede bu da sürdürülebilirliğin en büyük parçası değil midir? Eğer ben ekosistemdeki yerimi dengeleri değiştirmeyecek şekilde koruyabiliyorsam, o zaman kendi normlarımı değiştirmeme gerek yok değil midir? Ve pek tabii, herkesin benim gibi/kadar bilinçli olmadığını biliyorum ama (ve yine tabii ki bazı vejeteryanların da eşit derecede bilinçsiz olduğunu söylememiz gerekir) zaten tek başıma yapabileceğim kadarının üstünde bir şey yapmadığım için suçlanabilir miyim?
İşte böyle bir şeyler.