Bölüm 3= Geride KalanlarDilara uyandı. Gece terlemişti, boynundan boncuk boncuk damlalar akıyordu. Yüzüne de bir dehşet ifadesi hakimdi. Sabahın erken saatleriydi ve herkes uyuyordu. Ses çıkarmamaya dikkat ederek lavaboya gitti. Kapıyı arkasından kapatınca, yanağının ıslanmış olduğunu fark etti. Ağlamıştı. Ve korkuyordu da. Konuşmak istiyordu, her şeyi anlatmak, onları uyarmak, kurtulmalarını sağlamak istiyordu. Yapamıyordu, yapamazdı…
xxx
“Öyleyse sen başla Nesil.” Dedi, ikizler ve Nesil gibi okula yeni gelmiş olan Türkçe öğretmeni. Siyah saçları ve gözleri vardı. Oldukça güzeldi, ama sert bir görünüşü vardı. Belki de bu yüzden onun dersleri en sessiz dersti.
Toto, en önde oturan Nesile vurmuştu, kendini tanıtmaya o başladı. Kim olduğunu, nerden geldiğini saklamadan ve utanmadan anlattı. Gözleri dolsa bile, ‘sıkıyorsa dalga geçin’ diyen gururlu bir duruşu vardı. Kimse dalga geçmedi, hatta etkilenmiş görünüyorlardı. Öğretmen bile.
Nesilden sonra yanında oturan Seda kalktı ve kendini anlattı. Ancak o ailesini her yönüyle anlatmadı, kimseye anlatmamıştı. Bunu yalnızca Nesil biliyordu, ki ona da istiyerek anlatmamıştı. Çok üzgün olduğu ve elinden hiçbir şeyin gelmediği bir anda anlatıvermişti. Seda anlatınca, öğretmen kısa bir an ona baktı ve oturmasını işaret etti. Ondan sonra arkalarında oturan Alara kalktı ve kendiyle ikizini anlattı.
Kızların ardından sarışın bir kız ayağa kalkıp ailesinin servetinden ve evlerinin bir ucundan diğer ucuna uzanan kocaman havuzdan uzun uzadıya bahsetti. Birkaç kişi daha kalkıp aynı şeylerden bahsederken Dilara fenalık geçirmek üzereydi ve tam Nesil çığlık atmaya hazırlanırken –çok yakışıklı- bir çocuk ayağa kalktı ve içinde para sözü geçen tek bir kelime kullanmadı. Böylece kızlar rahatladı. Ama midesinde acayip bir şeyler hisseden tek kişi Seda’ydı oysaki. Çocuk otururken ona baktı, ama hemen onu görmemiş gibi yaptı ve Seda bir kaçıp gitme duyusuna kapıldı.
Dersin bitmesine çok az kalmıştı. Konu işleyemezlerdi, çünkü yetişmezdi ve öğretmen onları serbest bırakmıştı. Ama kimse oyun oynayacak havada değildi. Öğretmen bir soru sordu:
“Sihri inanır mısınız?”
Sarı saçlı kız güldü ve yakışıklı oğlan gülümsedi. Onlara göre, annelerinin çocuklara yatmadan önce anlattığı masallardı bunlar. Hepsi geçmişte kalmıştı ve çoğu zaten ilgilenmezdi böyle şeylerle.
Kimseden ses çıkmayınca kadın tekrar sordu:
“Ya fantastik yaratıklara? Perilere, cinlere, elflere inanır mısınız? Belki de denizkızları, ha? Kimse inanmıyor mu?”
Sarışın kız: “Biz böyle şeylere kafa yormayız. Siz bizim yaşımızda olsanız yorar mıydınız?”
Gülme sırası öğretmendeydi. “Düşündüğünden çok daha fazla.”
Büyük bir tesadüf eseri, o anda zil çaldı ve sınıf dağılırken öğretmen, kıza göz kırptı.
xxx
Seda’nın dün çarparak kapattığı kapının ardında, bir erkek ve bir kadın, Seda’nın onları asla böyle görmediği bir medeniyetle, konuşuyorlardı.
“Şimdi ne yapacağız? O yokken burada kalmamızın bir anlamı yok. Diğer koruyucular böle burada değil! Mutsuz aile rolünü oynayabileceğimiz bir tek yaşlı kaçık komşularımız kaldı.” Dedi kadın.
“Bence konseye geri dönmeliyiz. Görevimiz yarıyıl tatiline kadar bitti, değil mi? Tiriq’i görmeliyiz.” Diye yanıtladı adam.
“Peki, nasıl yapacağız?”
“Sen bir cadısın aptal.”
“Onu kastetmiyorum, elbette sihirle gideceğiz. Ama konseyin toplandığı yerin adresi büyük bir ciddiyetle korunuyor, etrafında da çok güçlü efsunlar var ve on yıldır oraya ayak basmadık.”
“Aslında haklısın. O zaman-”
Ding-dong. Kapı çaldı. Şaşırdılar. Onları kimse ziyaret etmezdi. Dostları akrabaları, hiç kimseleri yoktu. Yada hepsi geçmişte kalmıştı. Adam, korku dolu gözlerle kadına baktı. hiç kuşkuları yoktu, gelen O’ydu. Sonunda anlamıştı.
Adam yutkunarak kapıya yöneldi.
Kapıyı açtı.
Rahat bir nefes aldı. Gelen O değildi, ama adam bir elçi gönderdiğini sandı.
“Merhaba, ben Kenan. Ezgi Engin’in şoförüyüm. Size söylemem gereken şeyler var, girebilir miyim?”
“Elbette.” Bu Stefy’di. Nasıl tanıyamamıştı? Stefy dosttu, son kalan zihin ustalarından biriydi ve konsey için çalışıyordu.
Stefy hemen içeri girdi ve fısıltıyla anlatmaya koyuldu. “Dinleyin. Şu an göreviniz bitmiş, yada ara verilmiş durumda. Fazla vakit yok, ayrıntıları size konsey açıklayacak. Sizi hemen oraya götürmem emredildi. Gelin benimle.”
Kadın afallamış halde Stefy’e baktı. Sonra itiraz etmeden denileni yaptı. Göz açıp kapatıncaya kadar oradaydılar.
xxx
Tiriq onları gördüğüne şaşırmadı. Zaten onları bekliyordu. Şu son zamanlarda sıkça yaptıkları gibi toplantı halindeydiler. Konseyin kaldığı bina, vir arı kovanı gibi vızır vızır işliyordu. Göreve gönderinleler, görevden dönenler, elçi olarak gidenler, gözcülük yapanlar gidip geliyor, konseye bilgi veriyordu. Sayıları son bir yılda felaket denebilecek kadar azalmıştı. Bu yüzden dünyanın dört bir yanına dağılmış üyeler –yıllardır huzur ve güven içinde ve mutlu yaşayan üyeler- geri çağrılıyordu. Uzun vadeli görev almış olanlarsa görevlerine aman zaman ara veriyor ve konseye gelişmeleri öğrenmek için geliyordu. Gelenlerin çoğu da geri gönderilmiyordu. Çünkü önlerinde çok zor günler vardı, adama ihtiyaçları vardı ve bunu herkes çok iyi biliyordu.
Kadın ve adam da bu yüzden çağırılmıştı işte. Tiriq onlardan 10 yılın hesabını istiyordu.
“Emrettiğiniz gibi yaptık, efendim. Koruyucu küçük bir çocukken yanımıza aldık. Önceleri mutlu bir aileydik. Mutlu büyüdü. Ancak sonra sizden gelen bir emirle, tam tersini yapmaya başladık. Kavga ettik durduk. Bizden nefret etti, uzaklaştı ve ağladı. Ona ço-çok üzüldük. Ben..” kadın sözünü tamamlayamadan gözyaşlarına boğuldu. Adam omzuna elini atarak onu teselli etti.
“Bir şey sorabilir miyim efendim?” diye sordu adam.
“Tabii ki Sirenu.”
“Neden koruyucuya kötü anne-balarmışız gibi davrandık? Tersi olsaydı-”
“Tersi diye bir şey düşünemeyiz Sirenu. Sana bunu anlatmayı çok isterdim, anlayacağım da, ama vakti gelince. Zor zamanlara giriyoruz. Hiçbir şey net değil.”
Tiriq daha fazla konuşmadı, ama Sirenu anlamıştı. Ortada çok büyük dolap dönüyordu. Bazen insandan insana, bazen koruyucudan koruyucuya, bazen de doğrudan renkten renge. Çok ender olsa da evet, bir zamanlar renkler birbiriyle savaşıyordu ta ki şeye kadar…
Düşünmeye bile korkuyordu. Her ne oluyorsa –bildiği ya da bilmediği- hiç iyi şeyler değildi bunlar ve kendisi de bu olayların içindeydi.
Tüm dünya içindeydi.
Herkes.
İsteseler de, istemeseler de.
<<<
okuyun bakayım olmuş mu