Serinin ilk sezonunu izlediğim için, Taht Oyunları'nı okuma gereği duymadım, keşke alıp okusaymışım.
G.R.R Martin'in anlatım ve bol karakterli tarzı biraz ağır geldi. O kadar isim ve olayı hatırlamak zor oluyor, özellikle benim gibi zayıf hafızası olanlar için. Ama yavaş yavaş alışıyorum. Kralların Çarpışması'nın ilk kitabının sonlarındayım ve hafif sıkıcı geçen ilk 300 sayfadan sonra işler biraz hareketlenmeye ve kızışmaya başlıyor. Özellikle arkadaşımın söylediğine göre, Kralların Çarpışması'nın ikinci kitabında olaylar kopuyormuş. Bu da benim daha bir iştahla kitabı elime almama sebep oldu. Okuyup göreceğiz.
Ayrıca bu kadar geniş, bol konulu ve karakterli kitaplara pek rastlamamıştım. Bu kadar karakter bir adamdan mı çıktı demiştim ister istemez. Tıpkı Tolkien gibi Martin de resmen kafasının içinde bir dünya yaratmış. Tabi Tolkien'in yarattığı dünya daha epik ve derin. Martinin dünyası daha realist ve soğuk, biraz gerçek yaşam gibi. Bu durum da daha çok kitabın içine girmenize sebep oluyor.
Kitapta en sevdiğim bölümler ise Tyrion'un bölümleri. Yaptığı planlar ve kurnazlıkları, kafasının içindekileri öğrendikçe daha bir hayran oluyorsunuz İblis'e. Keşke Lannister olmasaymış diyorsunuz. Aslında bunu o bile diyor apaçık olmasa da. Fakat kader.[*]Martin[/*]
Bugün kitabı bitirip Kralların Çarpışması'nın 2. kısmına geçmeyi planlıyorum. Okudukça yazmaya devam edeceğim.