Bölüm 1
Güneş ışığını ne kadar sevdiğimi fark ettim. Annemin bana küçükken, "Bırak oğlum o netin başında pineklemeyi. Çık dışarı, yüzün güneş görsün biraz." dediği günleri hatırladım. Kahretsin! Niye dinlemedim ki zamanında. Hayata sırtımı döndüğüm, uğruna saatlerimi harcadığım o insanlar nerede şimdi? Geriye yine ailem kaldı. Annem kaldı; her şeye rağmen beni affeden, üzerime titreyen annem. Belki de bir daha onu bile göremeyecektim. Şu lanet olası yerden çıkayım hele, bir daha aynı hatalara düşmeyecektim.
Üç gün mü, dört gün mü olmuştu bilmiyorum. Zamanın ucunu kaçırmıştım. Cep telefonumun şarjı bitmişti. Saatim de yoktu. Bu yirmi metrekarelik odada kısılıp kalmıştım. Kaldığım zaman dilimi içerisinde buraya nasıl getirildiğimi tekrar tekrar hatırlamaya çalışıyordum ve bir kez daha olanları hatırladığım kadarıyla düşünmeye başladım.
Her zamanki gibi normal bir şekilde iş yerinden çıkmış, hevesle eve gidip kendimi yatağa atabilmek için taksi aramaya başlamıştım. Tam karşımdaki taksiye binmek üzereydim ki sağ tarafımda vızıldama gibi bir ses duydum, sinektir herhalde deyip elimle kovmaya çalıştığımda o taksiyi gördüm. Aslında diğerlerinden hiç farkı yoktu, hatta eski bir modeldi. Ama diğer taksilerden daha ilginç bir yanı olduğuna yemin edebilirdim. Sarı rengi öyle bir tondaydı ki, diğer tüm renkleri yutuyor gibiydi. Semanın maviliği, asfaltın griliği, etraftaki yeşillik... Her şey bir anda gözlerimin önünden yok olup gitmişti.
İçimde acayip, daha önce hiç hissetmediğim bir his oluştu. Mideme takla attıran, gün boyu gelen yorgunluğun bacaklarıma verdiği acıyı, tatlı bir gıdıklamaya dönüştüren bir his. Hey bir dakika, neler oluyor böyle? Sadece bir taksi! dedim kendi kendime. Kafamı toparlamaya çalıştım zira ayaklarım çoktan o yöne doğru dönmüş, ilerliyordu. Yürüdüğümü yeni fark etmiştim. Sanırım bugün çok çalıştım ve kafayı yedim diye kendi kendime söylenmeye başladım. Öğle yemeğinde de bir şey yememiştim zaten. Evet evet, sebebi bu olmalıydı.
Taksiye bindim. Beynimdeki o küçücük, varlığını bile bilmediğim bir kısım; bu yaptığımın bir hata olduğunu söylüyordu. Ama iş işten geçmişti, arabaya binmiştim bir kere. İnmem ayıp olurdu. Hoş, böyle bir şey düşündüğüme bile inanamıyordum ya...
Araba eski görünebilirdi fakat rahatlığı tartışılmazdı. Taksi şoförü kibar bir adamdı. Hoş ve keyif verici kokular eşliğinde rahat bir koltukta oturmamın yanı sıra, bu kadar kibar ve ilgili bir şoförle karşılaşmayalı uzun zaman olmuştu. Genelde sadece gideceğim yeri sorar, cevabını aldıktan sonra ineceğim yere kadar sessizce gidilirdi ki bu da benim işime gelirdi. Sessizliği seviyordum. Kim bilir belki de evlenmememin veya kız arkadaşımın olmamasının sebebi buydu. Annemin bu konu hakkındaki bitmek bilmez nasihatleri aklıma gelince gülümsedim. Taksi şoförü -konuşma sırasında isminin Klaus olduğunu söylemişti- rahat olup olmadığımı, gidilecek yere kadar olan süreç içerisinde elinden gelen her türlü yardımı yapabileceğini, bunun için sadece söylememin yeterli olacağını belirtti.
Bir ara yüzünü bana doğru döndü. Böylece yüz hatlarını net bir şekilde görebildim. Temiz bir yüzü vardı. Oldukça sivri bir burna, kızıl kısa saçlara, alışılmadık yeşil gözlere sahipti. Dudakları bayanları kıskandıracak şekilde bordoya çalan kırmızı renklere sahipti. Gülümsemesi yüzünde ince çizgilerin oluşmasına, simasının daha tatlı bir hal almasına neden oluyordu.
Sürüş halindeyken "Müzik açmamı ister misiniz beyefendi?" diye bir soru yöneltti. "Tabii, neden olmasın." diye karşılık verdim. Müzik çaların tuşuna bastığı anda talihin benden yana olduğuna hayret ettim; zira en sevdiğim şarkı çalıyordu radyoda. Evet, oydu işte. Seksenlerin başlarında bestelenmiş olan bir jazz parçası. Bunu bulmak için ne kadar uğraştığımı hatta başka şehirlere gittiğimi sonunda evimin otuz metre ilerisinde bulunan, bakıldığında pek de belli olmayacak kadar tenha gözüken ve paslı bir tabelaya sahip olan küçük bir plakçıda bulduğum günleri hatırladım.
O anda Klaus "Ahh! İşte en sevdiğim şarkı, bugün şanslı günümdeyim herhalde." dedi.
Yanlış duyduğumu zannedip "Pardon en sevdiğim şarkı mı dediniz?" diye sordum.
"Evet evet çok severim bu eseri, hele ki bir radyoda çalınması duyulur şey değil." dedi. Sonra sanki birden kaybettiği bir şeyi bulmuş gibi iri iri gözlerle bana dönüp "Yoksa sizde mi?" diye heyecanlı bir şekilde sordu. Daha cevabı beklemeden "İnanamıyorum! Bu dünyada şarkıyı benden başka seven, hatta dinleyen birisi ile karşılaşacağımı hiç düşünmezdim." diye de ekleyip, gözlerini tekrar yola çevirdi.
Bu bilgi ile şok olmuştum adeta. Benden başka biri daha! Şarkıyı dinleyip ki dinlemekle kalmayıp, sevdiği şarkılar listesinin en üst sırasına koymuş bir kişi daha! Talih bu kadar da fazla gülmezdi yüzüme. Sessizliği seven biri olmama rağmen bu şarkıyı dinlemiş birisiyle konuşma fırsatını kaçıracak değildim. Bu adam yani Klaus ile koyu bir sohbete dalmak istedim. İşte tam o anda nedenini anlayamadığım şekilde çok ağır bir uyku bastırdı.
Koltuk, arabanın eski model olmasına rağmen oldukça konforluydu. Sevdiğim şarkı sona ermiş, uyumaya birebir olan klasik bir müzik çalmaya başlamıştı. Aslına klasik müzik dememin nedeni daha sadece sözsüz müzik çalmasıydı. Böyle bir tınıyı ilk defa duyuyordum. Klimadan gelen oda sıcaklığındaki hava ile pencerelere çekilmiş film yüzünden oluşan rahatlatıcı loşluk belki de uyku nedenlerinden bir kaç tanesi olabilirdi. Belki de günün verdiği aşırı yorgunluktu bunun sebebi. Üç haftadır tamamlamaya çalıştığım işler tek bir güne kalınca oldukça sinirlenmiş, şansıma sövmeye başlamıştım.
Klaus'a bakıp; "İki dakika kestirmemin sizin için bir sakıncası olur mu? Çok yorgunum ve baş ağrısı da başladı." dedim.
"Tabii ki. Lütfen rahatınıza bakın. Gideceğimiz yere yaklaştığımızda, sizi uyandırırım." dedi ve "Size iyi uykular" diye de ekledi.
Teşekkür edecek halim bile kalmamıştı sanki kafamı sallamakla yetindim, dikiz aynasından bana baktığını görebiliyordum çünkü. Gözlerim kapanmadan bir iki saniye önce o tuhaf yeşil gözlerin kırmızıya dönüştüğünü, acayip bir şekilde gülümseyişini gördüm gibime geldi. Fakat o anda Godzilla önümüzden geçse umurumda değildi. Kafamda kurmaya başladığım hayalleri düşünecek kadar bile zaman kalmamıştı. Rahat, huzurlu belki de son huzurlu uykuma dalmıştım...