Uzun süre sonra Meleksizleri ana kurgusunda devam ettiriyorum. Bir çok şeyin açıklığa kavuştuğu bir bölüm oldu ve şu ana kadar yazdıklarımın en uzunu. Umarım hoşunuza gider, iyi okumalar
-6-
Lefene duasını bitirmiş karşısındaki eski tabloya bakmaktaydı. Eskilerin kahinlerinden Hedro adında birine ait olan bu tabloda bir melek arkasındaki küllere dönüşen meleklerden sıyrılmış, bulutları yararak aşağıya, dünyaya doğru inmekteydi. Yüzü nurdan görünmüyor, üzerinde ise muazzam elbiseler taşıyordu. Hedro, Hıristiyan bir kahin olduğu için, meleğin elindeki kitap da muhtemelen İncil’di. Kilisenin ön duvarını bu tablo süslemişti. Kadın yıllardır belediye işçilerinin bile uğramaktan çekindikleri yeraltına gitmek için izni koparmıştı ancak içindeki korkuyu da yenmesi gerekiyordu. Dindar birisi olmamasına rağmen kiliseye gelmişti. Bunun da pek işe yaradığı söylenemezdi.
Lefene’in amacı aslında işnii daha çabuk bitirmekti. Bu saçmalıklara fazla inanmıyordu zaten. Yeraltına inmek yalnızca birazcık kokmasına sebep olacaktı. Orda hiçbir şey bulabileceğini sanmıyordu. İddia edilen yerlerden bir kaç görüntü alacak. Not tutacak, farelerden korkup bağıracak, pisliğe düşmemek için dikkatli adımlar atacak, sonra da geri dönecekti. Makalesini yayımladığındaysa artık bu olay kapanacaktı. Çıkarcı pislik Zidna Torel hakkında ise soruşturma başlatılacaktı. En azından Lefene bunun için çabalayacaktı.
Zidna Torel, Devlet Özel Güvenlik Örgütü’ne girmeden önce büyük bir şirketin ceosuydu.
Wingers isimli şirket silah pazarlıyordu ve Torel’in kendisine bir ordu kurmaya çalıştığı söylentileri çıkmıştı. Geliştirdiği teknikle insan ruhunu parçalara ayırıp, bedeni bir kuklaya dönüştürebildiği efsaneleri doğmuştu. Lefene buna inanmamıştı ama Torel’in aşırı popülerliği yüzünden kendisiyle konuşması gerekmişti. O günü çok iyi hatırlıyordu.
Şirket binasının en üst katındalardı. Bir göz şeklinde döşenmişti ve açılıp kapanabilir bir tavana sahipti. İnsana bir gözlemevi hissi veriyordu. Mutlaka iki güvenlik görevlisi bulunuyordu. Ama Lefene nedense Zidna’nın buna hiç ihtiyacı olmadığını hissetmişti. İlk defa Kurtadamlardan bahsedildiğini o gün duymuştu.
“Hahaha, insan ruhunu parçalara ayırmak mı?” herif gerçekten eğlenmiş gibi kahkahalar atıyordu. “Hayır, elbette o kadar uçmadım. Ama tamam, Lefene, sen sevdiğim bir gazetecisin. Sana bir şey söyleyeyim. İnsan ruhunun derinliklerini keşfettim diyebilirim. Ve sanırım yönelimleri nelerin belirlediğini biliyorum. Ayrıca daha ilginci, efsanelerdeki kurtadamlar gerçek.” Adam bunu o kadar rahat söylemişti ki konuşmanın devamında Lefene adamın dalga geçtiğinden neredeyse emindi.
“Şöyle ki, onlar bir şeyin eksikliğini hissediyorlar. Onları insan yapan bir şeyin. Şu bir kaç senedir cinayetler işleyen örgüt var ya, Meleksizler. Her biri kurtadamlardan oluşuyor.”
Lefene bu haberi ilk yayınladığında olay olmuştu ve hmen ardından Zidna Torel şirketi satmış bir kaç yıl ortadan kaybolmuş ardından Devlet Özel Güvenlik Örgütü’ne Bilgilendirme Komisyonu başkanı olarak girmişti. Örgüt bir kaç ay içinde Kurtadamların varlığını resmen onamış ve görüldükleri yerde öldürülmelerini emretmişti. Ama Lefene satılan Wingers şirketinden orduya silah yağdığını biliyordu. Hepsi Torel’in oyunuydu!
Torel dünyanın en zeki insanıydı. Resmen çocuk hikayelerini devletin gündemine sokmuş, ve onlar üzerinden zengin oluyordu.
Başka bir amacı olmalı diye düşündü Lefene arabasından inerken. Yeraltına gireceği noktaya gelmişti. Karşısında iki polis duruyordu. Ellerinde kapak anahtarları vardı.
“Oraya girmeyi gerçekten istiyor musunuz efendim?” dedi birinci polis, diğeri kapağı açarken.
“Teşekkürler.” Dedi kadın ve cevap vermeden kapaktan içeri girdi. Dikkatli bir şekilde merdivenleri inip, nemli zemine ayağını bastığında içini bir ürperti kapladı. Hemen yukarıdaki polislerin verdiği kaskın fenerini yaktı. Yukarıya baktı. İki polis kendisine el işaretleri yapıyorlardı. Orada bekleyeceklerdi o dönene kadar. Lefene kendisinden emindi. İki saat içinde dönmezse polisler gelecekti zaten peşinden. Üzerinde izleme cihazı vardı. Kaybolması mümkün değildi.
Fenerin ışığında önce sola sonra sağa baktı Lefene. Burnunun tarifiyle daha temiz havanın bulunduğu sol tarafa doğru yöneldi. Aslında içerisi sandığı kadar pis değildi. Fazla kokmuyordu ve yerler yalnızca nemlenmişti. Biraz kayıyordu yerler ama yürümesi de çok zor değildi.
Yaklaşık yirmi dakikalık bir yürüyüşte yerlerde gördüğü ufak giysi parçaları dışında bir şeye rastlamamıştı Lefene. Bir kaç fotoğraf çekmiş ve şaşırtıcı bir şekilde orada bulunan sandalyeye oturmuştu. Bununla kalmıyor sandalyenin önünde bir masa da bulunuyordu. Üzerinde ışığı yanan bir lamba vardı. Lefene ilk kez endişelendiğini hissetti. Ama kimse yok gibiydi ve ses de duymuyordu. Kulaklarından gelmeyen, zihninin içinde yankılanan bir ses duyana kadar dinlendi.
“
Lefene Roltor. Benliğimi tamamlayan insan. Bana gel.” Diyordu ses. Kadın bunu kendisinin düşünmediğini biliyordu. Ürkmüştü.
“Kim var orda?” diye fısıldadı.
“Ben Mihael. Beni yalnızca gerçekten istersen görebilirsin. Ve böylece yanına geleceğim.” Ses artık kulaklarına da hitap etmeye başlamıştı. Lefene garip bir güven hissetmişti Mihael’e karşı. Sanki onu yıllardır tanıyordu. Babasından, annesinden, eski eşinden, çocuklarından bile yakındı sanki kendisine.
“Seni görmek istiyorum.” Dedi Lefene.
Ve bir anda karanlık lağım yok oldu. Göremediği bir şeyin yokoluşunu hissetmişti Lefene. Bu her şeyin yokolduğu anlamına geliyordu. Korkmuştu, üzüntü duyuyordu. Etrafını ışık kaplamaya başladı. Karanlıktan bu kadar parlak ışığa çıkmanın etkisiyle kör olduğunu hissetti kadın. Hiçbir şey göremiyordu.
“Beni hisset” dedi ses.
Ve Lefene gözlerini açtı.
Boşlukta, sonsuz özgürlük ve mutlulukta Lefene karşısında hayatı boyunca gördüğü en güzel varlıkla birlikte uçuyordu. Tarif edilemeyecek bir güzelliğe sahipti Mihael. Bir melekti o, kanatları vardı. Muhteşem hiysiler giymişti, sarı saçları ve hiçbir insanda bulunmayan güzel bir yüzü vardı. Aslında yüzü ışıktan görünmüyordu. Bunu yalnızca Lefene hissediyordu.
“Sen nesin?” diye sordu zorlukla.
“Ben seni tamamlayan meleğim. Her insanın bir meleği vardır. Yalnızca onları göremezler. Görmek istemezler, böylesi daha kolaydır. Kimse bütün bir varlık olmak istemez. Çünkü o zaman bazı sorumlulukların altına girmeleri gerekir. Melekler de öyle Lefene. Çoğu insanlarla muhatap olmak istemiyor. Çünkü mutlular, huzurlular. Hiçbir şey yapmak zorunda değiller. Melekler insanların etkisinde yaşarlar Lefene. Eğer bir insan ölürse bir melek de ölür. Ama bu ölüm sizinki gibi değildir. Melek insanın ruhunu toparlamak için bir güce dönüşür. Ruh salonlara dolduğunda melek de düzeni koruyan kainat ruhunun bir parçası olmuş olur. Meleklerin yaşantıları basittir Lefene. Sizi hiç düşünmezler.”
Lefene’in gözünden bu muhteşem ses karşısında bir damla yaş geldi.
“Peki sen niye burdasın?”
“Ben onlardan değilim. Onlara karşı geldim. Sana yardım etmek istiyorum. Meleksizler gerçek Lefene. Onlar tüm meleklere ve insanlara düşmanlar. Onlar lanetlenmişler. Öldüklerinde ruhlarını taşıyacak bir melekleri yok. Benliklerini koruyup da meleklerini yok edenler sonsuz cezaya mahkumdurlar. Çünkü o melekler kainatın ruhuna asla karışamayacak ve hiçlikte yok olup gidecek.”
“Neden? O zaman neden Meleksizler var?”
“Ah, bunun cevabı benim cevaplayamayacağım kadar basit Lefene. Çok somut. Bir insanın güç arzusu yüzünden varoldu hepsi. Biri diğerine bulaştırıyor bu pandemiyi. Lakin hepsine suçlu diyemeyiz. Benlikleri parçalandıktan sonra, hayvani içgüdüler onları çekip yok ediyor. Vahşi birer canavara dönüşüyorlar. Onlar artık masum bilinçli varlıklar olmaktan çok uzaklar. Bugün, dolunay günü. Çok kötü şeyler olacak. Bunu durdurmalıyız.”
“Ben ne yapabilirim ki?” dedi Lefene bu huzur ve mutluluğun bitmesini istemiyordu.
“Fedakarlık yapacaksın. Başkalarının geleceği ve umudu için, şu anda bulunduğun özgürlük ve huzur ortamını terk edeceksin. Beni onlara götüreceksin.”
“Bu zor değil. Burası zaten bana ait değil. Sana ait.”
“Bana da ait değil. Bu ortak bilincimiz. Haydi, şimdi beni canlandır.” Dedi Mihael ve her şey kayboldu. Lefene kendini sandalyeden düşmüş, pis kokan zeminde yatar halde buldu. Kask başından yuvarlanmıştı. Hemen kendini toparladı ve kaskı taktı. Az önce yaşadıkları gerçekti, rüya değildi. O halde, Mihael’i nasıl canlandıracaktı.
Ufak bir fedakarlık.Lefene cebinden küçük çakısını çıkardı. Ve hiç düşünmeden bileğini kesti. Kan oluk oluk akmaya başlamıştı. Ama aktıkça düzenli bir şekilde gidip karşısında birikiyordu. Biçim alıyordu. Lefene gözlerinin karardığını ve başının döndüğünü hissetti. Ve sonunda yığıldı.
“Seni almaya geleceğim.” Dedi Mihael. İnsan formundaydı. Üzerinde beyaz eskilerden kalma giysiler vardı. Sarı saçlı temiz yüzlü, güçlü ve oldukça kendinden emin görünüyordu. Sırtında iki tane büyük kılıç taşıyordu. Kapüşonunu başına geçirdi. Lefene’in alnına bir öpücük kondurdu ve kararlı adımlarla masayı geçip, karanlığa doğru yürüdü.