Bölüm 58 - Geleceğe"Yıldırım'la konuşmana şaşırdım," dedi, gür ormanda, bir ağaçtan diğerine zıplayan Yugiera.
Onun paralelindeki bir ağacın dalına konan adam, dengesini sağladı ve bir diğerine sıçradı. Kadına yetişmekte zorlandığı belliydi.
"Bir iki laf ettik sadece," dedi, nefesinin arasından adam "Çok da önemli bir şey değil."
Kaptan, iki aylık görevinden yeni dönmüştü. Ona, bu süre içerisinde, Yıldırım ile birlikte antrenman yaptıklarını söylememişti ama konuşmalarından bahsetmişti. Ne de olsa, Yugi hala onun kaptanıydı.
"Bak şu tavırlara, umursamaz görünen ama aslında önemseyen tipi de oynarmış!" diye onu tiye aldı, hız kesmeden, dalların üstünden yoluna devam eden kadın.
"Bir şey oynadığım yok, seni çenesi düşük bunak," diye tersledi, düz saçları hızından dolayı uçuşan adam.
"Bunak mı?" dedi gülen kadın ve hala havadayken, ona nanik yaptı "Öyleyse bir bunağa yetişmekte zorlanıyorsun!"
Genç adam cevap veremedi, zira, rahat tavrına rağmen, kadın hızını arttırmıştı. Düz bir arazide ona yetişebileceğini düşünüyordu, hatta belki geçebilirdi bile. Ancak böyle bir coğrafyayı, Yugiera kesinlikle çok daha iyi kullanıyordu. Daha etkileyici olarak, heybetli kadın, bunu zırhına rağmen yapıyordu. Yugi'yi bildi bileli, hep bu göğüs zırhıyla dolaşmaktaydı. Herhalde, sadece banyo yaparken çıkarıyordu.
Bunların şu an önemi yoktu ve zaten sadece bir saniyeliğine gelip geçen düşüncelerdi. Sınırları zorladı ve atikliğini kullanarak, önündeki iki ağacın dallarına konmak yerine, gövdelerinden sıçrayarak zaman kazandı ve Yugi'yle aynı hizaya geldi. Hala hareket halinde olsalar da, yan sıradaki kadına, kendini beğenmiş bir ifadeyle baktı.
"Buna ne diyorsun?" diye sordu, gururla.
"Hah! Demek götünü kaldırabiliyormuşsun," dedi, alaycı sırıtışını kaybetmeyen kadın "Ancak bunu yapabilen sadece sen değilsin!"
Çelik mavisi saçlı kadın fırladı ve bir dala bile basmadan, önündeki ağaçlarda sekmeye başladı. Engar afallayarak ona bakmak zorunda kaldı. Bir, iki, üç, dört... kadın tekrar bir dala indiğinde, tamı tamına on dört ağaçtan sekmişti.
"Hadi, korkanın çocuğu olmaz!" dedi genç adam, kendi kendine ve sıçradı.
Birinci ağaçtan sekti. Ayağını bastığında, kütük gıcırdamış ve mantar dokusu ezilmişti. Momentumunu kaybetmeden ikinciye yollandı ve ona diğer ayağıyla kısaca temas ederek güç aldı. Dengesini ve devinimini koruyarak, üçüncüye fırladı. Daha doğrusu koruduğunu düşünmüştü. Hızda bir problemi yoktu fakat havada pozisyonu değişti ve kendisini, sırt üstü, ağaca uçarken buldu. Kocaman bir "küt!" sesiyle, haşmetli çınara çarptı ve aşağı düştü.
Düşerken kendisini toparlamayı başarmıştı ama incinen gururunu bu kadar kolay toparlayamazdı.
"Her zamanki gibi..." dedi, ileriden pişmiş kelle gibi sırıtarak yaklaşan kadın "... toz yuttun! Ah, keşke iyi birisi çıksa da, bu kadar sıkılmasam."
Sahte bir yakınmayla, iç çekti.
"Hah!" diye kollarını kavuşturdu, Engar "Senin yüz yılların oldu, ben daha sadece yirmilerimdeyim. Yirmi yıl sonra görürsün, kim neredeymiş."
"Anlamadım?" diyerek, eğildi ve kulağını ona yaklaştırdı kadın. Elini kenarına koyarak, daha iyi duymaya çalışıyormuş numarası yaptı "Ne? Yenilmeye doyamıyor musun? Ha?"
"Seni saygısız..." diyordu ki adam, konuşmaları gelen bir çağrı ile yarıda bölündü.
"Lütfen herkes eve gelsin, bir duyurum var."
Neus'un sesiydi bu. Kaptan ile birbirlerine şöyle bir baktıktan sonra, geldikleri yoldan -aynı şekilde- dönmeye koyuldular.
"Gerçekten, neden konuştun o çocukla?" diye sordu, kadın, iki dakika sonra.
Engar, gözünün ucuyla ona bir bakış attı. Dalların üstünde bir saniye bile durma gereği duymayan kadının yüzünde, ne bir alaycılık, ne de bir oyun vardı.
"İlla bir anlamı mı olması gerekiyor? Garez tutacak kadar ahmak birisi olmadığımı biliyorsun," diye belirtti.
Bu sefer, kadın onu süzmüştü.
"İyi," diye, onun cevabını kabullendi "Aranızda bir sorun olmaması güzel. Bir takım olarak çalışmanız için önemli. Ancak o ikisinden gözünü ayırma."
"Hah, elbette!" dedi, şaşırmayan adam "Herkes benim gibi olamaz. Merak etme, onları doğru yola sokacağım!"
"Sana bunu teklif eden mi oldu be?" diye azarladı onu kadın. Engar'ın bu kibrine katlanamadığı zamanlar oluyordu "Ama haklısın. Son aylarda sizi olabildiğince yönlendirdim ama kendi başınıza operasyon yapabilecek seviyede olmanız gerekiyor. Eiro--Yıldırım, duygusal olarak dengesiz ve Kueti de takım oyuncusu değil."
"Acemiler," diye burun büktü, adam.
"Daha bitmedi," diye devam etti, kadın "Senin de savaşacak birisi aramayı bırakman gerekiyor. Bu aptal egon yüzünden, Yıldırım'ı bulduğunuz görev neredeyse başarısız oluyordu ve ölüyordun. Bundan bir ders de almadın, hala aynı şeyleri sürdürüyorsun."
"Ama ölmedim," diye sırıtttı adam "Empusa denen o Ugi, bir dahaki sefere, neyle karşılaştığını anlayamayacak."
Yüzüne çarpan bir dalla afalladı. Az daha, yüksek hızda, yere düşüyordu ki, bir dala tutunmayı becerebildi. Dal, kafasına sağ taraftan çarpmıştı ve biraz önce bulunduğu ağacın bir parçası değildi. Yugiera fırlatmıştı.
"Gerizekalı!" diye kükredi, önündeki ağacın dalına konan kadın "Bunun bir şaka olduğunu mu sanıyorsun?! Orada neredeyse ölüyordun!"
"Basit bir Ugiyi bile yenemiyorsam, ne yapmamı bekliyorsun!?" diye karşılık verdi, kanayan yarasına aldırmayan Engar "Onlardan kaçmayacağım."
"Seni aptal çocuk. Senin gibi yüzlerce deli fişek gördüm, hepsi de öldüler ve bir çoğu takımlarına da zarar verdi. Bu yüzden şu inadını bir kenara bırak ve bir seferlik olsun, beni dinle!"
Kadının kalın sesi, dört bir yana dağıldı ve ormanda yankılandı. Uzaklarda bir yerde, korkan kuşlar uçuştu.
"Kendi loncana mı sahip olmak istiyorsun? İlk olarak, kendi timine liderlik etmeyi öğren!" diye ekledi, ona tepeden bakarak.
"Yugi?" dedi, başını kaldırıp, soran gözlerle ona bakan adam "Ne demek istiyorsun?"
"İnatçı bir Tirek olmasaydın, daha düzgün bir şekilde söyleyecektim. Ben yokken, vekaleti sana veriyorum," dedi, hala sert bir sesle fakat bağırmayı keserek "Yardımcı Kaptan'sın."
Engar bir kaç saniye sessiz kaldı. Olan biteni hazmetmeye çalışıyor gibiydi.
"Elbette varım!" dedi, ayağa kalkarken, karşı daldaki kadına bakarak "Seni hayal kırıklığına uğratmayacağım."
"İyi."
"Yine de, Yuria..." diye bir şey soracaktı ki adam, lafı yarıda kesildi.
"Yuria geçmişte kaldı," diye geçiştirdi kadın, elini şöyle bir sallayarak.
Yarım saat sonra, salona varmışlardı. Neus henüz ortalıklarda yoktu. Kueti elinde bir tepsiyle belirdi, yanında Yıldırım da vardı. Kıza hararetli şekilde bir şeyler anlatmaktaydı.
"... yani zaten orada ışın kılıcı denilen şey, aslında plazma kılıcı. Ayrıca bu seri zaten bilim kurgudan öte, fantastik bir şey."
"Anladım," diye yanıtladı kız, içlerinde bir şeyler tüten bardakların olduğu tepsiyi, koltukların arasındaki bir sehpaya koyarken "Bilim kurgu ne oluyor peki?"
"Hmm..." diye düşündü bir süre, Yıldırım "Sadece teknolojik bir şeyler olması yetmez. Aynı zamanda, bunların dayandığı bilimsel temeller de olmalı. Aynı zamanda, hayal etmesi çok da imkansız olmamalı. Bir gün, bilim kurgu filmleri de göstereyim."
"Ne filmi?" diye sordu, Engar.
"Aa, merhaba," dedi, onun yeni geldiğini fark eden genç adam "Hiç. Kueti'yle, hep, bir programlar izliyorduk. Bu sefer de, ben ona sevdiğim filmlerden birisini gösterdim. Serinin yeni filmi çıktı hatta, keşke sinemaya gidebilsem."
Bir an somurttu ama sonra, düşünceli bir ifadeyle etrafına bakındı...
---
"Bunu ne zaman soracağını merak ediyordum, Yıldırım," dedi, bir yandan kütüphaneden çıkardığı bir kitabı okuyan Neus.
"O zaman neden kendin önermedin?" diye sordu, genç adam "Madem bu kadar..."
Lafı yarıda kalmıştı ama laboratuvar önlüklü adam, onu anlamıştı.
"Önersem, kabul eder miydin? Bana kendin gelmen gerekiyordu. Kimse, istemeyen birisine, yardım edemez," diye açıkladı, soğukkanlılıkla.
"Doğru," dedi, Yıldırım adamın elindeki 'Rekombinant Kine Kullanımı ve Transformasyon' isimli kitaba gözü kayarak "Öyleyse, ne yapmam gerekiyor?"
"Açık konuşmak gerekirse, bu konuda sana çok fazla bir yardımım dokunamaz," diye bir beyanda bulundu, siyah saçlı adam.
"Ah..." dedi, diyecek bir şey bulamayan adam.
Neden bunun bir işe yarayacağını düşünmüştü ki zaten? Neus pek çok şey olabilirdi ama her konuda bilgisi olan, filmvari bir bilim adamı veya doktor olabileceğini düşünmek delilikti.
"Öyleyse--" diyordu ki, lafı yarıda kesildi.
"Ancak sana yardım edebilecek birisini biliyorum. Gel benimle," diyerek, yerdeki kapağı açtı.
Kalbi güp güp atmaya başlayan Yıldırım, bodruma uzanan merdivene baktı. Buraya ilk geldiğinden beri, Neus'un laboratuvarını merak ediyordu. O anki bütün sorunlarını unutarak, bir çocuk gibi, aşağı inen adamı takip etmeye koyuldu. İlk başta loş ışıktan bir şey anlayamasa da, gözleri kısa bir sürede adapte olunca, gördükleri karşısında nefesi tutuldu.
"Bu da ne?" diye, bir soluk salıverdi.
Yüzlerce, belki de binden fazla adımlık bir merdiven, yerin altına uzanıyordu. Siyah taştan yapılmış basamaklar gelen ışığın büyük bir kısmını emdiği için, insanın nereye adım attığını anlaması oldukça zordu. Kim böyle mantıksız bir şey inşaa edebilir ki, diye düşündü. Ancak, önündeki adamın sırtına bakınca, bu sorusunun cevabını çabucak buluverdi.
"Neden?" diye sordu, adamın onu anlayacağını bilerek.
"Neden olmasın?" diye başka bir soruyla yanıtladı, Neus, merdivenleri zorlanmadan inerken "Her sorunu cevaplayacağım algısına nereden kapıldın?"
Rahatsız oldu, bu cevaptan. Adam, sırlarını belki de çok fazla seviyordu.
Bir süre sonra, aşağı vardıklarında, Yıldırım'ın göz bebekleri büyümüştü. Cılız ışıkta, aşağı düşmemek için odaklanmaktan dolayı ter basmıştı. Gergin gergin nefes alış verişi düzene girip, rahatladığında, etrafına baktı ama doğru düzgün bir şey göremedi. Merdivenle aynı maddeden yapılmış siyahlık uzayıp gidiyor ve nereden geldiği belli olmayan bir ışık tarafından aydınlatılıyordu. Sanki...
"Anasının amı..." diye kelimeler döküldü ağzından "Vay amına koyayım. Sen ciddi misin?"
Bunu daha önce neden akıl edememişti ki? Işık, taşın kendisinden geliyordu! Bütün ışığı emen madde, tamamen zıt bir şekilde, aynı zamanda ışık yayıyordu. Böyle bir şey, anomali cebinde bile olsa, nasıl mümkündü?
Neus, parmağını şıklattı ve bununla beraber, taşlardan yayılan ışık, bir anda artmaya başladı. Duvarları kaplayan maddenin tonu da değişiyor, açılıyordu. Bir kaç saniye içinde, yüzlerce metrelik duvarlar, gözler önüne serildi.
"Hoş, değil mi?" diye sordu, adam, kendinden hoşnut bir şekilde.
Yıldırım, adamın, merdivenleri sırf bu huşu etkisini uyandırmak için karanlık bırakıp bırakmadığını merak etti. Ancak bu düşüncesi, gördükleri karşısında eriyip gitti. Bölmelere ayrılmış bodrumun, kendi içinde binaları vardı! Buna bi laboratuvar demek, bir canlıya sadece bir grup molekül demek gibi olurdu. Çok daha fazlasıydı. Evlerden kimisi ışık geçiriyordu, kimisi geçirmiyordu. Görebildiklerinden birisinde, sadece bacak ve belden oluşan bir robot, koşu bandında, depar atıyordu. Bir başka binada, bugüne kadar görmediği acayip hayvanlar bulunmaktaydı. Üç metrelik yaratıklar, kuş gibi tüylüydü fakat kimi yerlerinde, pul pul derileri görünüyordu. Bazıları kahverengi, bazıları beyazdı, bir çoğu ikisinin karışımıydı. Alt ve üstten basık bir kafaya, pörtlek, kocaman gözlere ve aynı büyüklükte burunlara sahiptiler. Binanın ses yalıtımı olmalıydı ki, geniş ağızlarını açtıklarında, ne tarz bir ses çıktığı duyulmamıştı. Aslında, bütün kalabalığa rağmen, etraf genel olarak sessizdi.
Gözünü başka bir tarafa çevirmesiyle, salondakinden -hem enine hem de boyuna- katlarca daha büyük bir kütüphaneyle karşılaştı. Bay Pandemonium'a benzeyen bir küre, havada uçuyor ve kitapları karıştırıyordu.
"Ne-neus!" diyebildi, heyecandan patlayarak "Burası muhteşem bir yer! Nasıl?!"
"Buradaki anomali cebine, ben istemedikçe, hiç bir Ugi'nin giremeyeceğini söylemiştim," diye yanıtladı, sırıtan adam. Magnum opus'unu sunan bir sanatçı gibi, kollarını iki yana açtı "Burası, anomalinin kalbi, benim anomalimin!"
"Bu... ben... yine de nasıl...?" diye sayıkladı, genç adam.
"Her şeyin bir zamanı var," diyen adam, yürümeye koyuldu.
Onu takip eden Yıldırım, kasaba gibi olan bu yere baktı. Havada, mekanik kuşlar uçuyordu. Bir tanesinin bir yarısı sentetik, diğer yarısı organikti. Binaların arasında dolanan küçük ve yayvan robotlar, yerdeki tozu ve kiri alıyordu. Genç, sağındaki binaya bakınca "Moleküler Kine Genel Lab." yazılı olduğunu gördü. Soluna baktığında "Ugi Fizyolojisi" yazısını gördü. Devam ettikçe, kimilerinin adını bile anlamadığı pek çok binayla karşılaştı.
"Ahh, Bay Neus, hoş geldiniz," diyen, tanıdık bir robotik ses duyuldu "Kusura bakmayın, kuş örnekleriyle ilgili küçük bir sorun yaşadık. Şu an ilgileniyoruz."
Kuşların peşinden giden, Bay Pandemonium'a benzer pek çok küre görüldü. Küfürler eden ve bağıran robot sürüsünden korkan kuşlar, hızlarını arttırdı ve dört bir yana dağıldılar. Küreler bir an durdular ve kafaları karışarak, bakındılar.
"Ne duruyorsunuz be ahmaklar! Yakalayın onları!" diye emretti, Pandemonium ama hemen nazik bir tona geçerek, önlüklü adama döndü "Özür dilerim, Bay Neus, bu yeni modeller biraz aklı havada tipler."
Yıldırım, bir espri yapmamak için kendisini zor tuttu.
"Onları kötü tasarladığımı mı söylüyorsun, Bay Pandemonium?" diye sordu Neus ve inledi "Kalbimi kırıyorsun!"
"Ah, hayır, efendim, kesinlikle hayır! Asla böyle bir şey iddia etmem!" diye bir çırpında konuşuverdi, paniğe kapılan robot. Öyle ki, biraz daha sürdürse, neredeyse terler gibi makine yağı akıtacağına yemin edebilirdi, genç adam.
"Ah," dedi Neus "Neredeyse unutuyordum." Bunu demesiyle beraber, elini tekrar şıklattı.
Beyaz duvarlar değişerek, mavi bir göğe dönüştü. Devasa odanın köşeleri bile belli olmuyordu. Duvarların bulunduğu yerlerde, üç-dört metrelik kayalıkların görüntüsü belirmişti. Şu an bir odada bulunduklarını bilmeseydi, Yıldırım, dışarıda olduklarına yemin edebilirdi.
"Böylesi daha iyi," dedi adam ve Yıldırıma, gözünün ucuyla bir bakış attı.
Ağzı beş karış açık kalmıştı gencin. Yaşayan ve nefes alan bir kasabanın ortasına düşmüş gibiydi. Küfreden robotlar hariç, her şey olabildiğine sessizdi fakat yine de bir devinim, her tarafı kaplamıştı.
Adama bunun nedenini sormak için ağzını açmıştı ki, Neus, ondan önce lafa girdi.
"Biraz sonra göreceğin şeye, kimseden bahsedemezsin. Bu evde, Yugiera ve benim dışımda, bunu bilen yegane kişi olacaksın."
Başıyla onayladı onu, genç adam.
Bir süre sonra, en köşede bir yerde bulunan bir binaya vardılar. İçeri girdiklerinde, binanın merkezinde bulunan yuvarlak bir platform karşıladı onları. Yerde otuz santim kadar yükseklikte bir çıkıntı oluşturan bu halka, odanın geri kalanı gibi, tek bir kısmı hariç, bembeyazdı. Platformun dışına yakın bir yerde, siyah bir halka kazınmıştı ve platformun iç kısmını tamamen çevreliyordu.
Bir düğmeye bastı adam ve siyah halka, açık mavi bir şekilde ışımaya başladı. Saniyeler geçtikçe, daha da artan bir vınlama sesi binayı kapladı. Platformun içinde bir şeyler dönüyor olmalıydı. Bir kaç saniye sonra bir gümleme duyuldu ve Yıldırım, ışıktan kamaşan gözlerini kapadı. Onları açtığında, gördüğüne inanamadı.
"Seni tembel adam, beni saatler önce alacağını söylemiştin ama asırlardır bekliyorum!" diyen, bir kadın sesi duyuldu.
"Özür dilerim," diyen Neus, eğilerek selam verdi, platin sarısı saçlı kadına "Başka işlerim çıkmıştı."
"Hıh!" dedi kadın, düz burnunu dikerek "Dua et ki, iyi ücret ödüyorsun. Yoksa seninle işim, yıllar önce bitmişti."
"Pek tabii," diye onayladı Neus.
Kısa, gri bir etek giymiş kadın, Yıldırım'a bir bakış attı.
"Demek sonuda bizi tanıştırmaya karar verdin?" dedi, sadece en üst iki düğmesi açık olan bembeyaz bir gömlek, ve eteğiyle aynı tonda, gri bir blazer giymiş olan kadın.
"Evet. Tanıştırayım. Yıldırım, bu Majura. Majura, bu..." diyordu ki, lafı yarıda kesildi.
"Yıldırım. Evet, söylemiştin," dedi kadın ve altın rengi, yuvarlak ve ince telli gözlüğünü düzelttikten sonra, gence iyice baktı "Merak etme, Yıldırım. Oldukça iyi çalışacağımızı düşünüyorum."
"Eee, Neus, neler oluyor?" diye sordu, yanağını kaşıyan adam.
"Majura'yla bir süre önce iletişime geçmiştim. Bir süredir benim için çalışıyor ve seninle yapacağımız bu konuşmayı bekliyordu. Şanslısın ki, bugün başka bir şey için onu zaten çağıracaktım."
"Daha açık bir şekilde ifade edecek olursak, sizin davranışlarınızla ilgili, Neus bana danışıyor," dedi ve sol elini uzattı "Onca şeyi tek başına yapamazdı."
"Psikolog gibi bir şey misiniz?" diye sordu, açık tenli kadının elini sıkan Yıldırım.
"Lütfen," diyen, bir altmışlardaki kadın, omuzlarına inen düz saçlarını şöyle bir savurdu "Bu kadar basit bir şey değil. Bir akıl kaşifiyim ben."
"Eee.." diye bir şey çıktı ağzından adamın ama hemen kendini toparladı ve ekledi "Ne demek oluyor bu?"
Deniz yeşili gözler parladı.
"Sizinle küçük bir yolculuğa çıkacağız, ancak bir uyarıda bulunayım. Yöntemlerim tehlikeli bulunduğu için, mesleğimi icra etmemi engelleyen yasalar var. Neyse ki, Neus gibi açık görüşlü bireyler, böyle detaylara takılmıyorlar," dedi ve sağ elinde tuttuğu, büyük not defterini, göğsünün yanına doğru çekti "Senin için bir sorun olacak mı?"
Ne gibi bir seçeneği vardı ki? Herhangi bir şeyi kabul edecek hale gelmişti. İblis'in bir çözüm olmadığını artık biliyordu, yeni bir şeyler yapması gerekliydi.
"Hazırım."
"Peki öyleyse, hemen başlayalım," dedi, gülümseyen kadın.