Hayatından bezmiş bir halde yürüyordu sokakta. Kulağında elmalı müzikçalarından gelen bir kulaklık ona dün gece indirdiği klasik müzik parçalarından birini iletiyordu. Bütün gün salak işinde çalışmıştı ve çok yorgundu. Tanrım hayattan yorulmuştu. Her gün aynı şeyleri yapıyordu. Sabah kalkıyor ve hiçbir zaman ona doyurucu gelmeyen kahvaltısını yapıyor (Tost ve kahve) daha sonra öğrencilik yıllarından beri kullandığı bir termosa kahve dolduruyor ve arabaya binip işe geliyordu.
Nişanlısı ona işe bırakıp kendine mükemmel işine doğru yol alırdı. Akşamları ise tek başına eve kadar yürürdü. Bazen caddenin seslerini dinleyerek modern şehrin pekte karanlık olmayan gecesinde elinde sigarasıyla yürürdü. İnsanları ve şehri dinlerdi. Kadıköy. Öğrenciliğinden beri sokaklarını arşınlıyordu. Bazen hala öğrenciymiş gibi geliyordu çünkü işi ona ev ödevi yapıyormuş hissini veriyordu. Şimdi olduğu gibi bazı geceler kulaklığını takıp kendini dış dünyadan ayırarak Bach veya Wagner ile yürürdü. Bazen ise Chopin dinlerdi. Son zamanlarda pek dinlemiyordu Chopin. Onun ruhunda hep garip bir değişiklik yaratırdı. Bir anarşist olma isteği belki. Öğrencilik yıllarından kalma bir heves. Ergenliğin getirdi isyankarlıkla var olan her şeye karşı olmak. Ne kadar saçma. Şimdi sadece gülüyordu bu düşüncelerine.
Pek bir şey istemiyordu. Tek hayali şimdi ki gibi günde 12 saat değil, insan gibi 8 saat çalışmaktı. Böylece eve daha erken gidebilir ve aslında pekte sevmediği nişanslıyla evcilik oyunu oynayabilirlerdi. Yapay bir ilişkiydi onların ki. Başından beri biliyordu. Sadece başkasını bulamayacağı düşüncesi onu hala nişanlısıyla birlikte tutuyordu. Evlenmeyi sürekli erteliyordu. Evlenme teklifini yapalı tam 3 sene geçmişti. Ve hala nişanlıydılar. Son aşamaya gelemiyorlardı bir türlü. Gelmekte istemiyordu aslında. İstediği kişinin o olmadığını biliyordu. Hissediyordu. Evet onu seviyordu. Ama aşk değildi ona duyduğu. Bir arkadaşa duyulan sevgi gibi. Tanrım bazen ona içinden küfür bile ediyordu. Hayır aşk değildi onun hissettiği. Kızın ki belki… Ama onun ki değil.
Ne kadar istemişti oysa bir aile babası olmayı. Hayallerinde ki işe girmeyi ve rahatlıkla yaşamayı. Öğrenciyken hayat ne kolay görünüyordu. Asıl zor kısmın öğrencilik olduğunu fark edememişti o zamanlar. Her türk gencinin girdiği lanet sınavı kazanmayı başarsaydı belki de hastane de çalışan şimdi nişanlısı değil o olacaktı. Siktir, o kız doktor olmayı hak etmiyor bile. Onun hayallerini yaşıyordu. Ve evet onu kıskanıyordu. Belki de bu yüzden ona fazla bir yakınlık duymuyordu.
Mutlu görünen bir çiftin yanından kaygısızca geçip gitti. Kız adamın koluna girmiş gülümsüyordu. Birlikte yürüyorlardı mutluca. Saf mutluluğu yaşıyormuş gibi görünüyorlardı. Neden o buna sahip olamıyordu?
Biraz daha tek başına yürüdükten sonra evine doğru giden yola saptı. Karanlık bir ara sokaktı burası. Sağlı sollu çöp kutuları, barların arka kapıları ve fare doluydu. Tek kelimeyle berbat bir yerdi. Ama burası ona hayatın gerçeklerini hatırlatıyordu. 12 yaşında bu ara sokakta bütün harçlığını çaldırmış, gene aynı sokakta 16 yaşında telefonunda ve sırtında ki deri ceketi kaptırmıştı. Babasının ceketiydi. Kalitesiyle övünürdü arkadaşlarına. Sadece dört gün giyebilmişti. Çalanında hep arkadaşlarından bir tanesi olduğunu düşünmüştü zaten.
O gece de her zaman ki gibi ara sokak bomboştu. Kulaklıklarını sol elinin parmak hareketleriyle çıkardı. Yakasından sarkmasına izin verdi ve elini montunun sağ cebine attı. Kırmızı Marlboro paketinin kapağını cebinin içindeyken açtı ve parmak uçlarıyla yarısı dolu paketten bir sigara çekti. Dudaklarının arasına koydu kibritiyle yaktı. Boğazını yakan dumanı dişlerinin arasından üflerken yürümeye başladı. Bu sokaktan ne zaman yürüse çaldırdıkları dahil olmak üzere hayatında yaşadığı bütün kötü anıları hatırlıyordu. Ve söylemeliyim ki pek çok kötü anısı vardı. Normal bir insandan çok daha fazla. Hayatını yönlendirmişti bu kötü anılar ama neyse bu şimdinin konusu değil.
Ara sokakta biraz ilerledikten sonra sokağın ortasında bir karaltının durduğunu fark etti. Ne olduğunu tam olarak seçemiyordu ama bir canlının silueti olduğunu seçebiliyordu. Sigarasından bir nefes daha aldı ve bozuntuya vermeden yürümeye devam etti. Karaltıya biraz yaklaşmışken arkasından gelen bir hışırtı dikkatini çekti. Anında arkasına döndüğünde bir kedinin çöp torbalarından birini karıştırdığını gördü. Tekrar önüne döndüğünde gördüğü karaltının artık orada olmadığını gördü.
Normal bir insan bundan bir rahatlama duyardı. Ara bir sokakta ona saldırabilecek kişinin gittiğini görmek pek çok kişiyi memnun ederdi. Ama onun gibi karanlık sokaklarda bol bol vakit geçirmiş biri bunun iyiye değil kötüye yorumlanması gerektiğinin farkındaydı. Çünkü bir kere gördüğünüz bir karaltı asla kaybolmazdı. Sadece saklanırdı. Ve saklanmasını bilen bir karaltı daima en tehlikelisidir.
Karaltının eskiden durduğu yere geldiğinde yerde bir su birikintisi olduğunu gördü. Şey evet, aslında bu tam anlamıyla su değildi ve bunu o da fark etmişti. Yerde ki sıvı siyah renkli ve neredeyse akışkan olmayan bir kıvamdaydı. Ve garip bir şekilde ortam zifiri karanlık olsaydı bile bu sıvıyı fark edeceğini hissetti. Sanki bu şey daha karanlıktı. Her şeyden daha karanlık. Yere eğildi ve büyük bir cesaret örneği olduğunu düşündüğü bir hareket ile sağ elinin işaret ve orta parmaklarını yerde ki sıvıya daldırdı.
Parmakları karanlık sıvıya değer değmez bütün vücudu buz kesmişe döndü. Sanki donmuş bir gölün yüzeyinde bir delik açıp buz tabaksının altında yüzmeye dalmış gibiydi. Ama bir yandan da içinde elini çekmek istememesine neden olan bir duygu oluşmuştu. Soğuk derinliklerine işlerken o burada kalma duygusunu tatmin ediyordu.
Bir dakika içerisinde yerdeki sıvının belki de sadece bir sıvı olmadığı düşüncesi zihnine yerleşti.