Bir başka vampir hikayem:
Yapma” diye inledi kız. Terle vücuduna yapışan beyaz tişörtünün olduğu gibi gösterdiği dolgun göğüsleri her seferinde bu sonmuş gibi uzun aralıklarla inip kalkıyordu. Telaşın, korkunun kuruttuğu boğazından geçen her nefes ciğerlerinde neşe içinde vızıldıyordu. Biliyordu! Vücudu biliyordu öleceğinin. Hiç yapmadığı bir şeyi yapıyordu şu an; aşırı basit şeylerden zevk alıyordu! Ne de olsa bunları bir daha tatmayacaktı. Yine de korkuyordu işte; tabi ki korkacaktı. Ölümden korkmadığını söylerdi hep ki korkmazdı da zaten. Peki şimdiki korkusu… Şimdi ölemezdi. Hayır, bugün olmaz! Sevgilisinin ona ihtiyacı vardı, hem de çok. Gözyaşlarıyla ıslanmış yüzünü narin eliyle kapattı ve yavaşça yere çöktü. “Ne olur” demeyi başardı hıçkırıklarının arasından. Kontrol etmeye çalışıyordu kendisini; terle yüzüne yapışmış kızıl saçlarını eliyle tarayıp yüzüne bir gülümseme yerleştirerek bu son anlarından zevk almaya çalışıyordu. Belliydi bu. Buna yine çabaladı, iradeli bir kızdı o başarması şaşılacak bir olay değildi. Hıçkırıklarını bastırdı, mavi gözlerini kızıla boyayıp şişiren; yanaklarını ıslatan gözyaşlarını sildi, saçlarını geriye attı ve İstanbul’un bu köhne yerindeki kirli betondan destek alarak ayağa kalktı.
“Bana kinin varsa bile ne olur öldürme beni. Ben doktor olma yolundayım ayrıca sevgilim moralen kötü durumda. Başkalarına da zararın dokunur bunu yaparsan. Hiç mi vicdanın yok senin?” dedi sesi bile titremeden. Az önce çaresizce ağlayan o kız gitmişti adeta. Karşısındaki uzun boylu adam bile şaşırmıştı bu duruma. Sesi korkuyla titrememişti evet, ama o istek ve üzüntü yansımıştı sesine.
“Yok” dedi adam omuz silkerek. Omuzlarını daha geniş gösteren Pierre Cardin ceketinin omuzlarına şöyle bir baktı; içini çekerek eliyle silkeledi omzunda yer eden tozları. “Sizin o merhametli tanrınız sayesinde lanetlendik biz. Lanetin tek etkisi vücudumuza olmadı güzel kız.” diye devam etti yüzüne sinsi bir gülümseme yerleştirerek. “O merhametli varlık bizden merhamet duygusunu kirli elleriyle çekip aldı.”. Gülümseme yüzünde soldu ve ince kaşları çatıldı. Bir doksan üçü aşkın boyuna rağmen oldukça zayıf olan ve bu yüzden henüz “canlıyken” çok dalga geçilen bu adam, yüz hatları, kıyafetleri ve boyu sayesinde daima ciddiymiş gibi görünürdü. Ancak asıl etken yüz hatlarıydı. Gülümseyince gevşeyen hatları o görüntüyü siler atardı. Çatık kaşları, sivri; köşeli çenesi, pahalı takım elbisesi ve insanın içini donduran kırmızı gözleriyle fazlasıyla ciddi görünüyordu şu an.
Kız bu konuşma ve adamın ifadesi üzerine arkasındaki duvara doğru birkaç adım geriledi. Onun da hilal kaşları çatıldı. Adamdan farklı olarak: kuşkuyla! Sivri burunlu ayakkabılarının zemini dövmesini neşeyle dinleyen adam kıza daha da yaklaştı. Kızla aynı seviyede olmak için eğildi. Sadece boy olarak eşit, onlar hiçbir zaman eşit olamazlardı zira biri ölüydü! Mutlu olabilecek miydi bir ölü yaşayanlar gibi. Yaşayanlar mutlu muydu ki!.. Kızın yuvarlak çenesini ince elleriyle kavradı adam ve kızın güzel yüzünü kendi yüzüne yaklaştırdı. Kırmızı gözler mavi gözler ile buluştu. İki ruh birbirine baktı o an. Okudular birbirlerinin içini; karşı tarafın ne hissettiğini biliyorlardı. Korku. Kuşku. Öfke. Pişmanlık. Kabullenmişlik (ortak duygu). İsyan!...
Boğazındaki düğüm çözüldü kızın. Gözleri doldu, birkaç kez kırpıştırarak içeri atmak istedi gözyaşlarını. Geldikleri yere; kalbine! Gözlerine battı gözyaşları, birer bıçak gibi kestiler, acıttılar. İzin verdi ardından süzülsünler. Onlar utanılacak şeyler değil, ağlamaktan da zevk al zira o da son olacak! “Sen hiç sevmedin mi be adam? Sevme eylemini de mi aldı elinizden kutsal tanrımız? Ben çok seviyorum yabancı. Yaşamayı değil; birkaç kişiyi. Bana ihtiyacı var özellikle birinin. Yaşama amacımın… Bırak gidiyim. Bırak kavuşayım ona.”
Kızın çenesini bıraktı adam, bakışlarını yere çevirdi ve o özel bağ koptu. “Bana sevmekten bahsetme güzel kız. Tanrı bize işkence etmek için sevmemizi yasaklamadı. Ben yaşamı seviyorum, ben insanları seviyorum ama onların kanını içmezsem ben ölürüm. Yine de kan içme, öldürmek bana zevk veriyor. Bu iki zıt duygu arasında sıkıştım. Bunun ne kadar kötü olduğunu bilemezsin. Nasıl şüphe içinde olduğumu bilemezsin. Nasıl acı çektiğimi. …. Ve nasıl zevk aldığımı!” dedi ciddi bakışları acı ile karışmış olarak kıza bakarak. “Üzgünüm” diye fısıldadı, gözyaşları kırmızı gözlerinden taşıp beyaz tenini gıdıklarken. “Üzgünüm…”
Kızı belinden kavradı ayağının bir hareketiyle kızın ayaklarını yerden keserek onu tamamen kendine bıraktı. Kız ne ağladı ne de kurtulmaya çalıştı. Gözlerini kapattı ve kendini sona hazırladı. Karanlık… Birazdan sonsuz olacak karanlık… İnce parmaklarını kızın boynunda gezdirdi adam ve istediği damarı bulduğuna parmaklarının yerini sivri dişleri aldı. Kız acıyla inledi, içini çekti derin derin ve sustu. Kan! Çeşmeden akar gibi… Kan! Su içer gibi içti adam bu sıcak kızıl sıvıyı. Birinin akıp giden yaşamı, yaşam verdi ona. Bir gül soldu, diğeri açtı. İçti de içti. Beyaz gömleği kızıla boyandı, ağzı, burnu kızıla boyandı. Kızın soluk alışı yavaşladı. Giderek azaldı. Ve bir vakit geldi ki bir soluk aldı; veremedi onu. Ciğerlerinde kaldı. Çoktan alıştığı karanlık sonsuz oldu. Acıları unuttu! Mutlulukları unuttu! Huzur geldi… Barış geldi… İlk önce duyduğu hazla haykırdı adam, ardından dizlerinin üzerine çöktü. Ağlamaya başladı… Öfkeyle haykırdı. Üzüntüyle haykırdı. Sesi kısılana kadar haykırdı.
Burada mutluluk da vardı, acı da… Aynı yaşamak gibi. Biraz daha fark var acı daha çok. Ölmüş olmanın da kendine has avantajları, güzellikleri var elbet. Az ama. Yine de var! Mutluluklar var evet. Ama yer yer duyduğun mutluluk sonsuz huzurun yerini tutabilir mi? Şanssızlığı için haykırdı bir kez de adam. O huzura olan özlemi için…