Vay be, şu günleri de görecektik. Fırtınakıran, kim diziye yeniden başlamana vesile olduysa ellerinden öpüyorum, duruma göre yanaklarından makas alıyorum.
Zamanında "müfredata girmesi gereken bir yapıt" diyerek geçmiştim ama madem FTL sürücülerini ısıtıyoruz, sıçrama yapmadan önce kolları sıvıyorum.
Star Wars dışında uzay temalı bilim kurgularla pek alakası olmayan birisi olduğum evvel zamanlar içerisinde başladığımda diziye kafamda oluşan düşünce ile şu anki arasında dağlar kadar fark vardı. Daha önce
True Detective başlığında belirttiğim gibi, diziye beni bağlayan iki önemli nokta oluyor. Birincisi, ilk başlarda burnuna gelen güzel koku ve uzun vadede karakterler ile onların gelişimi. Mini series'den karakter gelişimini görmek elbette zor fakat o bahsettiğim güzel kokuyu William Adama'nın konuşmasıyla yakalamıştım.
Şimdi böyle kuru kuru anlatarak olmaz tabi. Halen izlemeyeniniz bilmeyeniniz var ise, özet geçiyorum. İnsanlık 12 ayrı koloni halinde mutlu mesut yaşamaktadır. Teknolojik olarak günümüzden çok öte ama insaniyet olarak aynı noktada düşünün. Çok tanrılı inanışı benimsemiş olan insanlar bir gün Cylon adı verilen robotları yapıyorlar. Önceleri çeşitli işlerde güçlerde ya da askeri alanlarda kullanılan bu robotları geliştirmeyi başaran insanlık, aynı zamanda bir taraflarını avuçluyorlar. Çünkü bilinç sahibi bu robotlar, insanların tam olarak neden ve nasıl olduğunu anlayamadıkları bir şekilde ayaklanıyorlar (Detaylı bilgi için Bkz: Caprica). İnsanların aksine tek tanrılı dine sahip Cylonlar ile insanlar arasında büyük bir savaş oluyor ve her iki taraf da büyük kayıplar veriyor. Sonunda yine insanların bilmediği bir sebepten ötürü Cylonlar insanlar ile ateşkes imzalayıp evrenin derinliklerine çekiliyorlar. Bu barış ortamında insanlar yine kendi hayatlarına dönüyor ve insanlıklarını yapmaya devam ediyorlar. Sonrasında, yaklaşık bir 50 yıl sonra, olaylar gelişiyor.
Bu noktadan sonrası spoiler, dizinin başlangıcı böyle. Ama bu ön bilgileri vermemin sebebi diziye sıkı sıkı sarılmama neden olan William Adama'nın konuşması. William Adama, Cylon savaşında savaşmış bir savaş yıldızı komutanıdır. Gemisi Battlestar Galactica emekliye ayrılacaktır ve gemiye son bir uçuş gösteri yapılması adına yetkililer ve gazeteciler toplanır. Komutan William Adama günün anlam ve önemini anlatan bir konuşma yapmak için sahne alır ve şöyle der;
William Adama: Cylon Savaşı uzun zaman önce sona erdi ama özgürlük amacıyla neden bu kadar çok kişi fedakarlıkta bulunduğunu unutmamamız gerek. Bu üniformayı giymenin bedeli yüksek olabilir... (Seyircilere bakar)... bazen oldukça fazladır da. Biliyorsunuz, Cylonlarla savaştığımızda kendimizi soykırımdan kurtarmak için savaştık. Ama şu soruya asla cevap vermedik; neden? Neden biz insanlık olarak kurtarılmaya değeriz? Halen açgözlülük, kıskançlık ve kin nedeniyle cinayet işliyoruz. Ve halen bu günahlarımızı çocuklarımıza aktarıyoruz. Yaptığımız hiç bir şeyin sorumluluğunu üzerimize almıyoruz. Cylonlarda yaptığımız gibi. Tanrıcılık oynamaya karar verdik ve bir yaşam yarattık. Bu yaşam bize baş kaldırdığında kendimizi bunun bizim suçumuz olmadığına inandırdık. Tanrıcılık oynayıp, yarattıklarından ellerini yıkayarak kurtulamazsın. Er ya da geç, yaptıklarından saklanamayacağın bir gün gelecektir.
İşte bu konuşmayla anladım ki biz kuru kuruya bir uzay operası izlemeyeceğiz. Vereceği mesajları izledikten sonra çaba harcayarak bulmamız yerine direk veren bir ders izleyeceğiz. Hem de bilimkurgu dolu, mistik öğelerle bezenmiş bir insanlık dersi.
Emekliliğe ayrılmış bir geminin son umut olmasını izliyoruz. Kucak açtığı personelin yaşadıklarını izliyoruz. Soykırım kapıyı çaldığında medeniyetin bir anlamı olmadığını izliyoruz. Geleceği olmayan insanların bile halen kendini düşünebildiğini görüyoruz. Siyasi ve askeri çıkarların, insanlığın son anına kadar olacağını görüyoruz. Tüm bu karanlık havada karakterlerin sıkı sıkıya tutunduğu "insanlık" kavramının ne kadar da basit bir şekilde kaybedilebileceğini görüyoruz. Tüm bu karanlığın sebeplerini görüp bir mantığa oturtabiliyoruz ya da bu sebeplerin sonuçlarını ağzımız açık bir şekilde izliyoruz. Aforizmalar duyuyoruz, büyük olaylara tanık oluyoruz ve bunların hepsini modern dünya ve insanlığa uygulayabiliyoruz. En yukarıda da olsak en aşağıda da, her zaman bizden büyük bir şeylerin olduğunu ya da bizden çok küçük şeylerin ne kadar kritik olabileceğini görüyoruz. Bunların hepsinin daha önce olduğunu ve yeniden olacağını görüyoruz.
Kısacası mini series, dört sezonluk dizi ve filmleriyle birlikte, an an, kare kare çok büyük bir şeyin parçası oluyoruz. İçerisinden çıkartılabilecek dersler ve yorumların sınırı yok.
Karakterlere gelince... Önce şunu söyleyeyim, sanırım ilk kez bir dizide nefret ettiğim tek bir karakter yok. Dizinin tümünü ele alıp incelersek, hepsinin doğrularını ve yanlışlarını bir yere oturtabiliyorum. Gaius Baltar'dan haz etmediğim anlar olmasına şaşırıyorum mesela, dizi bittiğinde sanırım en sevdiğim karakterlerden birisi oydu. Dizinin en gerçek "insanı" o çünkü. Roslin mesela, uzunca bir süre çok sinir oldum. Ama geneline bakarsak, çok önemli bir nokta kendisi. William Adama hakkında tek bir kötü söz söyleyemezsiniz belki ama 3. sezon finalinde oğlu Lee Adama'nın mahkeme sahnesinde yaptığı konuşmayı tekrar izleyin derim.
Müzikleri konusunda ise kelimelerin yetersiz kalır. Dizinin içeriğinde müzik olgusunun önemi düşünülürse, bu çok normal. Bear Mccreay denen herif, son noktayı koymuş. Böyle bir yapıta böyle müzikler demiş.
İlk sahnesinden son sahnesine, internette yayınlanan bölümlerden filmlerine, müziklerinden diyaloglarına kadar; insanlık, medeniyet kavramı, siyaset, askeriye, din, ahlak, bilim, etnik kavramlar, ırk, dil, sosyal ilişkiler, ötekileştirme, birleşme, hatalar, doğrular, gerçekler, yalanlar, yükseliş, çöküş, umut, karanlık ve daha nice konu hakkında mükemmel bir kurgu sizi bekliyor.
Belirli sahneler, diyaloglar ve müzikler; bunların alt metinleri ve etkileri hakkında saatlerce konuşmak isterim. Ama River Song'dan gelsin, spoiler!