Çok uzun cevaplar, rahatlatıcı açıklamalar yapabilecek konumda değilim şu an. Benim de gördüğüm bir yüzü var bu işin; ama bir de yanında hiç görmediğim yüzleri de var; ama sözlerime şöyle başlamak istiyorum:
Bazılarımızın bulunduğu, bazılarımızın geleceği, bazılarımızın ise geçtiği bir noktada buluyorum sizi. Benim de "Lanet olsun, böyle iş mi olur!" diye serzendiğim ve hatta beni uzun süre yazmaktan soğutan bir dönem olmuştu; ama eğer geçerse (ki geçiyor) o özgeçmiş için görünmez bir veri kazanmış oluyorsunuz. Özgeçmişler çöplüğü tam da bulunduğunuz noktada pes etmiş binlerce, hatta geçmiş zamanları da sayarsak milyonlarca insanla kaynıyor.
Öncelikle, aklımdan çıkmadan yazıda "yanlışım varsa düzeltin" diye başladığınız yurtdışı yayınevleri konusuna değinmek istiyorum. Tabii ki ben de yanlış biliyor olabilirim; ama galiba bilginiz orada eksik. Özellikle İngiltere ve Amerika'da olmak üzere yayımlanma sürece çok daha sancılı, çok daha uzun ve zorlu bir süreçtir. Kitabınızın ilk 20 sayfasını gönderme muhabbeti de büyük çoğunluk için şöyle olur. Siz kitabınız ilk X sayfasını veya ilk 3 bölümünü gönderirsiniz. Eğer ilgilenirlerse gerisini de göndermenizi isterler. Gerisini yazmanızı istemezler eğer ilk kez yayımlanacak bir yazarsanız. Dünyanın neresinde olursanız olun, bu insanlar her zaman yoğun, her zaman önlerinde pek çok okunmayı bekleyen dosya var, ve ilgilendikleri birkaç sayfa için hiç tanımadıkları insanlara "Tamam o zaman gerisini de yaz..." demiyorlar, gerisinin hali hazırda yazılı olması gerekiyor.
Yine hikayenin özeti ve özgeçmiş istenmesi durumu yurtdışından gelen bir gelenek. Hatta yurtdışında çoğu büyük yayınevinde istenilen belgeler çok daha uzundur. Kitapla ilgili "One-liner" denilen, tek cümlede kitabı açıklayacak bir metin isterler. "One-pager" denilen, 1 a4 sayfasını aşmayacak bir özet isterler, "Synopsis" adı verilen 3 a4 sayfasını aşmayacak daha geniş bir özet isterler, ve bazıları özellikle bölümlü kitaplarda (chapter books) 15-20 sayfayı bulabilecek bir "chapter outline" isterler her bölümde neler olduğunun anlatıldığı. Bunlarla birlikte bazı yayınevleri neredeyse kitabınızın pazarlama taktiklerine girecek isteklerde bulunurlar sizden. Nasıl bir demografiğe hitap ettiğini, kimlerin, neden bu kitabı okuyacağını düşündüğünüzü vs. bile sorarlar. İşin özü sizin de dediğiniz gibi aslında pek çok sektörde olan şu çirkin cümleye çıkar:
"Sizi neden işe alalım?"
Bu noktada şu acı gerçekten bahsetmek durumundayım ki; ilk kez basılacak olan bir yazarın kendini yayınevine pazarlaması bir zorunluluktur. Hali hazırda sizi pazarlayacak basılı eserleriniz bulunmadığı için karşınızdakini ikna etmekle yükümlü durumdasınız maalesef. Bu da işin çok tatsız bir boyutu oluyor haliyle.
Cevap vermeme durumuna gelecek olursak. mit'in de söylediği gibi bu insanların önlerinde o kadar çok okunmayı bekleyen dosya, o kadar çok "inceliyor musunuz?" e-postası, o kadar çok İstanbul'dan ve şehir dışından kapıya gelip "ben dosyamı göndermiştim, bir de yüz yüze konuşayım dedim" diyen insan var ki, gerçekten sabır ilk kez basılmayı isteyen/bekleyen bir yazar için en önemli erdem haline geliyor. Dosyaları gönderip 2-6 ay boyunca cevap almamayı sorun etmiyor halde olmanız gerekiyor.
Tabii şöyle güzel ayrıntılar da var. Özellikle Carpe Diem ve Doğan Kitap / Doğan Egmont yayınlarının, kendilerine gelen her dosyayı incelediklerini biliyoruz. Uzman TV adlı videolu anlatım sitesinde Doğan Kitap Genel Yayın Yönetmeni güzel açıklamalarda bulunup bazı sorulara cevap veriyor. Daha etkin bilgi bulabilirsiniz orada.
Tabii bu paragraflar bizi kitabın "özeti" noktasına geri götürüyor. Kitabın özeti'nın istenmesi bence ilk kez basılmayı uman yazarlar için bir altın bilet niteliğinde. Belki siz tüm tercübesizliğiniz ve/veya edebi istekleriniz doğrultusunda kitabın giriş bölümünü kalanına nazaran farklı bir anlatımla yazdınız. Ne bileyim, daha durağan oldu, hatta belki kimine göre sıkıcı oldu. Çok gerekliydi belki; ama kitap 50. sayfada açılıyordu. Kaç tane yayınevinin ilk on sayfada sıkılıp dosyayı sonsuza kadar rafa kaldıracağını söylesem aklınız durur herhalde.
Hatta şu anda adını hatırlayamadığım; ama yanılmıyorsam Random House Yayınevi'nden olan bir editör, bir soru üzerine "Tabii ki gelen her dosyayı kişisel olarak okuyorum. İlk üç sayfasını okuyorum. Eğer kitap beni dördüncü sayfayı çevirmeye ikna ederse devam ediyorum. Olmazsa dosyayı kapatıyorum." gibi bir cevap vermişti.
Kitap Özeti size tüm önyargılardan, anlatım farklılıklarından, her şeyden temizlenmiş bir şekilde sizin ne anlatmaya çalıştığınızı söyleme fırsatını veriyor size. "Önümdeki 80 dosyadan hangisini okuyayım?" diye soran editöre sizin dosyanızı seçmesi için bir neden vermiş oluyorsunuz. Kitap özeti önemli!
Özgeçmiş ise aslında basit bir formaliteden ibaret. Dosyalamak adına istenen bir şey; ama (fantastik kurguda o kadar geçerli olduğunu sanmıyorum) özgeçmişinizde falanca dergilerde öyküleri yayımlandı, şu şu eseriyle şu yarışmayı kazandı vs. olması elbette sizi bir adım öne taşıyor.
Sabır ve metanet. Bunlara gerçekten sırt dayamanız gerekiyor. Ben inanıyorum ki ortaya çıkan eser iyiyse, ne olursa olsun, bir şekilde yolunuzu bulursunuz. Tabii şunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor Neil Gaiman'ın da aralarında bulunduğu pek çok dünyaca ünlü yazarın ilk hatta ilk 2-3 bitmiş eserleri yayınevlerinden gelen ret cevaplarıyla birlikte hala çekmecelerde durmaktadır ve hatta Neil Gaiman bu konuda "iyi ki yayımlanmadı ve hayır, hiçbir zaman yayımlatmayı da düşünmüyorum. Gerçekten kötüydü" diyor.
Umarım bazı iyimser, bazı kötümser taraflarla biraz rahatlatabilmişimdir sizi ve diğer yazar adaylarını..
Ha tabii bir de yayınevinin "tamam" demesiyle başlayan yeni bir süreç var ki, asıl kendinizden, yayınevinden, eserinizden, dünyadan ve insanlıktan nefret etmenin ne demek olduğunu o zaman anlıyorsunuz... Onu da başka bir zaman (inşallah süreç tamamlandıktan sonra) anlatırım..
Sonuç:
Küçük Not: Ben edebi hırsı, kıskançlık noktasında çok verimli bulurum. Çoğu zaman da kıskandığım yazarlar, öyküler vs. olduğunu yazarlarına ve/veya okuyucularına söylerim; ancak hali hazırda sürecini tamamlamış ve o ya da bu şekilde basılmış olan bir herhangi bir kitapla, henüz süreci yaşayıp bitirmemiş herhangi bir işin karşılaştırılmasını yazarın gelişimi açısından sağlıklı bulmuyorum. Bu da ister kulak asın, ister kulak asmayın, naçisane tavsiyem.
Daha da küçük Not: Kim bilir naçisane nasıl yazılıyor? Naçizhane mi ne o yani?