Ne yazık ki çok yavaş okuma huyum yüzünden 150. sayfaya gelebildim ancak. Harika bir çevirisi var bu eserin, öncelikle Ümit Tosun'a teşekkür etmek lazım. Sonra İthaki ailesine tabi, çok güzel bir edisyon olmuş: Sıfır hata.
Okuduğum kadarına dair yorumumu belirtmek isterim:
"Özünde," diye başladı Müdür, "bokanovskileştirme bir dizi gelişmeyi önleme işlemini kapsamaktadır. Normal büyümeyi engellediğimizde paradoksal biçimde yumurta, tomurcuklanarak tepki gösterir." (s. 27)
Seri üretim halinde insan üretilen ve insanların robot gibi tepki verecek şekilde koşullandığı bir dünya burası. Herkes mutlu ve huzurlu olmaya koşullanmış. Uykuda verilen telkinler ve toplum baskısı yetmezse uyuşturmak için soma var. Kimse şikayetçi değil. Kimse olduğundan fazlası olmak istemiyor ya da daha azı. Herkes halinden ve varlığından memnun.
Sonuç: şişeden kısır dişiler olarak çıkarılırlar -yapısal olarak gayet normal (sakallarının çıkması eğilimi gibi çok küçük bir istisnayı saymazsak, diye kabullenmek zorunda kaldı), ama kısır. Kesinlikle kısır. Ki bu da sonunda bizi," diye devam etti, "doğanın salt kölece taklidinden uzaklaştırıp insan buluşlarının çok daha ilginç dünyasına taşımaktadır." (s. 35)
"Bu da," diye veciz bir ifadeyle ekledi Müdür, "mutluluk ve erdemin sırrıdır -yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek. Tüm şartlandırmaların amacı budur: insanlara, kaçınılmaz toplumsal yazgılarını sevdirmek." (s. 39)
İnsanoğlu doğal olandan tiksinmeye başlamış tamamen metalaşmıştır. Her şey bir üretim ve tüketim devri içinde sürüp gider. Makine tıkır tıkır işler. Her çarkın tek bir görevi vardır. O çarkın kendi görevi dışında başka bir şeye karışmasına izin verilmez. Kimse farklı bir şey düşünemez, yaşayamaz. Kimse iç güdülerine kulak veremez. Doğal olan yok olmuştur. Herkes yapay ve kendisi için belirlenmiş bir hayatı yaşar.
Tüm şartlandırmalar ve somanın yanında bir de din vardır. Zorunlu olarak katılınması gereken dini ayinler vardır. Bu ayinlerde ilahi benzeri rtimik müzikler ve törensel hareketler vardır. Ayinler sırasında insanlara daha yüce bir varlığın gücü hissettirilir: Ford. Sanırım seri üretim ve tüketim dünyasını başlatan kişi olarak onu tanrı saymaları çok garip değil. Kitabın bu kısmındaki ayinsel söz ve haraketler yeryüzünde inanılan bir çok dinde mevcut. Bu açıdan Aldous Huxley acımasız bir din eleştirisi sunuyor; dinin insanları uyuşturan, onları kurulu düzene karşı durmaktan meneden gücünü ortaya koyuyor.
"Birey hissederse, topluluk sendeler," dedi Lenina. (s. 132)
Bireyselleşmenin, hissetmenin yok edildiği bir dünya tasavvuru Aldous Huxley'ninki. Toplumun varlığı için birey feda ediliyor. Üretimin devam etmesi için şartlandırılmış ihtiyacın sürmesi gerekiyor. Birey farklı bir şey hisseder veya arzu ederse sistem bozulur. Bu yüzden duygusal mülkiyet bile ortadan kaldırılmış. Kimsenin aşık olmasına, birine bağlanmasına izin yok. Çocuklar küçük yaştan itibaren cinsellikle tanıştırılıyor. Kimse kimse için özel değil. Kadınların bırakın evlenmeyi, uzun süre tek bir erkekle beraber olması ayıp sayılıyor: "Herkes, herkese aittir."
Alıntı yapan Lenina, "Geçmiş ve gelecek, beni hasta edecek," dedi. "Bir gramımı alırım, öyleyse varım."
Sonunda Bernard'ı dört soma tableti yutmaya ikna etti. Beş dakika sonra kökler ve meyvalar gitmiş, anın çiçeği bir gül misali açmıştı. (s. 145)
Anı yaşamaya odaklanmış bir insanlık. Geçmişle bağları yok çünkü hiçbir şey onlara ait değil, hiçbir şey onlar için özel değil. Hatıralar, özel anlar yok. Geleceğe dair umut beslemek yok, çünkü yazgıları belirlenmiş, herkes geleceğini biliyor. Sadece yaşanan an var. Düşünme, dert etme, ümitlenme, endişelenme, bir soma al gitsin:
"Şimdilerde -gelişme işte budur- yaşlı insanlar çalışıyor, çiftleşiyor, keyiften başlarını kaldıracak zamanları yok, oturup düşünecek tek bir saniyeleri bile yok ya da olur da elle tutulur meşgalelerinin ortasında küçük bir zaman boşluğu açılırsa o zaman da soma yardıma koşar, şahane soma, yarım gramı yarım tatil, bir gramı bir hafta sonu, iki gramı muhteşem Doğu'ya bir yolculuk, üç gramı ayda karanlık bir ebediyettir; dönünce kendilerini boşluğun diğer tarafında bulurlar, günlük çalışma ve meşgalelerin sağlam zeminine güvenle basar ayakları, bir oynaşmadan diğerine koştururlar, taş gibi kızın birinden diğerine bir Elektro-manyetik Golf Sahası'ndan diğerine..." (s. 86)
Bu şartlandırılmış hayatın dışında bir de vahşiler var. "Medeniyet"ten uzakta diledikleri gibi yaşıyorlar. Onlar üretilmiyor doğuyorlar; şartlandırılmıyorlar; seviyorlar, bağlanıyorlar, anne oluyorlar, evleniyorlar; uyuşturulmuyorlar; neye isterlerse ona inanıyorlar, nasıl isterlerse öyle ibadet ediyorlar.
Peki bu vahşiler kurulu düzene çomak sokmaya çalışırlarsa, kendileri için belirlenmiş alanın dışına çıkmaya çalışırlarsa ne oluyor? Bu "medeniyet"i ve "mutluluğu" kabul etmeyen, farklı şeyler hissetmek isteyen, direnen, Ford'a tapınmayı reddeden, daha çok insan olmayı arzu eden, çapulcular, aşırı uçlar, vahşiler nasıl sindiriliyor peki?
Cevap her yerde aynı:
Lenina'ya güvence verdi, "tamamen uysaldırlar; vahşilerin size zararı dokunmaz. Herhangi bir dolap çevirmemeleri gerektiğini bilecek kadar gaz bombası deneyimleri vardır." (s. 147)
Romanın dilinin çok etkileyici olduğunu söylemeliyim. 71. sayfada başlayan ve 87'de biten ve bitişe doğru müthiş hızlanan geçişli bir bölüm var ki daha evvel böylesini okumamıştım:
"Gerçek maroken taklidi."
"Şimdi Dünya Devleti'miz var. Ford Günü bayramlarımız, Cemaat İlahileri ve Dayanışma Ayinleri'miz var."
"Ford'um, nasıl da nefret ediyorum bu adamlardan!" diye düşünüyordu Bernard Marx.
"Cennet denen bir şey vardı; ama yine de büyük miktarlarda alkol tüketirlerdi."
"Et muamelesi yapıyorlar, et muamelesi."
"Ruh dedikleri bir şey vardı, bir de ölümsüzlük denen bir şey."
"Henry'ye sorsana nereden almış."
"Fakat morfin ve kokain kullanırlardı."
"Daha da kötüsü, Lenina da kendisini et parçası olarak görüyor."
"F.S. 178 yılında ikibin tane eczacı ve biyo-kimyager maaşa bağlandı."
Bernard Marx'i göstererek, "Gerçekten de suratı asık görünüyor," dedi Sosyal Belirleme Yardımcısı.
"Altı yıl sonra ticari üretime geçildi. Mükemmel uyuşturucu üretiliyordu."
"Bernard'a sataşalım."
"Gevşeticiydi, uyuşturuyordu ve keyifli halüsinasyonlar sağlıyordu."
"Somurt Marx, somurt." Omzuna inen tokatla irkilip yukarı baktı. Henry Foster ayısının ta kendisiydi. "Sana bir gram soma lazım."
"Hristiyanlık ve alkolün bütün avantajlarına sahipti, ama yan etkilerini taşımıyordu."