Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Oghertay

Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6 ... 10
46
Kurgu İskelesi / Ynt: Hayalet Sokağı
« : 31 Mayıs 2012, 01:06:26 »
Güzel yorumun için teşekkür ederim. Teşvik edici ve destekleyici bir yorum olmuş. Bahsettiğin hatayı düzelttim. Melek içinde ki bu gelgitler ile daha fazla yaşayamazdı. Hikaye biraz farklı bir yöne doğru kayacak. Umarım bu yönü hikayeye iyi adapte edebilirim.

Zaman ayırıp okuduğun için tekrar teşekkürler :) ...

47
Kurgu İskelesi / Ynt: Hayalet Sokağı -7-
« : 30 Mayıs 2012, 22:50:32 »


BÖLÜM 7


12 Mayıs 2015 - İstanbul

Tüm Türkiye’nin gözlerini çevirdiği bu sokağa giriş çıkışlar yasaklanmıştı. Sadece bu sokak ile bağlantılı yollarda oturanlara geçiş kimlikleri dağıtılmıştı. Gazeteciler ve meraklı gözlerin bu sokağa erişimi çoktandır engellenmişti. Sadece yurt içinde değil, yurt dışında da bu sokağın adı anılır olmuştu. Taksi ile bu sokağa gelinebilecek en yakın yere gelmişlerdi ve beklemeye başladılar. Bu tedirgin bekleyişi bozan Melek’in sorusu oldu.

“Nasıl gireceğiz? Buraya girmek imkansızdan da öte.”

“Bilmiyorum. Sanırım birilerini aramam gerekli.” dedi Selim ve telefonunu çıkarak Başkomiser Ahmet’i aradı.

“Başkomiserim.”

“Selim. Hayırdır bu saatte?”

“Görüşmemiz gerekli başkomiserim.”

“Bu saatte ne görüşmesi Selim. Evladım kendinde misin?” dedi Ahmet. Geçmişten gelen samimiyetlerini anımsatmak ister gibiydi.

“Ahmet abi. Bu sokağa girmem gerekli. Yardım et lütfen bana.”

“Selim oğlum. Çıldırdın mı sen?”

“Abi gel lütfen. Bana inanacaksın ve kendin göreceksin.”

“Gerçekten korkutuyorsun artık beni.” dedi. Biraz duraksadıktan sonra “ Neredesin söyle.” dedi. Belli ki içinde hala bu adama güvendiğini söyleyen birileri vardı.


Bu konuşmanın üzerinden yarım saat sonra, Başkomiser Ahmet yanlarına geldi. Bakışları sinirli olduğunu belli eder gibiydi. İlk olarak Melek’i göz ucuyla süzdükten sonra Selim’e dönerek;
“Neler oldu sana oğlum. Seni oğlum gibi görüyorum bilirsin. İstersen bir doktora gidelim ha ne dersin?”

“Ben iyiyim abi. Sadece bana güvenmeni istiyorum. Bu sokağa girmeme yardım et lütfen.”

“Buraya giriş yasak.”

“Abi sende gel ve gör.”

“Neyi göreceğim Selim?”

“Görmeyeceksin ama inanacaksın bana. Arkamda durup beni izlemen bile yeterli.”

“Selim yapma oğlum. Artık kendine gel.”

“Bana bir şans ver lütfen.”

Başkomiser Ahmet, muhtemelen Selim’in çıldırdığını düşünüyordu. Fakat bu genç adam o kadar ısrarcıydı ki sonunda kabul etti. Polisin tüm gün boyu nöbet tuttuğu bu sokağa girmişlerdi artık.

Selim önden gidiyordu, başkomiser ve Melek ise hemen arkasındaydılar. Selim cinayetlerin işlendiği noktaya 5 metre kala durdu. İstemsiz bir duruştu bu. Olduğu yerde kaldı. Ahmet, Selim’in bu hareketine anlam verememişti ve silahını çekti. Tedirgin bir ses tonuyla;
“Selim, bir şey mi gördün?” dedi.

Selim kaskatı kesilmişti. “Hayaletlerin huzurunu bozan da kim?”. Selimin kulağında çınlanan bu ses kıyametin ayak sesleri gibiydi. Çok ürkütücü bir tınısı vardı. Selim cevap vermedi. “İsmini ver ölümlü” dedi ses. Selim yine sustu ve cevap vermedi. Sesin şiddeti artarak “Huzuru bozanların cezası ölümdür” dedi. Selim ısrarla konuşmuyordu. Sanki dilini yutmuştu. Ses gülmeye benzer bir şekle büründü ve korkunç bir kahkaha attı. Kahkahasının sonunda ”Ölümlü, bize kurbanlar sunmaya gelmiş.” dedi. Tekrar kahkaha atmaya başladı. Selim artık tepkisiz kalamazdı ve cevap verdi. “Kurban getirmedim.” dedi sesi titriyordu. “Onlarda artık bizden biri” diye cevapladı ses. Selim tutuldu, bir şey söyleyemedi.

Ses “Ölümlü ismini ver.” dedi. Selim artık bu soruyu cevapsız bırakamazdı. “Selim” dedi. Başkomiser Ahmet, Selimin kendi kendine konuştuğuna hükmedip yanına yürüdü ve çok sert bir tokat attı.

“Kendine gel.” dedi bağırarak. Selimin iki omzundan da tutarak silkeledi. Selimin omuzlarını bıraktığında sesi hala yankılanıyordu dar sokakta. Selim, yediği tokatın ve silkelenmenin hiçbir faydası olmamışçasına sokağın ortasına doğru boş boş  bakmaya devam ediyordu.

Selim uzun bir süre hiçbir ses duyamadı ve bakışlarını hayatına giren gizemli kadına doğru çevirdiğinde, onun cinayetlerin işlendiği yere doğru yürüdüğünü fark etti. Yerinden kıpırdayamadı ama bağırarak;
“Melek, ne yapıyorsun. Dur.” dedi. Elini Melek’e doğru uzattı ama bulunduğu noktadan bunu başarabilmesi imkansızdı. Melek yürüyüşünü durdurmadan, Selim’e doğru bakışlarını çevirdi ve gözlerinden gözyaşları ağır ağır süzülmeye başladı. Melek artık cinayetlerin işlendiği noktadaydı. Selim haykırırcasına;
“Neden?” diye bağırdı. Başkomiser Ahmet olan bitene anlam veremiyordu artık. Şaşkınlıktan ağzı bir karış açık kalmıştı. Deli olmalı bunlar diye düşünüyordu şüphesiz.

Melek öne doğru eğdiği kafasını kaldırdı ve irkildi. Karşısında biri vardı sanki. Arkasına döndü ve ağzından bir mırıltı edasında, “İşlediğim suçun bedelini ödemeliyim.” dedi. Ahmet tam bağırmaya yeltenecekti ki Melek’in çığlığı yükseldi dar sokakta.

Başkomiser Ahmet kanlar içinde yere düşen kadının yanına doğru koşturdu. Selim hiç bir şey yapmadan izliyordu sadece. Bu gizemli kadın yine bir gizemin içinde eriyip kayboluyordu. İnfaz başlamıştı bile.

Komiser Ahmet kadına ulaştığında sırtından kalbine doğru bir şeylerle yaralanmış olduğunu fark etti. Muhtemelen birileri bir bıçak sokup çıkarmış olmalı diye düşündü. Kafasını kaldırdı ve etrafa doğru bakmaya başladı. Kollarındaki kız gülümsüyordu.

“Sakin ol kızım iyi olacaksın.” dedi.

Melek gülümseyerek “Bedelini ödedim” dedi. Melek gülümseyen yüzü ile gözlerini kapadı. Ahmet arkasında birinin varlığını hissetti. Hemen kafasını çevirdi. Beyazlı’yı gördü. Kafasını yukarıya doğru çevirdiğinde ise olduğu yere çöktü. Yere koyduğu silahını eline aldı ve geriye doğru kendini iterek, silahını ateşlemeye başladı. Yeteri kadar uzaklığa ulaştığını hissettiğinde mermilerin işlevi olmadığını fark etti. Silahını yere attı. Yavaşça ayağa kalktı ve Selim’e doğru döndü. Gösterdiği soğukkanlılık tam da kahramanlara yakışırcasına bir hareketti. Selim’e baktı ve yüzünü garip bir hal aldı. Kafasını hafif sağa doğru eğerek, umutsuzluk ve çaresizlik dolu bir bakış attı. Sonra eceline doğru döndü. Derin bir nefes aldı.

Beyazlı ağır ağır yanına yaklaştı ve ona da “Hayaletlerin huzurunu bozanların cezası ölümdür.” diye seslendi. İlk hamlesi, Ahmet’in sağ omzundan sol tarafına doğru bir bıçak darbesi oldu. Ahmet acı ile inledi. Vücudundan kanlar fışkırıyordu ve göğüs kafesinin parçalandığını hissediyordu. Buna rağmen hala ayaktaydı. Sol eli ile göğüs kafesinin üstüne doğru bastırdı. Çok kan fışkırıyordu. Beyazlının bıçağı bu sefer karnından içeriye doğru girdi ve sırtından dışarıya çıktı. Karnında bir delik açılmıştı artık. Acı ile inledi. Yere çökmek zorunda kaldı. Kafasını kaldırdığında ağzından kanlar süzülüyordu ve rüzgarın sesini duydu. Rüzgarın getirdiği serinlik birazcık da olsa serinletmiş gibiydi onu. Beyazlı bıçağını Ahmet’in sağ omzuna indirdi. Başkomiserin, tüm hayatı boyunca yazı yazdığı, silahını tuttuğu, kaşığını tuttuğu, hayatını idame ettirdiği sağ kolunu budayıvermişti. Artık hiç sağ kolu olmayacaktı. Sağ kolu ile hiç birşeye değemeyecek hiçbir şeyi tutamayacaktı. İşte tam bu anda bunları düşünüyordu Başkomiser. Başı acı ile öne eğilmişti ve ortalık kan gölüne dönmüştü. Tekrar zulme baş kaldırırcasına son kez kafasını kaldırdı ve korkmadan ısrarla Eceline baktı. Ecelinin yüzündeki gülümsemeyi göremedi çünkü karşısında bir yüz yoktu. Ama kendisi gülümsedi. Beyazlının bıçağı ilk başta kafasına saplandı ve sonra yavaşça aşağıya doğru indi. Bu hamle de tamamlandıktan sonra yerde kanların oluşturduğu bir göl, bir kadının ceseti ve yüzü ikiye bölünmüş bir adam vardı.

Selim ise çıldırmışçasına ağlıyor ve geldikleri yere doğru koşturuyordu. "Yardım edin." diye bağırıyordu...


7.Bölümün Sonu

48
Game of Thrones / Ynt: Game of Thrones
« : 29 Mayıs 2012, 01:06:04 »
9. bölümün sonunda Rains of Castemere şarkısını patlatmışlar, ayrı bir güzel olmuş. Hatta bölümün en sevdiğim yeri oldu diyebilirim.
Peki ya Yarım Adamın konuşması. Efsane bir sahne olmuş ya. Bizim Sibel'de kıvırmaya başladı bu işi :)

49
Diğer Bilimkurgu Eserleri / Ynt: Esrarlı Ada
« : 28 Mayıs 2012, 22:45:16 »
"Esrarlı Ada"

Gerçekten büyük bir zevkle okuduğum bir kitaptı. Jules Verne ve onun ilham verici kitapları. Bu usta gerçekten çok büyük bir saygıyı hak ediyor.

50
Sinema / Ynt: En Son İzlediğiniz Film?
« : 28 Mayıs 2012, 17:03:20 »
1994 yapımı Pulp Fiction filmini ilk kez dün izledim. İngilizce küfür dağarcığımı, bu kadar eğlendirerek geliştireceğini bilseydim daha önce izlerdim. Çok kaliteli filmmiş :)

51
Müzik / Ynt: İğrendiğiniz Şarkılar... ?
« : 27 Mayıs 2012, 20:00:28 »
Uzun zamandır cevap yazılmamış ama artık dayanamayacağım derecede nefret boyutuna ulaşan bir şarkı var. Alttaki lise öğrencisi bir genç kızları olan komşumuz ve üst katımızda oturan öğretmen komşularımızın ısrarla her gün dinleyerek, kendileri hakkında oldukça olumsuz söylemlerimize mazhar olmalarına neden olan bir şarkıdır.

Halil Sezai - İsyan

Tanrılar seni isyan edesin diye mi yaratmış be adam !

52
Liman Kütüphanesi / Ynt: Beğendiğiniz Alıntılar
« : 27 Mayıs 2012, 18:19:57 »
Taht Oyunlarından;

İnsanların ‘ama’ kelimesinden önce söylediklerinin hiçbir önemi yoktur.


- Sör Jorah, Dothraki dilinde nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum.
+ Dothraki dilinde teşekküre karşılık bir kelime yoktur.


+ Onlara bunu yapan her neyse bize de aynısını yapabilir. Çocukları bile öldürmüşler.
- Çocuk olmamamız iyi bir şey o hâlde.

53
Game of Thrones / Ynt: Game of Thrones
« : 27 Mayıs 2012, 17:48:11 »
Bugün ikinci sezonun 9. bölümü yayınlanacak. Çok başarılı bir şekilde devam eden dizi, kitapla paralel fakat bir o kadar da değişik bir seyirde devam ediyor. Kitaplarda oluşturulmuş yüzlerce karakterden bazıları, kitapta uzun bölümler ile yer almışken, dizi de hiç sözü bile edilmiyor.

Aksi takdirde çok uzun soluklu bir dizi olurdu. İkinci sezonunda da başarısını devam ettirdiği kanaatindeyim. Heyecanla yeni bölümleri bekleye bekleye, sezon finalinden önceki son bölüme kadar geldik. Kitabı okuduğum için olaya hakimim ama, dizi de öyle bir hava yaratılmış ki, an geliyor kitabın dışına çıkılacak gibi hissediyor insan. Hatta bazen bunu istiyor. Heyecan dorukta :)

54
Kurgu İskelesi / Ynt: Hayalet Sokağı -6-
« : 27 Mayıs 2012, 15:05:48 »


BÖLÜM 6



12 Mayıs 2015 – İstanbul

“Sizi bu kadar hüzünlendiren nedir? Bir hatam mı oldu? Eğer öyle bir şey varsa gerçekten özür dilerim.”

“Hayır Selim bey. Sizinle alakalı bir durum değil bu. Yüzleşmekten kaçındığım şeylerle artık yüzleşmem gerektiğini fark ettim.”

“Nasıl yani?”

“O kafede otururken size hayatımın en karanlık gerçeğini söyledim. Evet Selim Bey, Ben bir katilim. İnsanları öldürdüm. Yaşlı bir adamı ve küçük bebekleri..” dedi Melek. Cümlesini tamamlayamamıştı. Gözlerinden yaşlar süzülüyor ve hıçkırıyordu.

“Neler söylüyorsunuz Melek Hanım? Biraz sakin olur musunuz?” dedi Selim ve elini Melek’in eline doğru uzatarak, bir şefkat yoğunluğu ile kavradı. Kendi ellerinin soğuk olduğunu düşünüyordu fakat Melek’in elleri buz gibiydi.

Selimin evindeki tek kanepeye yan yana oturmuşlar fakat aralarındaki o gizemi ve resmiyeti yitirmek istemezmişçesine, ikisi de uç taraflara yerleşmişlerdi. Selim, karşısında hüngür hüngür ağlayan bu kadını sakinleştirmek için ellerini tutmuş ve sonra yavaşça yanına sokulmuştu. Melek, elini tutan bu yakışıklı ve babacan tavırlı adama koşulsuz kalamamış ve başını bu adamın omzuna yaslayıvermişti.

“Hayatımı mahveden bir olay bu. Hiç kimse bilmiyor. Artık dayanamayacağım. Bu suçun bedelini ödemeliyim.”

“Lütfen sakin olun. Ne yaptınız ki kendinizi bu kadar suçluyorsunuz?”

Melek ağır bir şekilde başını yaslamış olduğu omuzdan kaldırdı “Saklambaç oynamayı sever misiniz? Daha doğrusu sever miydiniz?” diye sordu. Hıçkırıkları kesilmiş ve kendini toplamış gibiydi. Selimin elini çok sıkı bir şekilde kavramış olması bu adama güvendiğini anlatır gibiydi.

“Evet. Küçükken çok oynardık ve severdim de.”

“Bende çok severdim. Küçük bir çocukken, her gün akşama kadar oynardık. Hatta akşamları da çıkıp kaldığımız yerden devam ederdik. Bir akşam üstü yine bu şekilde bir oyunun içindeyken, saklanmak için evimizin karşısındaki ahşap evin kapısından içeriye girdim. Bu ev 3 katlı bir evdi ve her katta bir daire vardı. En üstte yaşlı Hüseyin dede, ortanca katta mahallenin bakkalı Erdal amca ve eşi, alt katta Ferit ağabey ve eşi Aysel teyze, zemin katta ise 3 tane öğrenci oturuyordu. O evdeki herkesi tanıyordum ve seviyordum. O gün oraya girdiğim an elektrikler kesildi ve korktum. Beni bulamasınlar diye zemin katında aşağısına, bodruma doğru girmiştim. Merdivenleri bulmaya çalıştım ama çok karanlıktı, bulamadım. Karanlıklardan bir ses duydum. Çok derinlerden geliyordu ve çok acımasız bir sesti bu. Birileri, sanki bir koroymuşçasına “Hayaletlerin huzurunu bozan da kim!” diye bana seslendi. Ben ağlamaya başladım. O anda elektrikler geldi ve oradan çıktım.”

“Onları gördün mü?” dedi Selim. Melek anlatırken hiç nefes almamış gibiydi. Sesi boğuk çıkmıştı.

“Hayır Selim. Onları görürsen ölürsün. Sadece ölüler, hayaletleri görebilir.” dedi ve gözleri ile Selimin gözlerini buldu. Selim az önceki samimiyet içeren cümleyi hemen kavramıştı ve gereksiz nezaket ifadelerini kullanmayacakları için çok mutluydu. Bunun yanında bu olayın devamında neler olduğunu da merak ediyordu. Bunları düşünmesi, yüzünün garip bir hal almasına neden olmuştu. Sırıtmak ile sırıtmamak arasındaki ince ama bir o kadarda kaba bir görüntüsü vardı.

“Peki ya sonra ne oldu Melek?” dedi. Melek dememesi gerekliydi bu soruda ama dayanamamış ve samimiyetlerini bir kez daha onaylatmak istercesine zaruri olarak çıkarıvermişti ağzından.

Melek bu göndermeyi umursamazmışçasına büyük bir heyecanla ”Bu olaydan birkaç gün sonra, geceleri bu garip sesler kulağımda çınlıyordu artık. Her gece hiç aksatmadan benimle konuşmaya çalışıyorlardı. Onları göremiyordum ama duyabiliyordum.” Melek yine hüzünlendi ve hıçkırmaya başladı.

Selim az önce böyle bir yükümlülüğü yokken, birden bire teselli edici ve sakinleştirici esas adam rolüne bürünen, kendinden emin bir ses tonuyla;
 “Babana, annene ya da başka birine bu seslerden bahsettin mi?” diye sordu. Bu garip olayda ki hayaletler hiç ilgisini çekmemiş ve çok normal karşılamış gibiydi.

“Elbette ettim. Babam birkaç gün yanımda yattı. Babam yanımdayken bile o sesleri duyabiliyordum. Babamı uyandırdım ve sesleri duyup duymadığını sordum. Duymadığını söyledi ve doktora götürdü beni. Hayatımın 4 senesini hastane köşelerinde, psikologların sorularına maruz kalarak geçirdim. Onlara her şeyi anlattım ama inanmadılar.” dedi ve sustu. Uzun bir süre belki bir dakika, belki beş dakika, belki de bir ömür, bir boşluğa yöneltti bakışlarını. Dalıp gitmişti o günlere. Sessizliği bozan Selim’in bir sorusu oldu.

“Ya sonra?”

“Sonra mı?”.

 Melek az önceki söylediklerini unutmuşçasına şaşırmıştı. Ama artık herşeyi anlatmakta kararlıydı.
“Seslere alışmaya başlamıştım artık. Kafamın içinde dönen o seslere cevaplar vermeye başladım. Adımı sordular, adımı söyledim. Bundan sonra adım ile hitap etmeye başladılar ve beni çağırdılar.” dedi ve yutkundu. Biraz duraksadıktan sonra devam etti. “Beni rahat bırakacaklarını ama önce onların istediği bir şeyi yapmam gerektiğini söylediler. Ne yapacağımı sordum. Sadece bir ateş yakmam gerektiğini söylediler. Niçin diye sordum. Özgür kalmak istediklerini söylediler.” dedi ve tekrar Selim’in gözlerinin içine baktı.

”Ben küçük bir çocuktum sadece. Neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmiyordum.” dedi. Bunları söylerken yüzünün aldığı o hal en duygusuz insanları bile dize getirebilecek derecede masumdu. Biraz duraksadıktan sonra devam etti. ”Kabul ettiğimde, beklememi söylediler. Bir Çarşamba günüydü. Akşam vakti ahşap evin önüne, bir tanker yaklaştı. Orada kaldı. Sonradan öğrendik ki tanker bozulmuş ve akşam olduğu için sahibi orada bırakmak zorunda kalmış. Gece olduğunda, uykumdan uyandırdılar ve pencereyi açıp odamdaki küçük sandalyemi dışarıya çıkarmamı istediler. Dediklerini yaptım. Sonra mutfağa gidip masanın üzerinde duran kibriti almamı söylediler. Dediklerini yaptım. Pencereden dışarıya çıkmamı istediler. Zemin katta oturduğumuz için dışarıdaki sandalyeye basıp dışarıya çıktım. Tankerin yakınına gelmemi söylediler ve tankere yaklaştım. Kibriti yakıp yere atmamı ve odama dönüp penceremi kapatmamı istediler. Dediklerini yaptım. Odama tekrar çıkıp pencereyi kapattım ve sonra..” dedi ve tekrar hıçkırmaya başladı.

Selim bütün olanları anlamıştı. Bir şeyler söylemeliydi, avutmalıydı. “Küçük bir çocukken yaptığın bir şey bu. Üstelik bunu sen yapmadın. Sonuçlarının ne olacağının veya insanların öleceğinin de farkında değildin. Bu sesler ile seni kandırdılar ve sana hükmedip kendi istediklerini yaptırdılar.”

“Yanan insanları izledim. Bebeklerin ..” dedi Melek. Artık hüngür hüngür ağlıyordu. Günlerdir döktüğü gözyaşları, göz pınarlarını tüketmemiş aksine çoğaltmışçasına, boncuk boncuk ağlıyordu. Selime döndü; “Sana da yaptıracaklar.” dedi. Sesi ağlamasından kaynaklanan bir hüzne bulanmıştı.

“Ben onlara ulaşmadan onlar bana ulaşamazlar ki.” dedi Selim. Kabul etmek istemedi bu çıkarımı.

“Yavaş yavaş etkileyecekler seni de.”

“Ne yapmalıyız. Nasıl kurtulmalıyız?” dedi Selim. Böyle boş boş durup bir gerilimin içine sürüklemek istemiyordu şüphesiz. Kendi problemini çözerken, Melek’inde problemini çözmek istiyordu şüphesiz.

“Çok uzun süre araştırdım bunu. Bu olaylar ile ilgilenen birkaç adam var ama yurtdışındalar ve pek de samimi olduklarına inanmıyorum.”

“Gidip konuşmam gerek ve ne istediklerini öğrenmem..”

Melek titreyen bir ses tonuyla; “Bu çok tehlikeli. Seni de öldürebilirler.”

“Seni öldürmemişler, beni de öldürmezler.” dedi. Cesaretinin toplamıştı fakat bu işi nasıl yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu.

Melek gözyaşlarını sildi. “Ben de seninle geleceğim o zaman.” dedi. Selim bu kızın cesaretine hayran kalmış olmalıydı. Bu teklife verdiği cevap olumlu oldu.

----------

16 Mayıs 2015

CIA – Avrupa Bürosu – Türkiye Temsilciliği - Ankara

“Gerekli araştırmaları yapmaları için iki uzmanı gönderdim efendim.” dedi CIA’ nın Türkiye sorumlusu olan Michael Knight. Konuştuğu kişi ise Amerikan gizli istihbaratının iki numarası olan George Anderson’du.

“Mike, senin kanaatin ne yönde?”

“Bir tahmin yürütmek çok zor efendim. Fakat bu son olayla birlikte sayı 5 oldu. Üstelik bir başkomiser ve genç bir kız aynı anda bir komiserin gözü önünde öldürüldü. Bu olayın tek şahidi olan komiser ise akli dengesini yitirdiği için tanık listesinden silindi. Türkler bu olayı örtbas etmek istiyorlar şüphesiz. Düğümü çözecek tek kişi ise bu komiser.” dedi ve önünde duran Selim Kurnaz adına hazırlanmış dosyanın kapağındaki resme baktı.

“Arkasında hiç iz bırakmayan bu adam çok yetenekli olmalı. Onu, Türklerden önce bulup biz sorgulamalıyız. Hatta bizzat ben sorgulamak istiyorum. Ne tarz bir silah yada bıçak belki de kılıç kullanıyor belli değil. Olay yerinde hiçbir iz yok.”

“Evet efendim. Komiser ile iletişime geçeceğiz fakat basının ilgisinin azalmasını beklemek zorundayız. Sonra ise en iyilerden birkaç ajanı göndererek bu adamı aldıracağız.” dedi Michael Knight.

İyi niyetlerini bildirdikten sonra telefonu kapattılar. Takım elbiseler içerisinde ki bu adam, Amerika’nın Ankara’daki büyükelçiliğinde basit bir memur olarak çalışıyordu. Kravatını düzeltti ve önünde duran gazeteye baktı. Gazetede 4 gün önce işlenen cinayetlerin tek tanığı olan komiser Selim Kurnaz’ın, basının sorduğu sorulara verdiği tek cevap yazıyordu.

“HAYALETLER”


6.Bölümün Sonu

55
Spoiler: Göster
Hiçbir kitabı okurken içimde nefret ve intikam alma duygusu bu kadar kabarmamıştı.Malum bölüm yaklaştıkça olacak her şeyi önceden bilmeme rağmen çok heyecanlandım.Ne biçim bir kitaptır bu ya.İnsanı ne hallere sokuyo.GRMM'nin hayal gücüne saygı duymak lazım.
Yazık oldu çok yazık.Hele o güzelim kurda.Şimdi istediğim tek şey intikam.Ama yazar bize bunu verecekmi şüpheliyim.Çünkü yazarın tarzı bu değil.

Bence yanıtını düzenlemen lazım. Okuyan var okumayan var.

56
Sinema / Ynt: En Son İzlediğiniz Film?
« : 26 Mayıs 2012, 02:55:49 »
En son izlediğim film "John Carter"

Kendisinden beklemeyeceğim bir arkadaşımın film izleyelim mi? sorusuna karşılık olarak Ne tarz bir film? şeklinde bir soru yönelttim. Kendisi de Fantastik tarzdaymış diyince çok şaşırdım ve izledik. Filmin sonunda beğendiğini ifade eden arkadaşıma Fantastik Dünyaya adım atması konusunda telkinlerde bulundum. Sitemizin de reklamı yaptım ama henüz kandırabilmiş değilim :)

Filme gelince; İlk başta çok beğendiğimi ifade etmek istiyorum. Görsel anlamda da oldukça başarılı bir film olmuş. Konusunu anlatmak istemiyorum fakat filmin çoğu kısmının Mars gezegeninde geçtiğini söylersem bu bir spoiler olmaz :)

Gönül rahatlığı ile izleyebileceğiniz hatta çocuklarınıza bile izletebileceğiniz bir gilm. Şaka bir yana gerçekten zamanınızı ayırıp izlemenizi tavsiye edyiorum

57
Çizgi & Anime / Ynt: En son izlediğiniz anime?
« : 26 Mayıs 2012, 00:46:21 »
High School Of The Dead. Hayatımda bağlandığım tek anime. Tanrım neler oluyor bana :)

58
Düşler Limanı / Ynt: Aynanın Dili Olsa
« : 25 Mayıs 2012, 01:09:49 »
Çok güzel bir yazı olmuş eline sağlık. Çok beğendim

59

Yeni bir dünya yaratmak o kadar da basit bir iş olmadığı kanaatindeyim.
(Gerçi artık yeni bir dünya yaratıp, ortaçağ havasında şövalyelerle oynamak baydı, bu yüzden yeni bir dünya yaratacaksanız üzerinde sıkı çalışmanızı ve ortaya özgün bir şey koymanızı tavsiye ederim. Aksi takdirde bunun adına yeni bir dünya denemez kanımca.)
Üstelik karşımızda o kadar güzel kurgulanmış dünyalar varken bunu yapmak ve okuyucuya benimsetmek çok zor olsa gerek. O kadar özgün bir şeyler yaratmalısınız ki insanlar buna inanabilsinler. Mesela; güç yüzükleri felan diye bir giriş yaparsan tutmaz. Elflerin ve insanların ittifakı da tutmaz. Ejderhaları da kullanıyorlar şu anda.
İşin özü bence şu; eğer yarattığın dünyaya kendin inanabiliyorsan insanları da inandırabilirsin. Mantık sınırlarını pek zorlamadan, klasik bir olay örgüsüne dayanmayan ve güçlü tasvirleri ile o dünyayı yaşatan bir yazım ve anlatım tarzı ile başarılı olunabilir.

60
Kurgu İskelesi / Ynt: Şifa Bahçesi
« : 22 Mayıs 2012, 23:43:41 »
Ağaçlarla ilgili bir hikayeyi okuyucuya aktarabilmek zor olsa gerek. Hayatımızda var olan bir nesne olduğu için, bunu konuşabilen ve  daha da önemlisi duyguları olan bir varlık olarak bizlere aktarman gerçekten çok zor. Fakat hikaye o kadar duygusal bir boyutta ki insan inanıyor ve kendisini kaptırıyor hikayeye. Bu da tabi ki yazarın kaleminin büyüsü ile alakalı olsa gerek.

Beğendim ve devamını bekleyeceğim.. :)

Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6 ... 10