Merhabalar. Açılışı Na’ili’nin “nihânız” redifli gazeliyle yapıyoruz. Vira bismillah.
1)Mârız ki asâ-yı kef-i Mûsâ’da nihânız
Mâr anlama mûrûz ki kef-i pâda nihânız
2)Görmez bizi âyînede ger aks-dih olsak
Pîş-i nazar-ı akl-ı hod-ârâda nihânız
3)Güncâyişimiz dîde-i Mecnûnadır ancak
Nîreng-i cemâliz ruh-ı Leylâ’da nihânız
4)Elmas ise de kârger olmaz bize merhem
Ol dâğ-ı cünûnuz ki süveydâda nihânız
5)Mûsâ göremez Tûr u secerde bizi billah
Biz şu’le-i sîmâ-yı tecellâda nihânız
6)Derdiz ki devâ şîfte-i sıhhatimizdir
Aşkız ki nihân-hâne-i sevdâda nihânız
7)Destinde dagal mühreyiz ey çarh-ı müşabiz
Her lahzada bin çeşm-i temâşâda nihânız
8)Biz Nâ’iliyâ sözde füsun-kâr-ı hayâliz
Elfâzda peydâ dil-i ma’nâda nihânız
__________________________________
1)Mârız ki asâ-yı kef-i Mûsâ’da nihânız
Mâr anlama mûrûz ki kef-i pâda nihânız
Mâr: Yılan.
Kef: 1) Elin iç tarafı. Avuç. 2) Ayağın altı, tabanı.
Nihân: Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan. Sır.
Mûr: Karınca.
Pâ: Ayak
Biz Allah’ın lütfu öyle bir yılanız ki Hz. Musa’nın avucunda asada gizliyiz. Ama sen bizi yine de yılan belleme. Biz Hz. Süleyman ile konuşan karınca gibiyiz. Aşk yolunun müritleriyiz ki ömrümüzü bu yola adamışız. Yine karınca gibi, belki, ayaklar altında ezilenleriz. Yada sevgilinin ayağının altında ezilenleriz ki bu bizim için şereftir:
Pây-bûsıyla şerefyab olduğumdan zevk eder
Nüktelerle sîveler eyler bilir bilmezlenir
(Nabi)
2)Görmez bizi âyînede ger aks-dih olsak
Pîş-i nazar-ı akl-ı hod-ârâda nihânız
Ger: Türkçedeki “eğer” kelimesinin kısaltılmış şekli.
Aks: Yansıma.
Dih: “Veren, verici” manalarına gelir ve kelimelerle birleşir. Mesela: râm-dih: Rahatlık veren.
Pîş-i nazar: Göz önü.
Hod-ârâ: (Farsça) (Hod-ârâ) Kendini süsleyen, kendini metheden, öven.
Pîş: (Farsça) Huzur, ön, ileri taraf.
Nazar: (Arapça) Bakış. İlgi gösterme, iltifat etme. Bakış açısı.
Biz bir odada olsak ve odada 4 ayna olsa o vakit 5 alem olur. Bunlardan biri hakiki diğer dördü yalandır. Yalancı olan aynalar bir bir kırılabilir de hakiki olan kalır. İşte akıl öyle ahmaktır ki gördüğünü gerçek sanır ve biz onun gözünden öylesine gizliyiz ki aynaya baksak akıl, yalan dünyaların cazibesine kapılır ve bizi göremez. Ama asıl olan zaten biz (gönül) olduğumuzdan kırılmayacak ancak bu alemdir. İşte onlar maddedir biz ise manayız.
3)Güncâyişimiz dîde-i Mecnûnadır ancak
Nîreng-i cemâliz ruh-ı Leylâ’da nihânız
Güncâyiş: (Farsça) Sığışma, sığma.
Dîde: Göz, ayn, çeşm.
Nîreng: Büyü, efsun.
Cemâl: Yüz güzelliği.
Ruh: (Farsça) Yanak, yüz, çehre.
Asıl alem Leyla’nın yanağına gizlenmiştir de aynalar ondan aldığını yansıtır ancak. Biz de Leyla’nın yağındaki büyüde, nurda, aynada gizliyiz. (Yani aslen bizde ışığını, hakikatini Leyla’dan alanlarız. Onun hakikati yanında bizim gerçekliğimiz sahtedir) Bu yüzden (Biz aslen başka bir ayna olduğumuzdan) görünmemizde Mecnun’adır , ve onun gibilerdir, ancak.
4)Elmas ise de kârger olmaz bize merhem
Ol dâğ-ı cünûnuz ki süveydâda nihânız
Kârger: (Farsça) Etki yapan, tesir eden.
Dâğ: (Farsça) Yara.
Cünûn: Delilik, cinnet. Delirmek.
Süveydâ: 1) Kalbin ortasında var kabul edilen siyah nokta. 2) Tohumun ortasında bulunan tanecik.
Eski zamanlarda cam ve elmas tozları insanlara işkence etmek için kullanılırdı. Açık yaraya katılan bu tozun acısından kurtulmak imkansızdı. Hatta damara zerk edilirse nefes almak bile insanı acı içinde öldürebilirdi. Şimdi: Elmas tozundan merhem yapsanız da fayda etmez. Çünkü biz kalp içine gizlenmiş bir aşk cinnetinin yarasıyız. İstediğiniz, sözde, işkenceyi getirin. Biz öyle bir aşkın yarasıyla hemhaliz ki hiç bir işkence ondan daha ağır yine de hiç bir şey ondan daha tatlı olamaz.
5)Mûsâ göremez Tûr u secerde bizi billah
Biz şu’le-i sîmâ-yı tecellâda nihânız
Secer: (Arapça) şecere ağaç
Şu’le: Alev, ateş alevi. Alevlenmiş odun.
Sîmâ: Yüz, çehre. Beniz. Eser, alâmet. Sima’
Tecellâ: Yansıma, görünme.
Eline tutuşturulduğumuz, tecelli ağacında nuru gören Musa bile billahi bizi göremez. İşte biz öyle bir simanın ışığının, nurunun, manasının içinde gizliyiz.
6)Derdiz ki devâ şîfte-i sıhhatimizdir
Aşkız ki nihân-hâne-i sevdâda nihânız
Şîfte: (Farsça) Düşkün, tutkun, meftun. Delicesine aşık.
Nihân-hâne: (Farsça) Saklanacak yer. Mağara, bodrum, mahzen.
Öyle bir derdimiz var ki bizim, derdin kendisi bizim sıhhatimize devadır. Gerçek alemi görmüşüz biz bundan gayrı meftunluk, Mecnunluk bizim sıhhat bulduğumuz yerdir. Meftunluk, mecnunluk sevdanın mahzenidir. İşte biz de o mahzende gizli olan aşkız.
7)Destinde dagal mühreyiz ey çarh-ı müşabiz
Her lahzada bin çeşm-i temâşâda nihânız
Dagal: (Farsça) Hile.
Mühre: (Farsça) Her nevi yuvarlak cisim. Cam boncuk.
Çarh: Çark, felek, talih.
Müşabiz: Hokkabaz. Hokkabazlık yapan.
Lahza: Göz açıp kapayacak kadar kısa zaman. An.
Çeşm: (Farsça) Göz. Ayn. Dide.
Temâşâ: (Farsça) Hoşlanarak bakmak. Seyretmek.
Ve ey hokkabaz felek! Testinin içindeki bir görünüp bir görünmeyen, hileni yaptığın bir boncuğuz biz. İnsanların gözlerine her an/saniye içinde bin kere gözüküyoruz da onlar görmeyi bilmiyor. İşte biz bu bakıldığı halde görünmeyende gizliyiz.
8)Biz Nâ’iliyâ sözde füsun-kâr-ı hayâliz
Elfâzda peydâ dil-i ma’nâda nihânız
Füsun-kâr: (Farsça) Büyüleyici. Cezb ve celbedici. Hayranlık verici.
Elfâz: Kelimeler, sözler.
Peydâ: (Farsça) Mevcud, var olan, açık, âşikâr, meydanda olan.
Ma’nâ: Lafızdan (sözden) anlaşılan, kastedilen şey.
Biz, Na’ili, de sözde hayal büyücüsü, söz üstadıyız. Ama gel gör ki aslında söylediğimiz kelimelerin anlamında, manasında, arkasında gizliyiz.
Son söz: Aynaların hepsi bir bir yıkılır, paramparça edilir; her bir dize kelimelere bölünür; kelimeler silinir gider. Ama kalpte gizlendiğimiz nokta; akıl bedeni terk ettiğinde veya asıl olanı göremediğinde sığındığımız nokta hep kalacaktır. Belki kelimeler yeterli gelmeyecek veya edeb edecektir o noktayı açıklamaya da, sadece manası kalacaktır. Manayı anlamaya da maalesef herkesin gücü yetmez. Kendini ancak hak edene, o seviyede olana açar.
Selametle