(http://img.blogcu.com/uploads/sevimli_1189092-medium.jpg)
Yıllar yıllar önce ya da yıllar yıllar sonraymış. Çok uzak yahut çok yakın bir kasabada; bir annesi, bir babası, üç kardeşi ve dedesi ile ninesi olan bir çocuk varmış. Bu çocuğun adını bilen ya çokmuş ya azmış. Bu yüzden en iyisi biz ona Boncuk çocuk diyelim.
Ufacık tefecik içi dolu tatlıcıkmış Boncuk çocuk. Kömür karası saçları boncuk boncuk bakan gözlerinin üzerinde dalgalanırmış. Damdan dama zıplayıverir, görenlerin yüreğini ağzına getirirmiş. Ama aynı zamanda tam bir bastıbacakmış. Pek çok soru sorar, pek az cevap alırmış.
Yine öyle zamanlardan biriymiş. O gün Boncuk çocuk, Remzi Ağa'nın damından Hatice Eze'nin çatısına hoplayıvermiş. Bir mutlu olmuş bir mutlu olmuş ki hiç sormayın. Köyün veletlerinden hiç biri Hatice Eze'nin çatısına böyle hop diye hoplayamazmış. Sözüm ona göğe değermiş Hatice Eze'nin çatısı. Bir çıkan bir daha inemezmiş. “Hadi oradan!” demiş çocuk kendi kendine. “Aha da çıktım şimdikte incem!” diyerekten kasım kasım kasılmış.
Kasılması, övünmesi bitince Boncuk çocuk sıkılmış, aşağıya inmeyi canı çekmiş. Bir sağ eline tükürmüş bir sol eline tükürmüş. Hadi "Ya Allah" demiş. Ama tam harekete geçerken gözüne bir kıpırtı takılıvermiş. Meğer o kıpırtı havalanmaya hazırlanan bir kuş değil miymiş? Ama öyle sıradan bir kuş değil; köyün ağasının Pirinç Dıkdıkıymış. Pek güzel bir güvercinmiş Pirinç Dıkıdık. Mübarek hayvan saldın mıydı bir takla atarmış bir takla atarmış ki görenler parmaklarını ısırırmış. Tamamen beyazlara bezenmiş güzel tüyleri ile köy kargalarının gönlündeki kuşmuş. Şimdi dersiniz böyle güzel kuş adı sanı bilinmeyen bir köy de ne iş eder? Köyün ağası benim kuşum benim kuşum dese de işin aslı böyle değilmiş. Bu kuşun nereden geldiğini nereye gittiğini kimsecikler bilmezmiş. Ağanın bir arkadaşı gelip bu güvercinin çok değerli bir ak taklambaç olduğunu söyleyince ağa sahip çıkmış bu güvercine.
Pirinç Dıkdık bir göz etmiş bizimkine. İş olsun kurnaz hayvan takılmış Boncuk çocuğun yüreğine. Neyse bizim Boncuk çocuğun gözleri de takılı vermiş Pirinç Dıkıdık'a. Kuş havalanmış, bulutlar arasında takla atmaya başlamış. Öyle güzel uçmuş ki Boncuk çocuğun aklına da bir soru düşüvermiş. “Yav” demiş Boncuk çocuk “Her işi yapan insanoğlu neden uçamıyor acep?”. Bu soru karşısında Boncuk çocuğun kendisi bile hayrete düşüvermiş. “En iyisi” demiş “Bir bubama sorayım.” Allem etmiş kallem etmiş inmiş damdan yere. Koşa koşa varmış tarlaya.
Bakmış babası elinde kazma kürek çalışıyor. Bağırıvermiş “Buba” diye “Soru soracam sana.” Babası kırmamış Boncuk çocuğu “He evlat sor.” demiş. Boncuk çocuk sormuş bubasına sorusunu. Bubası bakakalmış çocuğunun sorusuna. “Ben nereden bilem ki evlat.” deyivermiş. Boncuk çocuk üzülmemiş bir koşu eve gitmiş. Anasına seslenmiş, varmış yanına sormuş sorusunu. Anası da bubası gibi cevap vermemiş. “Git bir de dedenle nene sor .”demiş. Boncuk çocuk gitmiş dedesini ve nenesini bulmuş. Sormuş soruşturmuş yine de yanıt bulamamış.
Canı sıkılmış bizimkisinin. Bakmış kimse cevap vermiyor “Anlaşılan bunu anca ben bilirim.” diye karara varmış. Gitmiş tekrar Hatice Eze'nin çatısına tırmanıvermiş. Çatının kenarına iyice yanaşmış ve gözlerine semaya dikmiş. Kafasını bir sağ yatırmış bir sola yatırmış; kara kara düşünmüş. Aklına kuşları getirmiş. Demiş “Hayvan uçuyorsa ben de uçarım.” Ya Allah diyerekten kendini çatıdan aşağıya bırakıvermiş.
Ve Boncuk çocuk uçmuşta uçmuş.
Ancak uçan bedeni değil ruhuymuş...
Berre & Diana