Hem çok beğendiğim, hem de bazı yönlerden tatsız bulduğum bir kitap oldu Elif. İkircikli duygular içindeyim.
Kitap, gündemden ve popüler kültürden fazlasıyla beslenmiş olmasına rağmen kendine has bir tada, bir farklılığa sahip. Şüphesiz bunun en önemli sebebi, daima korku unsuru olarak kullanılan cinlerin çok daha sade bir biçimde bu hikayede karşımıza çıkmış olmaları. Sempatik cinler tanımak ilgi çekici bir şey. Hele bir Vikram var ki...
Kitabı farklı kılan önemli şeylerden bir diğeri ise yazarın çizgi roman yazarlığı geçmişine sahip olması olabilir. Kurguya dahil edilen mekanlar özenle seçilmiş ve tanımlanmış. Dahası bu mekanlar kendi aralarında bir kompozisyona bile sahipler, sıralı olarak yerleştirildiklerini düşündüğümüzde dengeli bir görünümleri var.
Hikayenin akışı da bir hayli ilginçti. Standart kitaplarda olaylar ağır başlar, gittikçe hızlanır, hızlanır ve çarpıcı bir finalle sona erer. Bu kitapta ise hızlandı, çarptı, yavaşladı, durdu, hızlandı, heyecan oldu, daha da hızlandı, yavaşladı, durdu, tekrar hızlandı, nefes aldı, patladı. Belki bu da bölüm bölüm yayınlanan çizgi romanlardan kalma bir alışkanlıktır, bilmiyorum.
Kitap boyunca, yazarın kitabı yazma serüvenini düşünmekten alamadım kendimi. Aşina olduğumuz bir gizeme dair ilginç bir fikirle yola çıkmış, son derece etkileyici birkaç bölüm yazdıktan sonra “Bu kitabın çok satmasını istiyorum.” demiş sanki ve ilk sekiz bölümde cılız çıkan bu ses, sonraki dokuz bölümde kitabın yazılma sebebi haline gelmiş. Bu iki bölüm arasındaki kırılma önemli, çünkü kurgunun bu noktadan itibaren farklı bir devamı varmış da, yazar eseriyle Arap Baharı arasında paralellik kurmak istediği için başta tasarladıklarına sadık kalmamış izlenimi veriyor.
Eser 2010-2012 arasında yazılmış, protestolar 2010 sonunda başlıyor. Kitap, tam ortadan kesilmiş gibi zaten.
Olduğuna inandığım diğer devamı okumayı çok isterdim. Dileğim gerçekleşmiş olsaydı kitap bu kadar bilinir olmayabilirdi tabi.
Çok büyük spoiler:
Yahu, binlerce yıl yaşamış kadim varlıklar mutlaka bize denk gelen maceralarında mı ölmek zorundalar? Bu tip bir olay bir eserde geçtiğinde çok sinirleniyorum. Sen ki kadim bir varlıksın, başından sayısız olay geçmiş, hayatta kalmışsın bu zamana kadar ve ben seni tanıyıp sevince mi ölmeye karar veriyorsun? Kaldı ki ölmemeyi seçebileceğin bir durumda!
Söz konusu kişiye çok bağlanmamıştım gerçi ama yine de bir sevmiştim işte. Ölümü, farklı eserlerde karşıma çıkan başka iki varlığın ölümünü de hatırlattığı için bu kadar çok kızgınım. Öldürmesinler şu kadimleri!
Bu arada, Mühtedi karakterini yazarın kendisinden ilham alarak yarattığını söyleyebilir miyiz? Bana sanki öyleymiş gibi geldi.
Editörlüğünü İhsan Tatari'nin yaptığını bildiğim bir kitabı okumak da ayrıca keyifliydi. Daha nicelerini okurum umarım.