BÖLÜM BİR: Bir Damla Gösteri
“Haydi ama Huomell, biraz gerçekçi ol. Bunu yapamayacağımızı biliyorsun!”
“Aslında bildiğim tek şey, küçük kardeşim. Senin son zamanlarda oldukça titrek bir kıç edinmiş olman. Bir düşünsene, bu her zamankinden daha vahşi bir gösteri olacak. Seyircilerin mırıltılarını duyabiliyorum! ‘Hey şuna bakın! Bu vahşi bir aslan ile sönmeyen bir ateşin düellosu. Ben bahsimi aslandan yana kullanırdım” ve diğeri cevap verecek: ‘Dostum o ödlek aslanın hiç şansı yok! Şu dans eden alevleri görmüyor musun?!’ İşte olacaklar küçük kardeşim. Sadece tek bir prova bile yeter, bundan eminim.”
Ses uzun süre soluksuz konuşmaktan yorulmuş, ancak sesin sahibinin gözlerindeki heyecan ışıltısı hiç eksilmemişti. Sabırsızca beklediği cevabı ve sonrasında gelecek ışıltılı günleri düşünüyordu. Latemsould Sirki en parlak dönemlerini yaşamıyordu.
Derin bir iç çekişin ardından Chisew’in cevabı duyuldu. “Gertz bundan hiç memnun kalmayacak.” Sonra kardeşine baktı ve ikisinin dudakları da aynı anda aralandı. “Gertz’in canı cehenneme.”
Huomell rahatlamış bir şekilde el yapımı hamağına uzandı. Chisew odadan çıkarken “Öğle temizliğinin hemen ardından, Minik Solan’ın karavanında buluşalım. Bunu onunda görmesini istiyorum, belki bir şeyler kapabilir.” Kapı Chisew’in ardından gıcırtılı bir şekilde kapanmaya başlarken, Huomell cevap vermeye tenezzül bile etmedi.
Düşünceleri ‘sıradan’ insanları memnun edebilmek için aldıkları risklere ve kaybettikleri lüks hayata kaydı. Lüks hayat umurunda değildi, ama hayatı bu basit insanların gönüllerini hoş tutmak üzerine kurulu olması onun canını sıkıyordu.
Kardeşiyle birlikte bir yıl kadar önce bu sirke katılmıştı. Bu hayatlarında bir dönüm noktası olmuş ve ufakta olsa bir değerleri olduklarının farkına varmalarını sağlamıştı. Bu nedenle pişman olmak asla aklının ucundan bile geçmemişti. Geçmiş hayatı ve ailesi, dipsiz bir uçurumdan farklı değildi. Uçurumdan çıkışları hayal ettikleri kadar parlak olmamıştı belki, ama artık başlarını sokabilecekleri –bir dereceye kadar güvenli- bir evleri vardı.
Ve bu ev, onlara daha öncesinde hiç tatmadıkları şeyleri göstermişti. Arkadaşlık, hayattan zevk alma, sürekli itilmemek, günde üç öğün yemek… Daha fazlasına neden ihtiyaç duyacaklardı ki?
Siyah saçları gözlerini kapatınca istem dışı bir şekilde eliyle onları düzeltti. Koyu kahverengi gözleri, yuvarlak burnuna bir karasineğin konmasıyla aniden açıldı. Düşünmek; zaman alan bir eylemdi. Ancak yemek yemek kesinlikle daha hayatiydi. Hamağa dolanmış uzun bacaklarını can havliyle kurtarmaya çalışırken, küçük karavanına bir göz attı.
Tozlu pencereden gelen kısıtlı gün ışığı, aynı titizlikteki tozlu tahta zemini aydınlatırken; sahip olduğu bütün eşyaları içinde barındıran ahşap dolabının gölgesi uzamaya başlamıştı. Karavanına ender yapılan ziyaretler için iki kullanışlı sandalye ve kendisine çeki düzen verebilmesi için oval bir boy aynası karavanın bir duvarını boydan boya kaplıyordu. En kuytu noktadaysa küçük bir bölme, tuvaletiyle yaşamını sürdürdüğü yeri ayırıyordu. Yemeklerse dışarıda, hep birlikte yeniyordu. Neyse ki Huomell’in zulası, onu yemek vaktine kadar idare edebilecek bir unsurdu…
**
Latemsould Sirki’nin son konaklama yeri, en yakın kasabanın on üç mil doğusunda kalıyordu. Toprak yeni yağan yağmurdan dolayı nemli, ağaçlar bulutlara meydan okurcasına yeşildi. Kamp alanlarını çitlerle örmeye zahmet etmemişlerdi, vahşi yaşamdan bir nebze olsa da uzakta durduklarından emindiler. Sirkin bulunduğu açıklık oldukça genişti. Çok yakınlarından ince bir dere geçiyor, sirk çalışanları için gerekli suyu tedarik ediyordu. Karavanları çeken atlar, bir köşede uysal bir şekilde duruyor arada bir sahiplerinin bulunduğu karavanlara özlemle bakıyorlardı.
Açıklıkta yedi karavan bulunuyordu. Beşinde mütevazi sirk çalışanları, birisinde kullandıkları araç gereçler ve ihtiyar Luunf ve sonuncusunda da büyük patron Gertz… Bunların dışında da üç kafes vardı. Kafeslerin ilkinde yaşlı bir dişi aslan yatıyordu. Adı Toush olan bu aslan, patilerini az önce yediği yemeğinden temizlerken, uysal bir kedi gibi mırıldanıyordu. Diğer kafeste derin bir havuz ve içerisinde de zümrüt yeşili derisiyle suda ki yosunların arasına kamufle olmuş bir timsah yatıyordu. Emerald, Toush’un aksine oldukça vahşiydi. Son kafesteyse sırt üstü uzanmış, kahverengi postlu bir ayı bulunuyordu. Kuşkusuz en çok yalnızlık çeken de bu ayıydı. Zira Enoh sirke katılalı dört ay olmasına rağmen hiçbir gösteride yer alamamıştı.
Solan’ın karavanı, kampın konum olarak en dış tarafında kalan kısmındaydı. Ne Huomell, ne de Chisew bu provayı gizli yapamayacaklarını bilmelerine rağmen olabildiğince az kişiye duyurmak istemişlerdi. Ve şimdi Huomell, öğle güneşinde parlayan sapsarı saçların sahibi Chisew’in karavanın kapısını çalmasını bekliyordu. Chisew fizik olarak pek yapılı değildi. Sade bir yüzü, yeni çıkmaya başlamış sakalları ve sürekli sırıtan ince dudakları vardı.
Kapıyı kırarcasına çalan Chisew’in arkasından bir ses duyuldu. Kardeşler irkilerek arkalarını döndüklerinde kampın en güzel yüzüyle karşılaştılar. “Siz iki kardeş gene ne karıştırıyorsunuz? Umut ediyorum içine beni de dahil edebileceğiniz bir şeydir. Hey Huomell o elindeki anahtarlar Toush’un kafesine ait değil öyle değil mi?”
Chisew ardı ardına gelen sorulara karşı yüzünü buruştururken, Huomell gösterilerine daha kaç kişiyi dahil edebileceklerini düşünüyordu…
**
“Belki ona ait, belki de değil.” Huomell bunu söylerken, Iria’nın koyu kahve gözlerinden sakınmaya çalıştı. Genç kadın yararlı olabileceği kadar, zararlı da olabilirdi. Bu sırada karavanın kapısı açıldı ve iki uykulu göz onları süzmeye başladı.
“Bu gürültü de niye? Öğle yemeği sonrası şekerlememin kutsal olduğunu bilmiyor musunuz?” dedi Solan. Sonra Iria’yı gördü ve yüzünde gevşek bir gülümseme oluştu. “Tünaydın bayan.”
“Solan, Seni görmek ne güzel! Belki sen bu ikisinin ne karıştırdığını biliyorsundur?” dedi Iria. Solan bugün standardının üzerinde bir şekil belirlemiş ve orta boy bir mağara ayısı boyuna erişmişti. Yirmili yaşlarında olmasına rağmen çille kaplı olan yüzü belki de vücudunda değişmeyen tek gerçeklikti. Ona “Minik Solan” diyorlardı, çünkü o çoğu zaman küçük bir çocuk boyutunda geziyordu. Büyüyüp küçülebilme onun, diğer insanlardan farklılaşmasını sağlayan özel yeteneğiydi.
“Hayır hanımefendi, ancak olayın ne olduğunu öğrenmeyi çok isterdim,” dedi Solan.
Huomell ve Chisew duruma müdahale etmeleri gerektiklerini fark ettiler. Huomell bir adım öne çıktı ve her şeyi izah etmeden önce bakışları birkaç saniyeliğine Iria’nınkiler ile buluştu. Gösterilerine renk katacak en önemli unsur, belkide bu baş döndürücü güzelliğe sahip olan kadının yeteneği olacaktı. Çünkü kadın telekinezi yapabiliyordu.
“Chisew ile benim bir numaramız var,” dedi Huomell.
“Tahmin etmiştim,” diye araya girdi Iria. “Toush da dahil olduğuna göre sadece saçmalıklardan ibaret olmayacak gibi.”
“Aslında pratikte birçok saçmalıktan oluşuyor, ancak dinlemenizde fayda var,” dedi Huomell. “Solan küçük bir çocuk rolünü üstlenecek. Onu bir ormanda kaybetmeyi umuyorum. Ve karşısına da Toush çıkacak. Daha doğrusu Toush’u karşısına bizzat ben yollayacağım. Bunu sıradan bir gösteri sanacak olan seyirciler sıkılmaya başlayacak. Ve Chisew’in masum alevleri devreye girecek. ‘Alevlerin Efendisi’ bu kez Minik Solan olacak. Toush’u kendisinden uzağa sürecek. Bu sırada Iria birkaç dekoru yerinden söküp Toush’un kaçış yolunu engellemek için sahneye çıkacak. Ve zaten kontrolüm halinde olan Toush ‘Alev Çocuk’ ile yüzleşmek için geri dönecek. Iria’nın sürekli uçuşturacağı dekorlar ortamın kaosunu tamamlayacak.”
Takdir bekler bir halde konuşmasına ara verdi. Gördüğü gözler ‘sıradan’ bir beğeniyle parlıyordu. Huomell final zamanının geldiğini fark ederek konuşmaya devam etti. “Kaos ölümle son bulacak. Chisew’in alevleri ani bir rüzgarla yitip gidecek. Minik Solan bir başına kaldığındaysa, Toush onun işini bitirmek için gelecek. Gösteri Solan’ın çırpınışlarıyla sona erecek.”
Huomell işte şimdi hak ettiği takdiri almıştı. Kardeşininki de dahil olmak üzere üç çift iri göz…