Arkadaşlar, bu benim foruma yazdığım ilk hikayemdir. Umarım beğenirsiniz. Eleştirilecek çok noktası olduğunu biliyorum. Sizin sayenizde elimden geldiğince hikayemi düzenleyeceğim.
Zaman ayırdığınız için teşekkürler. Keyifli okumalar.. MİLYARLARIN SAVAŞI
BÖLÜM 1
'Ji-Sung ! Ji-Sung ! ' dedi sağ tarafındaki birisi. Bir yandan da bir el Ji-Sung'un sağ omuzunu ileri geri ittriyordu. Ji-Sung sol yanağının üzerine yatmıştı ve salyası da sol yanağının alt kısmına iğrenç bir ıslaklık vermişti. Ayrıca berbat kokuyordu.
Çocuk gözlerini faltaşı gibi açıp bir anda doğruldu ve sağ üst tarafına baktı. Biyoloji öğretmeni.. 'Hasstt...' dedi içinden. 40'lı yaşlarındaki erkek öğretmenin saçları biraz kırlaşmıştı. Yüzü kırışıklık içerisindeydi. Sakalı yok denecek kadar azdı.Gözlükleri kare biçimindeydi. Yüzünde sert bir ifade vardı.
'Tahtaya kalk bakalım. Koyun seyrederken dersten bir şeyler kaptın mı görelim.' dedi öğretmeni ve geriye doğru yürüyüp arka duvara yaslandı. Öğrencilerin yüzünde gülümseme vardı. Ji-Sung yanındaki Kim Woon'a bakıp 'Ne gülüyon be !?' bakışı fırlattı ve ayağa kalkıp tahtaya doğru yürüdü. Aha ! Bugün sözlü günüydü ve adamımız tüm gün Skyrim oynamıştı !
Tahtanın önünde utançtan başını yere doğru çevirdi. ' Kafanı kaldır, Ji-Sung. ' dedi öğretmeni doğal olmayan yumuşak bir sesle. O da mahçup bir şekilde kafasını kaldırdı. İşte şimdi soru geliyordu : ' Midenin salgıladığı hormonlar nelerdir ? ' dedi öğretmeni vahşi bir gülümsemeyle birlikte. Gülümsüyordu çünkü intikam vakti gelmişti.
'Eyvaah. Şimdi b*ka bastık işte !' dedi Ji-Sung içinden. Etrafına bir umut bakındı ama kimseden cevap gelmiyordu. Sadece gülümseme.. ' Tamam notun belli oldu. Anlaşılan koyunları pek iyi sayamamışsın. ' dedi öğretmeni alaycı bir ifade takınarak. Ji-Sung içindeki hüzün ve kırgınlık parçalarıyla birlikte yerine oturdu.
Aslında bu tür duyguları yaşamaya gerek yoktu. 'Sevmiyorum işte biyolojiyi ! Zorlamı arkadaş ? ' dedi kendi kendine.
Neyse şimdi eğlenme zamanıydı. Bazı öğrenciler de aynı duruma düşecekti ne de olsa..
***
Öğleden sonra okul bitti ve bir b*ktan günün bittiğine herkes şükretti. Defterlerini,kitaplarını ve kalemlerini doldurup çantasına doldurdu ve çantasını omuzladı. 'Anneme, babama nasıl söyleyeceğim 5 dersten çaktığımı ya !? ' diye serzenişte bulundu. Ama bunu fazlaca sesli söylemiş olmalıydı ki Kim Woon ona gülümseyip yanına geldi.
' Notlar di mi ? ' dedi Kim Woon. Saçları kahverenydi ve kirpi gibiydi. Zayıf biriydi ve buğday tenliydi ve ayrıca dişlekti. Tipinden haylazlığı okuyabiliyordunuz. ' Aynen. ' dedi Ji-Sung biraz sıkıntıyla. ' Sen düzeltirsin be koçum. Benim gibi değilsin.' dedi Kim Woon neşesini koruyarak. Bir insan hiç neşesini kaybetmez mi ?
' Ya ya tabii..' dedi Ji-Sung. Ve böylece havadan sudan muhabbet ettiler. Ji-Sung muhabbete pek katımadı tabii. Kim Woon yine her zamanki gibi boşboş konuşuyordu. Gürültü girliliği resmen.. Ve sonunda yol ayrımı geldi. Ji-Sung şöyle bir elini sallayıp yoluna devam etti.
5 dakikalık bir yürüyüşün ardından evine vardı..
***
Anahtarı anahtar deliğine sokup açtı. İçeriye girdi ve kapıyı örttü. Evde hiç kimse yoktu. Halbuki bu saatlerde annesi hep evde olurdu. Acaba bir işi mi çıkmıştı ?
'Anne ! Ben geldim !' diye seslendi annesine Ji-Sung. Ama etrafta çıt yoktu. Mutfağa, yatak odasına, salona baktıysada hiç bir şey göremedi. Ama evin giriş kısmında ayak izleri vardı. Takunyaya benziyordu. Ve o izler merdivenden yukarı doğru gidiyordu. Hemen merdivenleri çıktı. İz kendi odasına gidiyordu. Odaya baktı. Bakmaz olaydı.
Annesinin bedeni bir sürü parçaya ayrılmış şekilde yerdeydi. Odanın içi tamaıyla kan göleti olmuştu. Sinek vızıltılarıyla birlikte etrafa çok kötü bir koku hakimdi. Ceset ! Annesinin ceseti !
Yalpalayarak odaya girdi ve çökünce kusmaya başladı. Ve ağladı. Ellerini annesinin kanlı saçına götürdü ve kokladı. Kan kokusuyla birlikte hala yıkandığı şampuanın kokusu vardı. Ve ayrıca annesinin has kokusu. Sadece Ji-Sung ayırt edebilirdi bunu. Tanrının lütfuydu ona gelen.
Ölümcül bir sessizlik oldu. Bu süre içerisinde doğal olmayan bir şekilde hava kararmaya başlıyordu. Halbuki daha öğlen saatleriydi. Ayak sesleri duymaya başladı. Birisi merdivenden yukarı çıkıyordu. Ve onu gördü.
Siyahlar içerisinde bir adamdı. Sadece gözü görünüyordu. Soğuk ve ölümcül bir göz..
' İşte, buradasın ! Annenin cesedini mi gördün ? Vah vah ne yazık. Ama zaten şimdi sen de onunla birkikte cehennemi boylayacaksınız.' dedi adam. Ağzı da örtülü olduğundan sesi boğuk geliyordu.
' Neden ? Neden bunları bize yapıyorsun ?' dedi Ji-Sung ağlamaklı bir sesle.
' Çünkü sen ve ailen tehlike oluşturuyor. Bize karşı. Tanrıların lütfu herkese dağıtılıyor. Büyük bir savaş patlak vermek üzere. ' dedi adam. ' Ama sonuçta öleceksin. Daha fazla konuşmanın bir manası yok.'
'Ama.. ' sözünü söylerken adam ayağını betona vurdu. Beton kütlesi anında havaya kalktı. Adam ayağının iç kısmıyla o kütleyi Ji-Sung'a fırlattı.
Sonu gelmişti..
Edit : Yazım hataları