Dünyanın gri ve beyazdan ibaret olduğu, tozun havada asılı kalmak için yorgun düştüğü ve yolun hiç bir zaman dolu olmadığı bir zamanda küçük bir kız vardı. Onun sahip olduğu tek şey ailesiydi. Babasını yoldaki ölüleri toplarken izliyordu ve elindeki küçük deftere küçük elleri ile küçük resimler yapıyordu. Babasının ensesindeki teri görüyordu ölülerin tozlu yüzlerindeki göz yaşı izlerini değil. Gökdeki soluk bulutu görüyordu, patlamalardan sonraki dumanı değil. Eskiden çok yıpranmış ama şimdi bitik olan kaldırımda açan sarı çiçeği görüyordu annesinin soluk ve soğuk yüzünü değil. O işte öyle biriydi ama günler ailesine iyi davranmamıştı. Şehirde birkaç kişi yaşıyordu artık çünki önceki gün babasının korkaklar dediği birileri kocaman bombalar ile heryeri yok etmişti. Annesini öldüren bu değildi aslında, onu öldüren bazı bombalardan yayılan gazlardı. Bazıları bu gazdan hiç etkilenmedi ve babası "korkakların" bu yüzden onları canlı istediklerini söylemişti. Kaldırımın ucunda durup teri, bulutu ve çiçeği resmederken ateş çıtırtılarının melodikleştiği sokakda hafif adımları duydu. Botların sesi değil dedi babası aniden. Adımların sahibi en yakın köşeden döndüğünde rengi yok olmuş şehirde siyah elbiseleri ile diğer herşeyden daha renkli ve canlıydı. Onları görünce yüzünde açan kocaman gülümsemeye kitlenip kalmıştı küçük kız. "Güzel" olmuştu ilk düşüncesi. Babasının elindeki küreği düşürdüğünü görünce o gün ilk kez güldü çünki oda aynısını düşünmüş olmalıydı. Ah birde göğsü acımasa. Babasına söylemye korkuyordu, anneside en son bunu söylemişti. Babasını tekrar görememek onu korkutuyordu.
Saçları ter ve yağla parlasa ve üstü yolun kiri ile kaplı olsa da o bu dünyaya ait olamayacak kadar temiz ve güzeldi.
Babası genç adamı şaşkınlık ile selamladı ve genç adam da ona karşılık verdi. "Uzun günler ve hoş geceler" demişti, bunu ömrü boyunca unutmayacak küçük kalbi onun sesini duyunca zaten zayıfken daha da yoruldu ve bayıldı. Gözleri kapanırken tek düşündüğü akı görünmeyen derin, kapkara gözlerdi.
Gökdelenlerin en alçağında tünemişti Jack. Saksağan kadar güzel bir kuzgundu. İnsanların değer verdiği ama değerleri ile insanlara sahip olan eşyaları aşırmayı çok seven ve bu sevgisi kadar uzun yaşamış sıradan olmayan bir kuşdu. Radyoaktif serpinti ile aklının biraz ileri olduğunu söyleyen birileri olmuştu geçmişde ama bunu anımsayamayacak kadar kuş beyinliydi halen. Siyahlı adamın baba ve kızına yaklaştığını görünce meraklanmıştı. Aslında adamın küreğini almak istemişti önce ama çok ağır göründüğünden kızın elindeki kömürü almaya karar vermişti, işte bu aşamada siyahlı adam sokağa girmiş ve ona anlık bir bakış atmıştı. Jack çok zeki olmayabilir ama gerektiğinde birşey yapmadan durması gerektiğini bilirdi. Kız bayıldığında ve sevimli kömürü elinden düştüğünde kürekli olan siyahlıya fısıldayarak birşey söylemişti. Onu duyamadı ama siyahlının aniden kızın düşen kafasını desteklemesi aklını o yöne çekmişti.
Küçük kız terliyordu ve ateşi vardı. Babasına ne zamandır böyle olduğunu sorduğunda ifadesinden etkilenip donakalan adam bir zaman sonra anca cevap verebildi. "o etkilenmemişti." Babanın inkar eden gözleri birkaç metre ötede diğer yığın yapılmış ölülerden ayrı yatan kadına kayınca siyahlı adam titredi. Korku ile değil üzüntü ile. Derin bir nefes aldı ve onu verip cümlesine başladı, "bakın beyefendi kızınız ölmek üzere. Şimdi size ufak bir teklif yapacağım ve o bunu onaylayabilseydi ona sorardım." bu arada sol kolundaki sargıları açıyordu.
Adamın iki koluda sargılıydı. Sargılar açıldıkça sol elinin altında çizgiler ve işaretler ile dolu sembol yığını ortaya çıktı.
bir yandan konuşuyor ve bir yandan sağ elindeki sargıları açmaya başlıyordu."...ben tanrının ve onun yarattıklarının bir insanın kaderi üzerindeki dokunuşunu kaldırabilmek ile lanetlendim. Eğer Marie ye dokunursam asla ayağı takılmadan yolda yürüyemez, asla bir şans oyununu kazanamaz, asla hasta olmasa da etrafındakiler hep olur, asla sevemez ama sevildiğinde bunu anlar ve acı çeker. kısacası mutlu olabilme ihtimali ona sol elim ile dokunmazsam yaşama ihtimalinden az!" ona soran bakışlar ile bakıyordu siyahlı adam. genç yüzünde yaşlı,çok yaşlı, gözleri vardı. Bilen ama anlatmayan bakışlar. Kabul etmesi için ona yalvaran bakışlar. Kızının adını nereden biliyordu bu adam. Belki onlara tanrı tarafından gönderilmiş bir azizdi, belki de sıradan bir deli. Ama rasyonel düşünemeyecek kadar deliydi zaten o anda zavallı adam ve izin verdi.
Jack parlak bir şimşek görmeyi yada büyülü sözler duymayı beklerdi her seferinde. Ama bugüne kadar hiç olmamıştı ve büyük olasılık ile asla olmayacaktı. Ne var ki Onun sol eli ile dokunduğu kimse uzun bir yaşamın ardından kalp yetmezliği dışındaki bir sebepden ölmemişti. Jack bunu bilebiliyordu çünki o insanların değer verdiği yaşamları da alırdı. Siyahlı adamın dokunduğu insanların içinde birşeyler ölürdü ama hayatta kalanlar daha canlı olurdu. Aynı onun gibi.
Küçük Marie uyandığında babası göz yaşları içinde ona bakıyordu. Güneş yükselmiş ve cesetlerden yayılan kokular ile hava ağırlaşmıştı. Göğsündeki ağır sulu his yok olmuştu ve rahat nefes alıyordu. Babasına soran bakışlar ile baktığında o tanrıya şükrediyordu. Marie onu anlamadı. Bir daha asla anlamayacaktı çünki onun sesi artık tanrıya ulaşamazdı.
Siyahlı adam şehirden çıkmıştı. Büyük çöle girerken içinde doğruyu yapıp yapmadığını sorgulayan o aynı his vardı.Sadık kuzgun onun omzuna konarken Nihbrin sağ eline baktı ve sordu. "Ona kızına bir daha şeytanın dokunmayacağını söyledim jack." Jack gülümseyebilseydi yapardı. Çünki fısıldanan kelimeleri öğrenmeden geçirdiği her saniye onun için cehennem ızdırabıydı.
Boy yada kilo ile uğraşmak karakterlerin doğasına aykırı ama küçük bir kızın güzel dediği bir adam bence makul ölçüde hayale bırakılmış olur, güzelde olur..böyle işte. Diğer kol ise zamanı bükmeye yarıyor desem biraz ileri gitmiş olurum sanırım
not: bu yazı denemeler : kırmızı başlığında 5.hikayede giriş yapan karakter için referans olarak kullanılabilir.