"Sanılanın aksine bireysellik yalnızlık değildir. Birey olmak tekil olmaktır ama başkalarıyla iletişim kuramama, sosyofobi vb. tanımlarla eşanlamlı kabul edilerek olayın dramatikleştirilmesine karşıyım. Hep karşıydım.
Toplumdan kaçtığımın düşünülmesi benim problemim değil. Toplumun benden kaçmadığı nereden belli? Ben mutlu ve tekildim, topluma karışmamı siz istemiştiniz. Toplum bile beni istemiyorken bu zoraki birlikteliği neden sürdürdük? Normal olan bu diye mi? Günümüzde anlaşamayan çiftler bile ayrılıp yuvalarını bozuyorken neden ben, sadece bir ben, normalliğin potasında erimeye mahkûmdum?
Dosyamda insanlarla iletişim kurmakta güçlük çektiğim yazıyor. Bakın, hemen parmağınızın altındaki satırda. Ama şimdi nasıl da şakıyorum değil mi? Çünkü şu an sadece kendi sesimi dinliyorum. Ben asla onları dinlemek istemedim. Tıpkı onların da beni dinlemesini arzulamadığım gibi. Beni dinlemesini istediğim tek kişi vardı, o da benden başkası olmadı. Biz birbirimize sadıktık, ta ki siz gelene kadar.
İletişim problemi konusuna geri dönecek olursak, aslında durumun tamamını az önce özetlemiş olsam da toplumsal bilinçler için biraz daha açmam gerekecek. Ben sadece kendimi dinlemeyi seven bir insanım. Kendi tatlı gerçeklerim ve hayallerim varken neden başkasının lekeli topraklarına sürükleneyim ki? Başkalarının kendini yüceltme ve egosunu zirveye taşıma kelimelerini zihnime almayı, hatta işitme sistemim tarafından duyulmasını istemiyorum. Hani her şey tercih meselesiydi? Hani zevkler ve renkler tartışılmazdı? Birinin dinmeyen yalanlarını dinlememek beni iletişim kurmada başarısız, sizlerin gözünde zayıf karakterli yapacaksa bundan şikâyetçi değilim. Sonuçta, siz de o dinlemek istemediğim kalabalıklardan birisiniz. Her ne kadar burada konu siz değil ben olsam da. Ama gerçeği çok merak ediyorsanız ve eğer sayfayı çevirirseniz üçüncü paragrafta karakterimin o kadar da zayıf olmadığına dair kanıtlar bulacaksınız.
Her neyse, konumuz neydi? Ah evet, ben ve iletişim problemlerim, pasif insan profilim vs. Dediğim gibi, ben kişinin egosuyla yaşadığı orgazmı izlemek zorunda değildim ve izlemedim de. Kulaklarımı tıkadım ve dinlemek istediğim kişi geldiğinde açtım. Yani sadece kendimle baş başa kaldığımda. Saatlerce sessizlik içinde, kimselerin duyamadığı bir sesin anlattıklarını, korkularını ve hayallerini dinlemeyi kendimle barışıklık olarak görüyorum. Ben kendimi severim, hatta belki sırf bu yüzden o eleştirdiklerim kadar egoist biri olarak tanımlanabilirim. Ama ben kendimle ilgili yalan söylemem. Ve işte bu nedenle sizlerin önünde, beni o egolarını tatmin etmek için bir araç olarak kullanan bir grup hayvanın arasına atan sizlerin karşısında, kendime dair doğruları söylemek için bulunuyorum.
Şimdi gelelim sonuca, madem bu kadar rahatsızdım neden onlarla kaldım sorusuna. Aslında kaçmış ve bir benle birlikte yeni bir hayat kurmuştum. Ama siz oraya da geldiniz. Tüm o psikolojik saptamalarınız, ilaçlarınız ve topluma kazandırma çalışmalarınızla beni saklandığım delikten çıkardınız. Bu hiç güneş görmemiş bir hayvanın güneşli bir yaz gününde dışarıya çıkarılması gibidir. Benim ışık görmemiş gözlerimi açamadınız, hayır, siz benim masum gözlerimi dehşetzengi bir ışıkla kör ettiniz! Karanlığa alışık ve sadece oradaki dünyaya gözlerini açmış her şeyden habersiz gözlerimi kendi doğruluk ışığınızla sonsuzluğa kapadınız!"
Adamın söyledikleri o anda tekerrür ediyordu. Yüzüne vuran spot lamba onu gerçek anlamda kör etmek istercesine işkence ediyordu. Sıkıca yumduğu gözleriyle avcılar tarafından yakalanmış bir av hayvanının çaresizliğine sahipti. Odayı dolduran sayısız sigara dumanıysa atmosferi cehennemi bir havaya sokuyor, zehirli dumanların ve donuk ışığıyla aydınlatma görevi yerine her şeye yarayan spot lambanın arkasındaki yüzler birer siluet olarak kalıyordu.
Spot lambanın durduğu metal masaya doğru bir siluet eğildi. Adamla burun burunaydı ancak kör edici ışıktan sakındığı gözlerini sadece kısık bir şekilde açabilen adam, karşısındakinin yüzünü seçemedi. Orası bir cehennemdi ve puslu bir havanın arkasındakilerse onu sonsuz acıya götürecek zebanileriydi.
"Madem tek istediğin yalnız kalmaktı, neden tekrar basıp gitmedin piç kurusu! Ama hayır! Sen o kadar acizdin ki kaçamadın bile! Sen, bu aşağılık benliğinle kendini değil onları sürmeyi seçtin!"
Masaya doğru eğilmiş olan polis, her an parçalanacakmış gibi duran sandalyenin üzerindekini yakasından kavrayıp kendi yüzüne doğru çekti. Konuşurken ağzındaki sigarayı adeta çiğniyordu. Çatlak sesi tıslar gibi savurduğu sözcüklere can verdi:
"Şimdi söyle! Onları neden öldürdün?"
Polisin yakasına yapıştığı, karşısındakinin güçlü elleriyle boğuluyordu. Konuşması için onu merhametsizce sarsan polisin ellerinden kurtulmaya çalışmadı. Sadece dumandan kaçınmak için başını çevirdi. Muhtemelen bunu da yanlış anlayacaklardı. Ancak o da kontrolünü kaybediyordu. Sakinlik buz olup eridi ve içindeki dev dalgalara karıştı. Artık önünde set yoktu, sadece onu tek hareketle boğabilecek bir adam vardı.
"Çünkü!" diye yakasını çekiştirmekte olan adama tükürürcesine bağırarak, “siz beni bir akıl hastanesine değil bir apartmana kapattınız! Bir koğuş benim için biçilmiş kaftanken beni insanlarla dolu bir konserve kutusuna tıktınız! Üst üste, yığınla insanın sıkıştırıldığı bir beton hapishanede beni kaderime terk ettiniz! Beyaz duvarlı odaların delilik ama yalnızlık dolu sıcaklığında güven içinde tutacağınıza bana bir 'sağlıklı' raporu ve yaşama alanı verdiniz! Siz bana yaşama alanı değil, bir işkence sundunuz!
Her yerde… her yerde onlar vardı! Merdivenlerde, asansörde, açılan ve kapanan kapıların ardında… Hiçbir yerde olmasalar bile alt ve üst katlardan gelen sesleri, yalanları, kahkahaları, konuşmaları!
Ben sadece sussunlar istedim. Sadece sussunlar…"
Polisin ellerinde titreyerek adeta nöbet geçiriyordu. Onun bu durmak bilmeyen sarsılmalarına daha fazla dayanamayan polis, onu sert bir biçimde sandalyeye doğru itti ve adam kontrolsüz titremeleriyle sandalyeden düştü. Yerden kalkmaya çalışmadı, orda öylece sarsılmaya devam etti.
Şimdi odadaki tüm polisler ona iğrenerek bakıyordu.
"Kayıtlara geçmesi için son sözün nedir?"
Yerde titreyen şekil, sarsıntılarının ardından zor anlaşılan bir sesle son sözünü söyledi.
"Ben masumum!"