Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Liman Kenti => Düşler Limanı => Konuyu başlatan: Madam Vio - 14 Nisan 2012, 14:29:37

Başlık: Son Mektup
Gönderen: Madam Vio - 14 Nisan 2012, 14:29:37
SON MEKTUP

Sonra gittin. Ruhumun derinlerinde saklı bazı kırılgan duyguların örselenmesine yetecek kadar bir müddet göremeyecektim seni. Bu yüzdendir ki yaşayacağım kederin farkında; biraz hüzünlü, biraz mahzun bakıyordun yine pulsu gözlerime. Özlemin yıpratıcı olacaktı, ancak bilmezden geliyorduk.

Her şey ‘bizi’ tedavi etmek için dedik, uzaklaştık bir süre.

Hicranımızı takip eden akşamlar, sevdiklerinin uzağındaki âşıkların peşinde koşan birer avcıya dönüşmüştü adeta. Kâbuslarımla bezense de geceler, sana her gün, gözlerim kapalıyken kavuştum ben. O günden sonra her defasında, gözlerimiz kapalı seviştik biz.

Yokluğunun getirdiği boşluk çepeçevre kuşatmıştı zihnimi, kalın duvarlar örmüştü anılarıma. Var olmayan bir zaman diliminde, hatırına hapsolmuştum. Ne söylediysem aksetti o sınırlar arasında, dönüp bana çarptılar… Ve her geçen gün, güneşler doğdukça, birer gölge daha düştü o yeşermeye uğraş veren umutlarıma.
 
Güzelliğine sonsuza dek hasret kalmıştım…

Belki birkaç hafta, belki aylar geçmişti. Fakat aradan yüzyıllar geçmiş gibi özledim seni. Hani tarifi güç bir hisle dolar insan; gönlü işkence görüyordur da, sesi çıkmaz. İçi yansa da, ancak kısık bir inilti bırakıvermiş olur hiçliğe. Ben de böyleydim sevgilim; kanıyordum.  Kıvranıyordum. Sesim çıkmıyordu…

Algının en üst seviyesinde çalışan, erişilemeyecek bütünlükte bir bilince sahiplik ettiğinden sorgulamadım tedavini. Yalnız ve mutlak, kabul ettim.

Ama geri dönmedin sen. Yemin ettiğim üzere, ben bekledim.

Bir gün, cinnetim seni sorduğundan, kendimi yalnızca dostun olduğunu bildiğim adamın kapısı önünde buldum. Beni içeri alması öyle uzun sürdü ki; maskeler üzerine maskeler taktığına emin olmuştum. Yine de beni buyur etmişti.

Karanlık mekânında eğri büğrü, irili ufaklı bir sürü beyaz mum ölüyordu. Mizacını bilmediğimden, sandım ki bu büklüm belli mumları sönmesin diye ağır hareket ediyor. Oysa mumlar üzerinde tüten ateş parçalarının ahenkli dalgalanmalarını kaotik bir çırpınışa dönüştüren nefesinde, derin soluklarında bile bir ağırlık vardı bu adamın…

Salondaki ışık benim için bile oldukça loş kalıyordu açıkçası. Ancak o aydınlanmış herhangi bir noktası bulunmayan ortamda, nereden geldiğini bilemediğim güzel bir puro kokusu beni benden almaya yetmişti. Çok geçmeden adam bana bir kadeh şarap ikram etti, bilmediğimiz bir anı beklemeye başladık.

Birkaç dakika sonra kendimi daha rahat hissettiğimi sezmiş olmalı ki sinsi bir gülümseme yayıldı çirkin suratına. Onunki bilindik; göbeği kaçak kat çıkmış, yağ bezleri fazla çalışan domuz suratlı heriflerin sahip olduğu türden bir çirkinlik değildi. Gözlerine odaklanmaya çalıştığımda içimi ürperten, dudaklarının kıvrılmasıyla birlikte rahatsız olmamı gerektirecek bir sezgi yaratan, şeytani bir çirkinlikti.

O an geldiğinde koltuğunun yanındaki antika gramofonu oynattı ve daha önce hiç duymadığım bir müzik salonda yankılanmaya başladı.

Aman Tanrım, bu alevler bizi de yok edecektir…
Aman Tanrım, bu alevler bizi de yok edecektir…


Ben şarkının da etkisiyle bir şeylerin yanlış olduğuna dair anlamsız içgüdüler ile yalpalanıyorken önüme bir kâğıt uzatıvermişti. Kâğıdın üzerinde keskin ve uzun çizgilerden oluşan italik bir yazı bulunuyordu. Hem de her harfin bir sembol, her noktalamanın bir imza biçimine büründüğü, pek gösterişli bir el yazısı... Bu ne güzel bir yazı! diye geçirmiştim içimden. Bu ne güzel bir yazı!

“Oku!” diye emretmişti ses.

Ben, güzelliğine sonsuza dek hasret kalmıştım…

Çünkü o not, senin öldüğünü söylüyordu.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Madam Vio - 14 Nisan 2012, 14:32:34
Anlaması, hissetmesi başlı başına hezeyan kaynağı olan; sahtelikten, süsten uzak; derin, gerçek ve hazla dolduran bir güzellik.

Acı veren, ancak muhteşem bir güzellik.

İşte böyle bir şeydi kaybettiğim, bunun düşüncesiyle uyanmıştım bir anda. İlk birkaç saniyede görebildiğim her nokta bulanık bir perde arkasına gizlenmiş gibiydi. Biçimsiz nesneler ve iç içe geçmiş renkler doğal hallerini almaya başladıklarında daha az rahatsız hissetmiştim kendimi. Yine de başıma dayanılması zor bir ağrı saplanmıştı ve hala daha uzandığım yerden kalkabileceğim konusunda şüphelerim vardı.

İlginçtir ki düşünceler zihnimin inkârı seçen her noktasına acımasızca hücum ederken gerçek anlamda herhangi bir acı yaşamıyordum. Bir şok içinde olduğumdan olsa gerek, hissedemedim…

Kısa yahut uzun, herhangi bir zaman dilimini karşılayan bütün kavramlar, ağır işliyordu artık. Monotonluk yarışına dönmüş hayatımda olguların yerini yalnızca varoluş ve yok oluşlar almıştı. Direk olarak dâhil olmadığı ancak seyrinde bulunduğu süreçlerden ibaret bir hayatı olan, panorama içindeki yalnız bir kadındım artık.

Apatim, büyük kayıplara karşı zihnimi koruyan güçlü bir savunmaydı benim için. Geçici olduğunun idrakindeydim diye, çekmediğim o acı için vicdanımı yoklama hatasına düşmedim. İnlemeler bir süre daha gecikebilirdi elbet.

Ancak geciktirmeyi arzulamadığım önemli bir şey daha vardı. Derin boşluk hissime rağmen, öyle güçlü bir de nefretim vardı ki, kendi yaratabileceğim felaketten korktum. Bu sabitliğe ihtiyacım olacaktı. Böylece bir kez daha fütursuzca savrulmuştum gecenin kollarına. Aynı yolu bu kez telaşsız, düşüncelerden bir nebze olsun daha çok soyutlanmış bir şekilde aşıyordum. Hava soğuktu, buz gibi soğuk. Soğuk üzerime baskı yapıyormuş gibi, ağır yürüyordum ben de. Hem gökyüzünü mora boyamış bulutlar hafif yağmur tanecikleri bırakıyordu üzerime, tıpkı benim sevdiğim gibi.

Tüm kargaşadan uzak bir ara sokakta ıslanarak rengi kararan ıssız yollar ve yolların kenarına sıralanmış lambaların loş ışıklarıyla aydınlanmış bölgelerde gözü alan diğer ayrıntılar… Birden bütün bu yaslı gölge ve aydınlanmalar, hatıraların zihnime üşüşmesine sebep olmuşlardı.

Bazı insanlar kara havada huzur bulur. Her şey gerçeğe daha yakınken kendilerini daha az aldattıklarını, daha iyi özümsediklerini hissederler. İşte bazı insanlar karanlığı bu yüzden sever; kendini daha derinden hissetmek için. Karanlık, aslında kucaklayıcıdır.

Ölüm, ne de acı bir gerçekti öyle! Sevdiğini kaybeden âşık, hatıralara tutunarak ayağa kalkabilir mi? Ve özlem. Öldürmeyen, ancak yaralı ve yarım bırakan özlem. Yaşaması güç…

Kendime sürekli serinkanlılığımı yitirmemem gerektiğiyle ilgili telkinlerde bulunuyordum. Kapıyı çalarken ruhumdaki muhtelif düşüncelerin çıkardığı arbede yavaş yavaş büyüyor, yüzleşme korkusu içimi kemiriyordu. Derin bir nefes aldım.

Kapı açıldı.

Bu kez beni salona almamıştı. Takip etmem için işaret verip, sık adımlarla yürümeye başladı.

Dar, karanlık bir koridora girdik. Güçsüz ışığa rağmen kapısı açık odalardaki tozlu raflar, antika koltuklar ve benzeri eşyalar seçilebiliyordu. Basık koridordaki yolculuğumuz uzadıkça, bu evin beni yuttuğuna dair çirkin hislere kapıldı içim bir kez daha. Duvarlar üzerime kapanıyordu, karanlık benliğimi çalıyordu benden. Bu koridor bir geçitti sanki, bir kapı mistifiye edilmiş âlemlere uzanan. Bildiklerim ve asla bilemeyeceklerimle beraber kapılıyordum hiçliğe… Nefes alamaz olmuştum.

“Durun.” dedim. “Bu duvarlar bizi yutuyor.”

Serzenişimi duymazlıktan geldi. “Burası, buyurun.”

Kristal desenli bardağı yine içki doluydu. Ay ışığı bardaktan yansıyan kristal ışımalarıyla yüzünün sol tarafını beziyordu o sırada, böylece sağ tarafı karanlıkta kalıyordu. Bir süre için her şey çok sessizdi, ardından nefesi aniden derinleşti. Beni bir kez daha buyur edince, divana oturdum.

“Haset. Madam. Hepsinin nedeni bu.”

“Anlamadım?”

“Buraya gelişiniz. Beni öldürmek gayesinde değil misiniz?”

Kafa salladım.

“Madam, biz sizinle benziyoruz.” dedi ve yanıma oturdu. “Paradoksik, travmatik ilkeler ve amaçlar, öfkenizi yönlendirdiklerinizle birleştiğinde, pasif agresyon yahut modifiye edilmiş bir nefret ortaya çıkabiliyor. Aslında kendi kötü yanlarımızı başkalarında gördüğümüz için onlardan nefret ederiz. Onlara uzak olmak isteriz. İşte bu yüzden kişi düşmanına benzer. Ben seni öyle görmesem de, sen beni düşmanın belledin. Sana gösterdiğim gerçekler yüzünden...”

“Sevgilimi neden öldürdün?” diye sordum, sabırsızca.

“Cennetten kovulduğum için yalnızca kendi cehennemimi yaratıyorum ben. İçine düşmanlarımı katıyorum. Keza haset, madam, büyük bir günahtır. Benim alevlerimi taçlandırır. Ancak onun ölümü benim hasetimden fazlasıydı. Onun ölümü üstü örtülü bir intihardan da fazlasıydı.” İçkisinden bir yudum daha aldı. “Sen zarif bir katilsin madam.

“Zarafetimi senin canını alırken tadacaksın.”

Küstahlığı, karnıma giren sancıların sebebi oldu. Bedenimin titrek çırpınışlarına rağmen, belimden hançerimi çıkarma cesaretini gösterebildim ve o, şişeden kadehine içkisini dökerken üzerine hamle yaptım. Beklenmedik bu hareketimden dolayı bardak yere savruldu ve parçalanmasıyla onlarca ışıldağa benzer parçacık havaya saçıldı. Biz de dâhil her şey ağır bir alkol kokusuna bulanmıştı.

Bileklerimi sımsıkı kavradı. Hançerin metalik ucu cam parçalarının arasında var gücüyle parlıyordu ve bakışlarım o düştüğü noktaya sabitlenip kalmıştı. Bakışlarımı fark eder etmez beni kızgınlıkla divana doğru itti. Sonra aynı hırçınlıkla çenemi kavradı.

“Senin gibi alımlı kadına, ne yazık! Oysa bakire bir güzel benim gönlümü ne de hoş tutardı.”
Korkudan bedenimin titremelerine engel olamıyordum. Kalbim öfke, nefret ve korkuyla aynı anda savaşıyordu.

Yerden hançeri aldı. “Sevgilinin yanına gitmeyi hiç düşünmedin mi?” diye sordu.

Tam o sırada içeriden çalan kapının boğuk sesi geldi.

“Polisleri yanımda çağırmıştım. Onlara ölme ihtimalime karşı ismini verdim. Ömrünün kalanını hapishane gibi bir cehennemde geçirebilirsin, senin yarattıklarından bir tanesi olmasa da.”

Gözleri kısıldı. Uzun gelen birkaç saniye boyunca düşündü ve kısaca “Git.” deyiverdi.

“Beni bırakırsan, intikam almak için geri döneceğimi biliyorsun.” dedim. Yalnızca kafa sallamakla yetindi. Ardından ellerini çekti.

Nefes nefese, evden kaçmak üzere koştum. Dışarıya çıktığımda kapıyı çalan o küçük kızı gördüm. Onu tanıyamamıştım ancak herkimse hayatımı kurtardığı için minnettardım.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Madam Vio - 14 Nisan 2012, 14:33:51
Çok uzatmayacağım; o gün geldiğinde, apartmanın tepesindeydi. Yalnız olmadığını sezince arkasına döndü.

“Hayır, ben beklediğin kişi değilim.” dedim usulca.

“Yalnızca bir kurtarıcı, demek…”

“Evet, seni yaşamdan kurtarabilirim. Ancak sevdiğin kız, seni ölümden dahi kurtarabilir.”

Güldü. “O, bana çok uzak.” dedi. “Onu nereden biliyorsunuz, madam?”

“Yalnızca bilgi topluyordum. Hali hazırda ölü olduğunu öğrenince üzüldüm.” dedim sırıtarak.
Yüzüme çok hüzünlü bakıyordu gözleri. Ancak ne ölüm dileniyordu benden, ne de yaşam. Acı çektiğini görebiliyordum. Yine de benim kaybım, çok daha büyüktü. Ona acımadım…

Ve evet, o gün, onu öldürdüm. Ve evet, bana hiç, hiç karşı koymamıştı.

Aradan yıllar geçti. Acım hiç dinmedi ve asla dinmeyecek. Notu, yıllar sonra bana hediye etmiş olduğun siyah bir kutunun içinde buldum. Diğer mektuplardan farklı olarak, bugün sana senden sonrasını anlattım. Belki de biliyorsundur, sadece anlattım işte.

Sevgilim…

Dostun olarak bildiğin o adam, o asıl suçluydu.

Senin katilin olup, küçük bir notla suçu bana atabileceğini sandı. Ki bana gönderdiği notu mektubumun sonuna ekledim. Lütfen beni senin intikamını aldığım için hatalı bulma. Sadece bilmeni istiyorum ki, yaptıklarımdan pişman değilim. Başka âşıklara da aynı şeyler yaşatılmasın istedim.

Ayrıca o gün küçük bir kız kılığında kapıyı çalarak bana yardım ettiğin için teşekkür ederim.

Bu zamana kadar sana yazdığım bütün mektupları bir araya getirdim. Senden hatıra kalan eşyalarla birlikte hepsini mezarındaki toprağa gömeceğim. Bu sana son mektubum olsun.

Seni çok seviyorum…

Elveda.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Madam Vio - 14 Nisan 2012, 14:34:28
“Mutsuzluğunuzu kabullenemedin. Bunu yaşamaktansa, sevdiğinden onun ölümüyle ayrılmayı ve kaybının yasını tutmayı daha acısız buldun. Bu senin şizofren zihninin savunmasıydı.

Onu sen öldürdün. Sen onu daha önce de zihninde binlerce kez öldürmüştün.”
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Raisor - 14 Nisan 2012, 15:33:58
Bir insan gidiyorken “ben gidiyorum” demez. “Ben gidiyorum” diyen biri, gitmek istemediğinden “gidiyorum” der. O an için ihtiyacı olan, kendisine “Gitme” denmesidir. Genelde de kimse “gitme” demez, bu yüzden gideceğini söyleyen kişi sanki amacı en başından beri gitmekmiş gibi bir izlenimle gidiverir.

Bu yüzden son mektuplar aslında son olmasınlar diye yazılır lakin hepsi de son olmaya mecbur bırakılır.

Tabi bu durumda suçlu olan gitme diyememiş kişi değildir. Suç tamamen gitmeyi düşünmüş kişidedir. Asıl katil gitme diyemeyen kişi değildir. Her şeyi öldüren, aslında giden kişidir. Kaldı ki sevginin orijinalinde gurura yer yoktur. Eğer bir kişi gitmeyi başarabilmişse, o meselede sevgi nefretten kuvvetsiz demektir.

Gerçek sevgi, son yaşadığımız sevgidir. O yüzden de en son sevdiğimiz kişi, hep seçilmiş kişi gibidir. Ama seçilmiş kişiler gitmezler. Bunu seçilmiş kişiyi bir gün bulduğumuzda, kimsenin gidemeyecek kadar birbirine tutkuyla aşık olmasıyla, son mektup yazılamadığında daha iyi anlayabiliriz.

Bu sebeple kimse ölmesin. Umudunuz, acınızdan biraz daha fazla olsun.

Ki zaten bu sebeple, Aslında kimse hiç ölmemişti. Sen sadece onu daha önce binlerce kez öldürmeye çalışıp, her seferinde başarısız olmuş birisin. Sadece onu öldürebilecek kadar güçlü olduğunu sanmış birisin.

Her canlı, bir gün ölümü tadabilir.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Maleficum - 14 Nisan 2012, 19:41:03
Yazıya yazarın izniyle tarafımca ekleme yapılmıştır.
Spoiler: Göster
 Adamın en büyük hilesi var olmadığına inandırmasıydı. Adam gitmeliydi. Aslında ikisi de diri, ikisi de ölüydü. Belki de adamın yemini mutlaktı ama kadın bekleyemedi. Adam ona dostundan uzak durmasını söylemişti. Dostu yalnız, kibirli ve acımasızdı. Haset... Adamın da açıklaması buydu. Adamı öldürmedi, adamı sakladı dost. Ayrıca adamın tanıdığı dost intihar etmezdi. Kısacası hepsi bir oyundu. Suçlu yoktu. Ölüm notu kurtarıcıydı. İntikam çift taraflıydı. Kadın sadece yalnız yaşayabilmesini kabul edemedi.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Madam Vio - 15 Nisan 2012, 00:54:13
Bazen "Bir eser yazarının hayatından bağımsız olamaz." olayını çok abarttığınıza inanıyorum. Hikâyenin soyut kalan bir kurgusu var diye hemen alegori yaptığıma kanaat getiremezsiniz.

Yazılarımın algılanış biçiminden rahatsız olmaya başladım. Daha nesnel yorumlar alsam daha hoş olacak gibi.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Maleficum - 15 Nisan 2012, 00:56:05
Bazen "Bir eser yazarının hayatından bağımsız olamaz." olayını çok abarttığınıza inanıyorum. Hikâyenin soyut kalan bir kurgusu var diye hemen alegori yaptığıma kanaat getiremezsiniz.

Yazılarımın algılanış biçiminden rahatsız olmaya başladım. Daha nesnel yorumlar alsam daha hoş olacak gibi.

Ben yorum yapmamıştım.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Raisor - 15 Nisan 2012, 11:17:35
Bazen "Bir eser yazarının hayatından bağımsız olamaz." olayını çok abarttığınıza inanıyorum. Hikâyenin soyut kalan bir kurgusu var diye hemen alegori yaptığıma kanaat getiremezsiniz.

Yazılarımın algılanış biçiminden rahatsız olmaya başladım. Daha nesnel yorumlar alsam daha hoş olacak gibi.

Ben de yorum yapmadım. [Yorum şöyle olur: "vay be, güzeldi, şu kısımlar iyiydi..." v.s]

Yoo, biz yorum yapmadık. Yazıyı tamamladık.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Madam Vio - 15 Nisan 2012, 11:34:11
Aslında orda gitmek istemedi, aslında kimse ölmedi, kız güçsüzdü, dost adamı sakladı vs. gibi tamamlamalar yapamazsınız. Yazar ne düşündüyse, ne kurguladıysa, o oldu. Fazlası değil.

Spoiler: Göster
Kız şizofrenik davranışlar sergiliyordu. Sevdiği adamı, 'dost'un söylediği sebepten öldürdü. 'Dost' intihar ederdi. Edecekti de. Bu yüzden kızın kendisini öldürmesine izin verdi. Belki de kızın sağlıksız bir zihniyete sahip olduğunu bildiğinden, daha sonra ona "Sevgilini sen öldürdün!" diye diretmenin oldukça mantıksız olacağına kanaat getirmişti. Sonuçta kız hastaydı.

Kapıyı çalan küçük kız, o yalnızca bir figürdü. Kim olduğunu ben de bilmiyorum; ancak ölen sevgili olmadığı kesin. Bu durum da kızın psikolojik sorunları olduğuna kanıttı; 'dost'u doğrular, aklar nitelikteydi.


Ve üzgünüm ama bu gerçekleri değiştiremezsiniz. Yorumlarınız Tamamlayıcı notlarınız bir şey ifade etmiyor.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Maleficum - 15 Nisan 2012, 20:09:29
Sen nasıl "inanmak" istersen öyle olsun "hikayen".
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Madam Vio - 15 Nisan 2012, 21:34:32
İnsan neye inanırsa o kendisi için gerçek olurmuş.

Bunu da bana bir zamanlar değerli birisi söylemişti.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Raisor - 15 Nisan 2012, 22:55:42
Kişiselleştirilmiş bir mesele haline gelen edebi bir yazı.

Yazarın ısrarla gerçekle alakası olmadığını iddia etmesine rağmen gerçekle yakından bağlantılı derin bir yazı.

İncinmiş duygular.

Derin saplantılar.

Affetme erdeminden uzak iki "ağırbaşlılık örneği göstermeye çalışan" samimi arkadaş.

Spoiler: Göster
(http://cdn.thegloss.com/files/2011/07/dawson-crying.jpg)
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Canina - 16 Nisan 2012, 13:55:16
Bir yazı.

Bir yazar.

Yazıya ve yazara gereksiz yere burnunu sokan iki kişi.

Gidip Tolkien'e deseydik keşke "Hacı burası olmamış al biz senin için tamamladık."

Yazı, yazarı ne yazdıysa odur. Daha fazlası değil. Nasıl bir yazıyı yazarından başka kimse tamamen anlayamazsa, bir yazıyı yine yazarından başka kimse tamamlayamaz/değiştiremez.

Onun dışında;

"Bir gün, cinnetim seni sorduğundan, kendimi yalnızca dostun olduğunu bildiğim adamın kapısı önünde buldum. Beni içeri alması öyle uzun sürdü ki; maskeler üzerine maskeler taktığına emin olmuştum."

Harikulade bir yazı.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Raisor - 16 Nisan 2012, 14:15:16
Bir yazı.

Bir yazar.

Yazıya ve yazara gereksiz yere burnunu sokan iki kişi.

Gidip Tolkien'e deseydik keşke "Hacı burası olmamış al biz senin için tamamladık."

Yazı, yazarı ne yazdıysa odur. Daha fazlası değil. Nasıl bir yazıyı yazarından başka kimse tamamen anlayamazsa, bir yazıyı yine yazarından başka kimse tamamlayamaz/değiştiremez.


Bu yazacağım da size anlamsız gelecektir. Yazının arka planını anlayabilecek bu forumda sadece 2 kişi vardı. O iki kişi de tepkilerini haklı olarak koydular.

Çok meşhur bir söz vardı Blade'de:

"Dava, sadece bizim anlayabileceğimiz bir davadır. Bu yüzden olsa gerek ki yalnız kaldık, anlaşılamadık."

Tam da oturdu bu sözcükler bu duruma.

Ama bir konuda haklısınız, yazıyı edebi olarak incelersek mükemmel bir yazıydı. Sadece gerçeklerle az biraz oynandı, ama edebi kalitesi tartışılmazdı.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Canina - 16 Nisan 2012, 14:22:31
Bir yazı.

Bir yazar.

Yazıya ve yazara gereksiz yere burnunu sokan iki kişi.

Gidip Tolkien'e deseydik keşke "Hacı burası olmamış al biz senin için tamamladık."

Yazı, yazarı ne yazdıysa odur. Daha fazlası değil. Nasıl bir yazıyı yazarından başka kimse tamamen anlayamazsa, bir yazıyı yine yazarından başka kimse tamamlayamaz/değiştiremez.


Bu yazacağım da size anlamsız gelecektir. Yazının arka planını anlayabilecek bu forumda sadece 2 kişi vardı. O iki kişi de tepkilerini haklı olarak koydular.

Çok meşhur bir söz vardı Blade'de:

"Dava, sadece bizim anlayabileceğimiz bir davadır. Bu yüzden olsa gerek ki yalnız kaldık, anlaşılamadık."

Tam da oturdu bu sözcükler bu duruma.

Ama bir konuda haklısınız, yazıyı edebi olarak incelersek mükemmel bir yazıydı. Sadece gerçeklerle az biraz oynandı, ama edebi kalitesi tartışılmazdı.

Tabi çünkü gerçek olmayan bir şey yazılamaz.

Benim umursadığım kadarıyla yazı 8 yaşında üstüne basıp öldürdüğü bir kurbağa hakkında bir metefor olabilir. Bunu kimsenin anlamasına gerek yoktur.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Maleficum - 16 Nisan 2012, 16:32:30
Ben ne yorum yaptım, ne de yazıyı değiştirdim. Yazıya ekleme yaptım yazarın izniyle. Eğer izin vermediğini iddia ediyorsa benim sözlerimi kullanarak yazı oluşturmasına da açıklaması olsun. Eser hırsızlığını yada eser ortaklığını kabul etmelidir kendisi.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Raisor - 16 Nisan 2012, 17:16:23
Ben ne yorum yaptım, ne de yazıyı değiştirdim. Yazıya ekleme yaptım yazarın izniyle. Eğer izin vermediğini iddia ediyorsa benim sözlerimi kullanarak yazı oluşturmasına da açıklaması olsun. Eser hırsızlığını yada eser ortaklığını kabul etmelidir kendisi.

Kelimelerini kullanmasına değil senin sıkkınlığın, bilirim. Okuduklarım her şeyin bir anda nefrete dönüştüğünü anlamama neden oldu, üzüldüm. Her şeyin saygıyla tenezzül etmesi gereken bir Dünya'da Edebiyat biz düşüncelerimizi başkalarına mantıklıca aksettirebilelim diye vardır. Edebiyatın amacının saptırılmasına gönlüm razı olmuyor. Israrla söylenen bazı şeyler var, kırın önyargılarınızı. Aslında hiçbir şey bu kadar karmaşık değildi, sadece böyle olmasını istediniz.

Nefret karşımızdakinin canını yakabilecek boyutlara ulaştığında en iyisi hiç konuşmamaktır. En azından geçmişin anılarıyla, saygıyı eksik etmeden karşımızdakini kırmama luksuna sahip olmalıyız.

"Olan olmuş" gibi basit iki kelime yerine, size son bir nasihatle bitireyim yazımı. Hiçbir zaman mutluluğu arama çabasına tenezzül edilmedi. Oysa Dünya mutlu olmanız için size çok büyük bir hediye vermiş idi. Bu hediyenin değerini bilememiş sizler, bu hediyeyi alamamış olan bizlerden daha kötü bir durumda olduğunuzu sanmayınız. Her mutluluk az biraz acı verebilir, örneğin dondurma yeyip de kilo almak dondurma zevkinin küçük bir bedelidir. Genelleme yapayım, tüm insanlar için bu böyledir, malesef dondurma yemenin verdiği zevkin, kilo alma endişesinden duyulan korkuya oranla daha kuvvetli olduğunu göremiyoruz. Şimdi dondurma yeme zamanıdır.

Hayatın basit anatomisini geride bırakıp aslında hiç olmamış hastalıkları kendimize yakıştırmak edebi bir eserde aksettirilmemesi gereken bir durumdur. "Öyle" olunmadığı halde "öyleyim" dediği için "öyle" olanlar olur. Örnek vermek gerekirse eğer bir anne çocuğuna sürekli "aptal" derse, çocuk buna zamanla alışır ve bir aptal olmamasına rağmen aptalmış gibi rol yapar. Anneler pek çok çocuğun katili oldular bu yüzden. Bir katil kurbanı öldürdükten sonra hapse atılması gereken katilin ebeveynleridir genellikle.

Komplike düşünmeyi bir kenara bırakıp mutlu olabilmeye yönelmek özeldir, önemlidir. Çıkın evinizden dışarıdaki çimlerin üzerinde oynayın, masumane çocukluğunuz aklınıza gelir. Çim yok derseniz gidin bir çiçekçiden tohum alın, bahçem yok derseniz pembe pancurlu bir ev satın alın.

Bunlar yazının devamı niteliğinde anlaşılmasın, yazının edebi kişiliği zaten mükemmeldir, kimse bir ekleme ya da çıkarma yapmadı, yapmaya da hakkı olamaz. Sadece yazının ardından derin bir anlam çıkarmış birileri, belki de öylesine yazılmış bir yazıydı aslında.

Bir suçlu hiç olmadı. Sadece karşınızdakinin suçlu olmaması gerektiğine olan inancınız, sizi kendinizi suçlamaya yöneltti.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Madam Vio - 16 Nisan 2012, 19:12:47
'Karanlık' temalı paragraf Maleficum'dan alıntı sözlerin bir derlemesiydi evet. Ancak bu yazıyı çok önceden kendisine yollamıştım. Beğenmediği yerleri de değiştirmiştim hatta. Şimdi bana "Evet, haberim vardı ama tam olarak sormuş muydun 'Kullanabilir miyim?' diye?" gibi bir şey söylerse, ki bana göre oldukça komik olur, o da sorun değil. Silip, yerisine 3 sayfalık bir betimleme yazısı da yazabilirim hani. Fakat kendisinin devam niteliğindeki paylaşımı için böyle bir şey söz konusu değil. Yine de bu benim umurumda mıydı? Hayır. İsterseniz alın destan yapın hikâyeden; ben sadece benim için bir şey ifade etmez dedim.

Ancak asıl olay, yazarın 'yazının algılanış biçiminden rahatsız olduğunu söylemesi'ne rağmen, inatla aynı tutumun sürdürülmesi ve hatta düşüncelerin iddia seviyesine getirilmesi. Nasihatlar verilmesi filan -.-

Hayır, madem sizin söyleminizle bu olayı siz biliyorsunuz, ben biliyorum, diğerleri de dava dışı; o halde neden bu 'dava'yı alenî bir şekilde ortaya dökme gereği duyuyorsunuz? Burada sinir bozucu bir durum var cidden. Ya da artık art niyet mi aramak gerek bilemiyorum...

Lan her zamanki tema, her zamanki atmosfer, her zamanki uslüp... Yeniymiş gibi davranıp kıçınızdan anlamaya bahane arıyorsunuz resmen. Ancak şöyle de bir şey var ki, sizi ikna etmek zorunda değilim bro. Hayır değilim. Nokta.

Nefretle ilgili nutuklar, mutlulukla ilgili dersler verenler... Kalp kırıcı olacak ama;

Mutlu olmak söylediğin gibi bir şey ise ve bu kadar kolaysa mutlu olmak, neden mutlu değilsin? (Bkz. şahısa yönelik saldırı böyle de çirkin bir şey.)

Ve bunun yazımla ne ilgisi var? Hikâyeden gelen bir çıkarım olması saçma değil mi? Şizofren kıza mı makûl ol, mutlu ol diyorsun? Öldürülenlere mi? Neyse bir dahaki yazımda karakterler çimlerde yuvarlanıp mutlu olacaklar artık.

Başka da bir şey söylemeyeceğim size artık. Bu kadarının bile gereği yoktu aslında. Böyle bir şey için savunma niteliğinde bir mesaj yazmak bile gülünç ve gurur kırıcı gerçekten.

Spoiler: Göster
Tartışmayı devam ettirici herhangi bir mesaj daha gelirse, konunun silinmesini isteyeceğim.
Başlık: Ynt: Son Mektup
Gönderen: Raisor - 16 Nisan 2012, 21:57:44
Sözler ve nasihatler sana hitaben değildi yahu :D

Mutlu olsan ya da olmasan da, günün 24 saati güldürülmeyi başarılabilen bir kişinin en azından gözümde yaşamak için bir değeri vardır. Hayır gerçekten, yukarda yazılanlardan tek bir kelimesi bile seninle ilgili değildi. Şu kısım haricinde:


Bunlar yazının devamı niteliğinde anlaşılmasın, yazının edebi kişiliği zaten mükemmeldir, kimse bir ekleme ya da çıkarma yapmadı, yapmaya da hakkı olamaz. Sadece yazının ardından derin bir anlam çıkarmış birileri, belki de öylesine yazılmış bir yazıydı aslında.


Kaldı ki ben birinden bir şey alıntılıyorsam yazdığım şey, ona hitabendir. Noktalar, virgüller, ünlemler, küfürler. Boş işler bunlar boş işler. Bir de hatam ikinci çoğul kişi kullanmaktı herhal?