Vakit oldukça gidiyorum. İlginç oluyor benim için. bir de daha ziyade tarih müzelerine meraklıyım. Belki akademik olarak düşünmüyorum içeride ama eski birşeyle karşılaştığımda orda bu insanlar geçmişte nasıl yaşıyordu diye düşünmek, bazen bunu nasıl yapmışlar, diye kapayı yemek iyi geliyor gerçekten.
Bir de sanatçı evlerine gitmeyi severim. Biraz ilahlaştırdığım adamların çalışma odalarında bulunmak, onların okuduğu kitapaları, yazdığı kalemleri, oturup düşündükleri koltukları görmek... Kendimden geçiyorum adeta.
Okulların müzeye götürmesinden de içeride serbest bırakmadıkları sürece hoşlanmıyorum. Öyle olunca sıra halinde birşeylerin önünden geçiyorsunuz sadece, ne olduğunu bile anlayamadan. Oysa bazı şeylerin önünde bazen saatlerce durması gerekir insanın.
Şimdiye kadar gittiğim en ilginç müzelerse Frankfurt'taki Goethe Haus (kendimi kaybetmiştim ben Goethe burda oturdu, bu pencereden baktı diye.) (bir de gittiğimiz zaman tadilattaydı o yüzden müze kısmını dolaşamadık, sadece evi dolaşabildik.) ve yine ordaki Senckenberg Doğa Müzesi'ydi; varoluştan bu yana yaşayan pek çok canlı görebildik.
Ama açık ara farkla en sevdiğim müze, klasik ama, İstanbul Arkeoloji Müzesi. İçerisinin atmosferi çok hoş, bir de o kadar eser ve kalıntı görüp bu topraklarda daha önce kimler yaşadı diye düşünmek müthiş bir duygu. Canım sıkıldıkça gidiyorum hala. Müzeyi ziyaret etmesem bile bahçesinde oturup o muhteşem binalara bakarak çay içmenin ya da kitap okumanın zevki bambaşka.
Daha önce gitmeyenler için tavsiye: Ana binaya girdiğinizde önce sağa yönelin orayı bitirince geri dönüp sol tarafı dolaşın ve ne son üst kata çıkın derim ben.