MERAK KEDİYİ ÖLDÜRÜR
Eğer Menzoberranzan'da yaşasaydınız ölüm ve yaşam arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu bilirdiniz.
Kural 1:Öldürmezsen ölürsün.
Bir drowun dilediğince yaşayabilmesi için -ki bu çok özel ve önemli bir ayrıcalıktır- bunu çok iyi öğrenmesi gerekir çünkü başka bir canlının hayatına son vermek bu kültürde yemek,içmek kadar doğaldır.Sanki bir tür tanrıçaymış gibi yaşam süresini biçmek ve artık vaktinin sona erdiğine karar vermek herhangi bir dişiye göre,elbise seçmek kadar kolaydır.
Bir an yaşıyorken sonraki saniye içinde her şeyden kopmuş olabilirsiniz.Hayallerinizden,hırslarınızdan, nefretinizden,belki varsa arkadaşlarınızdan,o ana kadar size önem yaratan herşeyden...
Düşünüyorumda belki buydu Drow türünü böylesine acımasızlaştıran.Ertesi gün yaşayıp yaşayamayacağınız belirsizken iyi davranmanın ne anlamı vardı ki?
Tipik bir drowun kaybedecek hiçbir şeyi yoktur;ölümüne üzülecek biri,geride bırakmaya korktuğu bir bebeği,sevgilisi ya da annesi.Onu hayatta tutan güçtür ve o güce ulaşmak için her şeyi yapar.
Hiçbir şeyi olmadığı için mi acımasızdır yoksa acımasız olduğu için mi hiçbir şeyi yoktur?
Sanırım hiç bilemeyeceğiz...
Drow çocukları kaçınılmaz gerçekle olabildiğince erken tanışır;ben farklı olduğumu söylemiyorum zira,ilk kez birini öldürdüğümde çok küçüktüm ama ilk kez ölüme tanık olduğum anı asla unutmayacağım.
Sürüngenim ölmüştü...
Matron'un benim için esnettiği kurallar içinde;en azından akşamları konuşabileceğim ve kucağımda tutabileceğim küçüklükte bir hayvan almama izin verilmişti.
Çok çirkin,ufak bir yılandı.Ona ''Gümüş'' adını vermiştim çünkü benim gibi bembeyazdı.
Bir gün kalktığımda hareket etmediğini gördüm.
İlk önce bu beni şaşırtmadı çünkü Gümüş çok hareketli bir yaratık değildi,kendini sürünecek kadar iyi hissettiğinde koluma dolanırdı onun dışında benim tarafımdan sağa sola taşınıyordu.
Umursamayıp işlerime devam ettim ama akşam olupta küçük dostumun yanına gittiğimde yılan hala hareketsiz duruyordu.
Neden böyle yaptığını anlamamıştım hatta bana olan itaatsizliği yüzünden sinirlendiğimi bile hatırlıyorum.Matron beni odamda ölü yılanımın yanında diz çökerken bulduğunda küçük sürüngeni;beni işlerimden alıkoyduğu için zehirlediğini ama endişelenmemem gerektiğini Gümüş'ün huzurlu bir şekilde hayata gözlerini yumduğunu anlattı.
Ne düşünceli kadın.
Pek üzülmemiştim;artık öldüğüne göre yılanın içini açıp organlarını inceleyip incelemeyeceğimi sorduğumu hatırlıyorum.
Çocukluk işte...
İlk elimi kana bulayışımsa -gerçek anlamıyla- bunun kadar eğlenceli değildi ne yazık ki.-..-..-..-..-
-1260 DR,Menzorberranzan-
Gecenin bir yarısıydı ve Vandree evinin tamamı uykudaydı.
Askerler,köleler,asilller...
Biri hariç.
Vorawin'ther Vandree gözleri tamamen açık bir biçimde yatakta otuyordu.Yüzünde çocuksu hatlarına yakışmayan son derece endişeli bir ifade vardı.Tetikteydi,sanki bir şey bekliyormuş gibiydi.
Bekliyordu da.
Kendi acımasız sonunu bekliyordu.Gümüş öldüğünden beri ölüm üzerine düşünür olmuştu ve Matron Troken'ther'in koruması altına girdikten itibaren Fiilnel'ther'in nefretini üzerine çektiğinden emindi.
Bir diğer emin olduğu şeyse böyle devam ederse sevgi dolu(!) ablasının onu uykusunda öldüreceğiydi.Bu olağandışı bir şey olmazdı zira drowlar savaş ahlaklarıyla bilinen bir ırk değildi.
Vora buna yenilmemeye kararlıydı.İşte bu yüzden elinde hançeri;avını bekleyen bir hayvan gibi etrafındaki tüm seslere kulak kabartmışken;hiçbir şeyin onu gafil avlamasına izin vermeyecekti.
Bir anda ayak sesleriyle irkildi.
Kalbi hızlandı,tüm soğukkanlılığı uçup gitmişti aniden.Çıplak ayakları mermer zemine değdiğinde,korkuyla da birleşince titremeye başladı küçük kız.İnceliğinin avantajını kullanıp,parmak uçlarının üzerinde rahatça yükseldi ve yatak odasını hole açan kapıya doğru ses çıkarmadan ilerledi.
Kulağını soğuk mermere dayadı...
Gerçektende iki ayrı ses duyuyordu şimdi.Konuşma fısıltılar halinde yapıldığından hiç birşey anlamadı Vora;ama biri dişi biri erkek olmak üzere bir çift drow olduğunu tahmin etti.
Bir erkek...
Bir an aklına uykusunu rahatsız ettiği gerekçesiyle her kimse dışarıdaki erkeği şikayet etmek geldi aklına ancak kulağına tanıdık bir tını geldiği an kanının damarlarında donduğunu hissetti.
Bu emir verir gibi keskin,neredeyse tiz ses tonu yalnızca bir dişiye ait olabilirdi;
Fiilnel'ther Vandree...
Vora kapıya daha da yaslanarak işe yarar bir şeyler duymayı umdu;sesleri biraz daha yükselmişti ve şimdi aradan kelimeleri seçebiliyordu;
-...eğer........dişi doğurabilirsem...bana...çok...olacak.
-.... benim...kız kardeşim....aldığım sürece.....
-Şşşşt!....Şu....yaratık....Herhangi....Troken'ther'e yetiştirmekte....
Küçük dişi kelimeleri duyduysada anlamamıştı, yine de bebek ve doğumla ilgili bir şeyler geçmişti ve konuşmanın bu kadarı bile onu meraklandırmaya yetti.
Fiilnel'ther yapmaması gereken şeylerle uğraşıyordu anlaşılan...
Ayak sesleri uzaklaştığı an Vorawin kapıdan dışarı süzüldü.
Bilirsiniz işte;hiç bir tehlike meraklı kediyi durduramaz.
Öleceğini bilse bile...
-..-..-..-..-
Vora'nın drow olduğuna ekstra memnun olduğu zamanlar vardı.Mesela erkekler önünde eğildiğinde,evde çalışan hizmetkar saygıyla gözlerini kaçırdığında...
Ya da şu an ki gibi karanlıkta en ufak bi zorluk çekmeden yolunu bulabildiğinde.
Dişi drow bazen düşünüyordu ama yüzeyde yaşayan elflerin -hani şu gece görüşü olmayanların- nasıl yaşadıklarını anlayamıyordu.Bir insan göremeden hayatını nasıl sürdürebilirdi.
Zavallılar...Hem Faerieydiler hem de körlükle lanetlenmişlerdi.
Vora'nın gerçekten gurur duyduğu tek yeteneği neredeyse görünmez gibi hareket etmesiydi.Gerçi pekte yetenek sayılmazdı;ablasından kaçarken geliştirdiği bir alışkanlıktı sadece.Hafif,hızlı adımları ve aynı annesi gibi son derece ufak bedeniyle görülmek istemediğinde onu görmek gerçekten çok zordu.
En sonunda keskin kulaklarını izleyip kendisini bir odanın önünde buldu.Hançeri sıkıca kavradı ve kapıya dayandı.
Ondan sonraki her şey öyle hızlı oldu ki küçük dişi gözlerini kırpsa kaçırabilirdi.
Henüz kilitlenmemiş kapı açıldı,Vora bıçağı elini kesecek şekilde yüzükoyun yere düştü,metalin mermere vurma sesi yankılandı ve birisi öfkeyle hırladı.Hırlamak denebilirdi çünkü Vora hayatında öylesine öfke dolu ve vahşi bir ses duymamıştı.
Avucundaki acıya aldırmadan ayağa sıçradı.
Karşısında Fiilnel'ther,her zamanki uzun örgüleri açık,beyaz tutamlar sırtına dökülüyor,yalınayak,üzerindeki kıyafet -kıyafet sayılırsa tabi- her zaman giydiği elbiseden bile daha fazla cilt gösteriyor.
Onun karşısında ise,Vora'nın tahmin ettiği gibi bir erkek;yarı çıplak,çizmeleri hala ayağında,beyaz saçları pek çok erkek aksine kısacık kesilmiş ve Vora'nın gördüğü pek çok dişiden daha iri.
Sevgili erkek kardeşi SinTher'den başkası değil...
Vora bir an ne düşünmesi gerektiğini bilemedi.
Çocuk aklıyla onların ne yaptığını ya da ne yapmak üzere olduklarını az çok tahmin etsede kafası o ana tanık olan her çocuğun olabileceği gibi karmakarışıktı,önceden duyduğu konuşmayı düşündü;
...dişi doğurmak...yaratık...kız kardeş...Vora ablasının nasıl hissettiğini anlamaya çalıştı ama katıksız öfkeden başka birşey bulamadı,erkekse tam tersine hiçbir şey yansıtmıyordu,hayatında böylesine duygusuz kalabilen birini görmemişti.
Ablası henüz gözlerini kaçırmamıştı ama SinTher yerdeki gömleği hızla üstüne geçirdi,silahları için aranırken kaşla göz arasında Vora; geceliğinin büyük bir kısmını kesip yaralı eline sardı.
Kaçarken ardında kan izleri bırakması pek yararlı olmazdı değil mi?
Fiilnel'ther ağzını açtığı an;Vora artık olayların gidişatıyla ilgilenmediğine karar verdi ve ok gibi dışarı fırladı.
Canı için koşarken;aynı anda hem bütün bunları Matron'a nasıl açıklayacağını,hem az önce tanık olduğu esrarengiz olayı ve hem de biraz daha geç gitse ne görmüş olabileceğini düşünüyordu.
Çıplak ayakları yere ardı ardına vururken,koşma konusundaki becerisine şükretti.Hayatında hiç bu kadar hızlı olmamıştı.Kalbi ağzındaymış gibi hissediyor,göğsü sıkışıyordu.İçgüdüsel olarak silah ustasının kaldığını bildiği odaya koşturdu;işin tuhaf yanı...Silah ustasıyla tanışmamıştı bile...
Akciğerlerinin pes ettiğini hissedince,iyice gizlendiğini düşünüp durdu ve arkasındaki mermer duvara yaslandı.Ağır nefesleri holdeki tek ses haline gelirken başının yanına saplanan bir bıçak ona hala tehlikenin geçmediğini hatırlattı.
Üstelik şimdi çok daha yakındaydı...
Vora ilk defa ölüme bu kadar yaklaşmıştı.SinTher elinde fırlatmak üzere tuttuğu ikinci bir hançerle kızın tam önünde duruyordu.Bıçak kısmını tuttu ve tek gözünü kapayıp nişan aldı...-
''DUR!''
Genç erkek bir an teredüte düştüğünde Vorawin fırsattan yararlanarak aklına gelen en ikna edici bahaneyi sundu abisine;
''Matron'a ne söyleyeceksin? Eğer ben ölürsem Fiilnel'ther'den şüphelenmeyecek mi? Onun seni koruyacağını mı sanıyorsun?''
Erkeğin gözlerindeki teredütlü ifade kararsızlığa dönüştü ve hançeri sıkıca kavrayan eli hafifçe indi;bundan cesaret alan Vora devam etti;
''Ama eğer şimdi beni bırakırsan,sırrınızı kimseye söylemem.Bana bir bak...Matron'un en güvendiği dişi...Bir yaratık...Albino...Nasılsa bir rahibe olamayacağım neden böyle bir bilgiyle yaşamımı tehlikeye sokayım?''
Küçük kız hafifçe parmaklarını şıklattı;
''Unuttum bile!''
SinTher kandırılıp kandırılmadığını anlamaya çalıştı.Küçük kız tehdit gibi gözükmüyordu ve son derece haklıydı.
Ufaklığın Matron'un yanından ayrılmadığı bilinen bir gerçekti;bir yüce rahibe olamayacağı da öyle.
Bu bilgi hiçbir işine yaramazdı.
Fiilnel'ther sandığım kadar zeki değilmiş diye düşündü kendi kendine.
Bu yalnızca bir albino,zavallı yaratık...Abisinin acımayla karışık düşüncelerini hisseden Vora bir anlık sinirle çok daha iri erkeğin üstüne atıldı.Birlikte yere düştüklerinde elinde dik bir biçimde duran çoktan unutulmuş hançer erkeğin boğazına,şah damarına girerek küçük dişinin boydan boya kanla kaplanmasına neden oldu.
SinTher'in boynu cansızca büküldüğünde,kızın geceliği,yüzü,elleri ve kolları sıcak kırmızı sıvıyla ıslanmıştı.
Bir kaç dakika boyunca kıpırdamadan durdu,tuz ve pası andıran koku burun deliklerini dolduruyor,adrenalin hala damarlarında dolaşıyordu. Ayağa kalktığındaysa bacaklarının titrediğini gördü.
Daha önce eline sardığı kumaş parçasını çıkarıp abisinin donuk bir şaşkınlık içindeki yüzünü örttü.Şimdi ne yapmalıydı,dua mı etmeliydi? Lloth bir albinoyu dinlemezdi ki;en azından Matron öyle söylüyordu.
Ölüm sessizliğini birinin alkışlaması bozdu.
Tehditkar ve yavaştı;tebrikten çok alayla yapılıyormuş gibiydi.
Vora başını tedirginlikle kaldırdığında ablasının sırıtan yüzünü gördü;az önceki gibi ayakları çıplaktı ve saçlarını yüzünden geriye atmıştı;
''Küçük kardeşim...Görüyorum ki kimse sana temiz iş nedir öğretmemiş.Hayal kırıklığına uğradım;düşündüğümden daha uzun sürdü.
O küçük planına gelince...Bir an hiç susmayacaksın sandım ama kabul etmeliyim...İyi taktik.''
''Ne...Sen...?''
''Biliyor muyum? Elbette... Onunla işim bitmişti.Benden korktuğunu biliyordum,odanın önünde konuşunca dikkatini çekmek zor olmadı;günlerdir uyanık olduğun çok belliydi.Bense hamile kalmalıydım,en uygun erkeği seçtim,sonra...bilirsin işte...''
Burada durup çok yorulmuşçasına iç geçirdi ve omuzlarını silkti;Vora cümlenin gerisini tamamlayabilecek kadar zekiydi;
''Ondan sıkıldın...''
Hala şok içindeydi.Merak edecek çok şey vardı aslında...Mahfolmuş kıyafetlerini nasıl açıklayacağı,kan içindeki holü kimin temizleyeceği ya da yerde buz gibi yatan abisi için üzülüp üzülmemesi gerektiği...Onlar yerine aklına gelen bir başka soruyu sordu;
''Neden sen yapmadın?''
Yüce rahibe arkasını dönüp odasına süzülürken omzunun üstünden baktı;
''Öylesi hiç eğlenceli olmazdı,değil mi?''