1
Kurgu İskelesi / Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (11.bölüm kısım 2 eklendi)
« : 06 Şubat 2015, 17:58:57 »
II.KISIM
Genç kral, daha fazla yerde kalamazdı. Amansız bir saldırı sonunu hazırlayabilirdi şüphesiz. Kayanın üzerine, tahta hedefe mumtazamca saplanan bir ok gibi duran baltaya göz ucuyla baktı. Bu bir insanın zorlanarak kaldırabileceği iki elli bir savaş baltasıydı. Ay ışığından faydalanarak gördüğü kadarıyla eskiydi ve çelik kısmı çentik ve çizikler içerisindeydi. Tahta sapı ise sağlam bir agaç gövdesinden yapılmıştı.
Geri geri emekleyerek kendine doğru yaklaşan homurtulardan uzaklaşmaya çalıştı. Beş tanrı cömertliğini biraz olsun göstermiş olacak ki önünü daha iyi görmesi için ayın üzerindeki bulutları ortadan kaldırmışlardı. Kemiklerle bezenmiş vadinin çorak toprakları kanıyla sulanmadan önce buradan gitmesi gerektiğini düşündü. Karanlıktaki homurtular giderek daha fazla yaklaşınca, eline ilk gelen hayvan kemiğini başka bir yöne fırlattı. Çıkan sese doğru iki homurtunun gittiğini duyduğu zaman olanca gücüyle önce eğilerek hafif adımlarla koşup çantasını kaptı, daha sonra da hızlı adımlarla normalde gitmesi gereken istikamete doğru yol aldı. Sürekli arkasına bakmak durumundaydı. Çevresini çok iyi seçmeye çalışmasından ziyade ön taraftan gelebilecek tehlikelere karşı daha dikkatli olmalıydı. Biraz önce atlattığını düşündüğü ‘şeylerden’ bir tanesi nin kendisini takip ettiğini hissetti. Ayak seslerini duyabiliyordu. Rüzgar dansını havaya kaldırdı ve gardını aldı. Gece de en az vadi kadar sessiz leşmişti. Ufak kum böceklerin sesleri ve kurak ağaçlardan dökülen yıllara yenik düşmüş dal parçalarının nahoş tıkırtısı haricinde dikkatini çeken bir ayrıntı olmadığını düşünürken, kendisine doğru elindeki iki uzun hançerle koşan iri cüsseyi son anda fark ederek sol tarafına doğru çekildi. Kendisinden yeterince iri olan, hafif deri zırhlı, kemik maskeli ve sırtında koyu renkli bir ayı postu bulunan yaratık Artheen’in ani refleksini tahmin edemediği için dengesini kaybederek tökezledi. Önünü yeniden genç adama dönerek ona sivri dişlerini gösterip kükredi. Yüz hatlarını tam seçemiyordu; fakat gümüş ve seyrek saçları ay ışığında belli oluyordu. Dev cüsseli yaratığın çıkardığı şamataya biraz sonra diğer homurtunun sahibi de katılacaktı. Genç kral , yaratığın bıçak darbelerini kılıcıyla savuşturdu. Maskesi yere düşen Ork tekrar bir nahara atarak saldırdığında Artheen’in kılıç darbesini iki hançerin yardımıyla sıkıştırdı ve karnına doğru attığı etkili bir tekmekyle genç adamı sırt üstü yere serdi. Pes etmeyen Artheen, üzerine doğru çullanıp onu hançerlemeye çalışan Ork’u kılıcıyla uzaklaştırdı ve ardından ayağa kalktı. Hemen arkasında bir tane daha vardı. Zırhlı değildi ve elinde sadece baltası olan kel bir yaratıktı. Deri kemerinin üzerinde tavşan ve sincap ölüleri bağlıydı. Genç kral ani bir hareketle zırhsız olanın bacağını tam diz kapağının arkasından yaralamayı başarıp etkisiz hale getirdi. Daha fazla sinirlenen gümüş saçlı olanı, yeniden hançerlerini kullanarak Artheen’in boynuna doğru saldırdı. Genç kral rüzgar dansını sağa, sola ve tekrar sağa ustalıkla döndürerek savurdu ve kılıcı yaratığın sağ gözüne öyle bir saplayıp çıkardı ki, vahşi Ork olduğu yerde titreyerek yaprağın üzerinden yere damlayan bir çiğ tanesi kadar ağır hareketlerle yere yığıldı. Artheen büyük bir öfkeyle, yerde diz üstü yatan ve bacağı ağır şekilde yaralı olana döndü. Kılıcını kaldırdı ve hızlı bir hamleyle kafasını uçurdu. Kafasız iğrenç beden yere yığılırken, çorak zemini koyu yeşil kanıyla yıkamasını izledi. Genç kral, el çabukluğuyla tavşanlardan birini alarak oradan uzaklaşmaya başladı; zira yakınlardan başka homurtular da geliyordu. Olanca gücüyle koştu ve koştu... Yorgundu, halsizdi ve utanç yürüyüşüne çıkıp da infaza götürülmeden çok önce Wartholdian zindanlarında epey zaman geçirdiği için kendisini paslı bir çelik gibi hissediyordu. ‘Wartholdianlı’ demek, bir manada çelik demekti ve bir çelik asla paslanmamalıydı.
Ayaklarının yorgunluğuna aldırmadan koşmaya devam etti. Açık hedef olmaması gerektiğini düşünmesi fazla zaman almadı. Tavşanı çantaya koyduktan sonra, olanca gücüyle vadiyi saran kayalardan birine tırmandı. Ay ışığının aydınlattığı tek kaya buydu. Ellerini ve ayaklarını dikkatlice kullanarak kızıl ve kahverengi nin hakim olduğu kayanın tepesine kadar çıkıp patika denmeyecek kadar dar bir alandan geçerek yürümeye başladı. Biraz ilerlediğinde ise alanın iyice daraldığını gördü. Kara bulutlar yeniden parlak ay ışığını esareti altına alınca önünü görmesi iyice imkansızlaştı. Gideceği yol fazlasıyla dardı ve nereye gideceğinden de emin değildi. Şimdi aşağıya inmek istese bile artık çok geçti. Artheen bunun yerine bir üstteki kayaya tırmanmaya başladı. Sivri ve haylaz bir kaya parçası elini o kadar derin kesti ki tırmandığı kızıl renkli kayada koyu kırmızı izler bırakmıştı.
Zırhı dallara takıldı, kılıcı oyukların arasına girdi, çizmeleri aşındı; fakat sonunda istediği yere tırmanabildi. Burada bir patika mevcut değildi; ama içe doğru, bir buçuk insan ayağı genişliğinde ufak bir oyuk vardı. En azından burada gizlenebilir ve ilk ışıkta yola koyulabilirdi. Yapması gereken tek şey sessiz olmaktı.
Eli, iç güdüsel olarak kılıcının kabzasındaydı. Nefes alışları fazla düzenli değildi. Arkasına yaslanıp kısa bir müddet dinlendi. Daha sonra eskimiş çantadan usulca koyu mavi bir bez parçası çıkarttı. Yarasına biraz ‘ötece’ otu iliştirdi ve bez parçasıyla nazikçe etrafını sardı. En azından ölümünün enfeksiyondan olmasını engellemişti. Onun gibi biri ülkesini savunurken, hatta belki de yeniden hakkı olanı almaya çalışırken ölmeliydi.
Vadinin sessizliği gelen homurtularla yeniden bozuldu. Bu sefer çok daha fazlası vardı. Ayak sesleri... ayak sesleri vadiyi resmen inletiyordu. Taşları ve yerdeki kemikleri ezen plaka ayak zırhlarının curcunası adeta kulaklarının içindeydi. Usulca tepenin aşağısına doğru baktı. Meşaleler vadinin zeminini aydınlatmaya başladı. Ayak sesleri yükseldi ve yükseldi. Paslı ve koyu plaka zırhlarıyla adeta geçit törenindeymiş gibi yürüyorlardı. Bazılarının elinde koca meşaleler, bazısının elinde tek el kullanılabilen yabani baltalar ve iri tahta kalkanlar, bazılarındaysa sivri kenarlı ve köşeli kılıçlar vardı. Bir insana kıyasla çok daha uzun ve iki katı iriliğindeydiler. Derileri deforme olmuştu ve koyu yeşile yakındı. İğrenç koku genç adamın burnuna kadar gelmişti. Yüzlerce olmalıydılar, belki de binlerce. Kafasında miğfer olmayanlarının yüzünü çok iyi seçebiliyordu. Gözleri sarıya yakındı, burunları şişkin, yüzleri hafif buruşuk ve dudakları eğri büğrüydü. Sivri kulakları olanlar olduğu gibi, tamamıyla oyuk şeklinde olanları da vardı. Bazılarının ağzının iki kenarından çıkan belirgin sivri dişleri bile vardı.
Hepsinde çok güçlü zırhlar bulunmuyordu. Hatta içlerinden kaynatılmış deriye yakın düzeyde saman rengi zırhı olanlar bile vardı. Daha iri olanları ise diğer plaka zırhlılardan farklı olarak boynuzlu miğferler takmıştı. Burunlarından çıkan buhar, vadinin içinde bir sis bulutu oluşturmuştu adeta.
Genç kral, altından geçen Ork ordusunu görmeye daha fazla tahammül edemeyerek yeniden oyuğa çekildi ve arkasına yaslandı. ‘Gizlendikleri dağların ardından çıkmalarının ve şehirlere bu denli yakın olmalarının tek bir anlamı var’ diye düşündü Artheen. Fork şehrinin çan kulesinden yükselen sesleri işittiğini düşündü bir anda. Kardeşi bir zalimin ellerinde ve çaresizdi, zavallı Garener ise iyi bir savaşçıydı; fakat iyi bir yalancı değildi. Bu yüzden tüm o masum askerlerin hayatı Terron’un ellerindeydi. Limana daha çok yolu vardı ve vadinin de ucu bucağı yok gibi gözüküyordu. Kendi kendine hayıflandı ‘Karanlık büyüyor, savaş geliyor ve ben ise bu topraklardan gitmeye zorlandım...’
Vadi kısa süre sonra yeniden, hastalıklı bir fahişenin yatağı gibi bomboştu.
11.BÖLÜM SONU
Genç kral, daha fazla yerde kalamazdı. Amansız bir saldırı sonunu hazırlayabilirdi şüphesiz. Kayanın üzerine, tahta hedefe mumtazamca saplanan bir ok gibi duran baltaya göz ucuyla baktı. Bu bir insanın zorlanarak kaldırabileceği iki elli bir savaş baltasıydı. Ay ışığından faydalanarak gördüğü kadarıyla eskiydi ve çelik kısmı çentik ve çizikler içerisindeydi. Tahta sapı ise sağlam bir agaç gövdesinden yapılmıştı.
Geri geri emekleyerek kendine doğru yaklaşan homurtulardan uzaklaşmaya çalıştı. Beş tanrı cömertliğini biraz olsun göstermiş olacak ki önünü daha iyi görmesi için ayın üzerindeki bulutları ortadan kaldırmışlardı. Kemiklerle bezenmiş vadinin çorak toprakları kanıyla sulanmadan önce buradan gitmesi gerektiğini düşündü. Karanlıktaki homurtular giderek daha fazla yaklaşınca, eline ilk gelen hayvan kemiğini başka bir yöne fırlattı. Çıkan sese doğru iki homurtunun gittiğini duyduğu zaman olanca gücüyle önce eğilerek hafif adımlarla koşup çantasını kaptı, daha sonra da hızlı adımlarla normalde gitmesi gereken istikamete doğru yol aldı. Sürekli arkasına bakmak durumundaydı. Çevresini çok iyi seçmeye çalışmasından ziyade ön taraftan gelebilecek tehlikelere karşı daha dikkatli olmalıydı. Biraz önce atlattığını düşündüğü ‘şeylerden’ bir tanesi nin kendisini takip ettiğini hissetti. Ayak seslerini duyabiliyordu. Rüzgar dansını havaya kaldırdı ve gardını aldı. Gece de en az vadi kadar sessiz leşmişti. Ufak kum böceklerin sesleri ve kurak ağaçlardan dökülen yıllara yenik düşmüş dal parçalarının nahoş tıkırtısı haricinde dikkatini çeken bir ayrıntı olmadığını düşünürken, kendisine doğru elindeki iki uzun hançerle koşan iri cüsseyi son anda fark ederek sol tarafına doğru çekildi. Kendisinden yeterince iri olan, hafif deri zırhlı, kemik maskeli ve sırtında koyu renkli bir ayı postu bulunan yaratık Artheen’in ani refleksini tahmin edemediği için dengesini kaybederek tökezledi. Önünü yeniden genç adama dönerek ona sivri dişlerini gösterip kükredi. Yüz hatlarını tam seçemiyordu; fakat gümüş ve seyrek saçları ay ışığında belli oluyordu. Dev cüsseli yaratığın çıkardığı şamataya biraz sonra diğer homurtunun sahibi de katılacaktı. Genç kral , yaratığın bıçak darbelerini kılıcıyla savuşturdu. Maskesi yere düşen Ork tekrar bir nahara atarak saldırdığında Artheen’in kılıç darbesini iki hançerin yardımıyla sıkıştırdı ve karnına doğru attığı etkili bir tekmekyle genç adamı sırt üstü yere serdi. Pes etmeyen Artheen, üzerine doğru çullanıp onu hançerlemeye çalışan Ork’u kılıcıyla uzaklaştırdı ve ardından ayağa kalktı. Hemen arkasında bir tane daha vardı. Zırhlı değildi ve elinde sadece baltası olan kel bir yaratıktı. Deri kemerinin üzerinde tavşan ve sincap ölüleri bağlıydı. Genç kral ani bir hareketle zırhsız olanın bacağını tam diz kapağının arkasından yaralamayı başarıp etkisiz hale getirdi. Daha fazla sinirlenen gümüş saçlı olanı, yeniden hançerlerini kullanarak Artheen’in boynuna doğru saldırdı. Genç kral rüzgar dansını sağa, sola ve tekrar sağa ustalıkla döndürerek savurdu ve kılıcı yaratığın sağ gözüne öyle bir saplayıp çıkardı ki, vahşi Ork olduğu yerde titreyerek yaprağın üzerinden yere damlayan bir çiğ tanesi kadar ağır hareketlerle yere yığıldı. Artheen büyük bir öfkeyle, yerde diz üstü yatan ve bacağı ağır şekilde yaralı olana döndü. Kılıcını kaldırdı ve hızlı bir hamleyle kafasını uçurdu. Kafasız iğrenç beden yere yığılırken, çorak zemini koyu yeşil kanıyla yıkamasını izledi. Genç kral, el çabukluğuyla tavşanlardan birini alarak oradan uzaklaşmaya başladı; zira yakınlardan başka homurtular da geliyordu. Olanca gücüyle koştu ve koştu... Yorgundu, halsizdi ve utanç yürüyüşüne çıkıp da infaza götürülmeden çok önce Wartholdian zindanlarında epey zaman geçirdiği için kendisini paslı bir çelik gibi hissediyordu. ‘Wartholdianlı’ demek, bir manada çelik demekti ve bir çelik asla paslanmamalıydı.
Ayaklarının yorgunluğuna aldırmadan koşmaya devam etti. Açık hedef olmaması gerektiğini düşünmesi fazla zaman almadı. Tavşanı çantaya koyduktan sonra, olanca gücüyle vadiyi saran kayalardan birine tırmandı. Ay ışığının aydınlattığı tek kaya buydu. Ellerini ve ayaklarını dikkatlice kullanarak kızıl ve kahverengi nin hakim olduğu kayanın tepesine kadar çıkıp patika denmeyecek kadar dar bir alandan geçerek yürümeye başladı. Biraz ilerlediğinde ise alanın iyice daraldığını gördü. Kara bulutlar yeniden parlak ay ışığını esareti altına alınca önünü görmesi iyice imkansızlaştı. Gideceği yol fazlasıyla dardı ve nereye gideceğinden de emin değildi. Şimdi aşağıya inmek istese bile artık çok geçti. Artheen bunun yerine bir üstteki kayaya tırmanmaya başladı. Sivri ve haylaz bir kaya parçası elini o kadar derin kesti ki tırmandığı kızıl renkli kayada koyu kırmızı izler bırakmıştı.
Zırhı dallara takıldı, kılıcı oyukların arasına girdi, çizmeleri aşındı; fakat sonunda istediği yere tırmanabildi. Burada bir patika mevcut değildi; ama içe doğru, bir buçuk insan ayağı genişliğinde ufak bir oyuk vardı. En azından burada gizlenebilir ve ilk ışıkta yola koyulabilirdi. Yapması gereken tek şey sessiz olmaktı.
Eli, iç güdüsel olarak kılıcının kabzasındaydı. Nefes alışları fazla düzenli değildi. Arkasına yaslanıp kısa bir müddet dinlendi. Daha sonra eskimiş çantadan usulca koyu mavi bir bez parçası çıkarttı. Yarasına biraz ‘ötece’ otu iliştirdi ve bez parçasıyla nazikçe etrafını sardı. En azından ölümünün enfeksiyondan olmasını engellemişti. Onun gibi biri ülkesini savunurken, hatta belki de yeniden hakkı olanı almaya çalışırken ölmeliydi.
Vadinin sessizliği gelen homurtularla yeniden bozuldu. Bu sefer çok daha fazlası vardı. Ayak sesleri... ayak sesleri vadiyi resmen inletiyordu. Taşları ve yerdeki kemikleri ezen plaka ayak zırhlarının curcunası adeta kulaklarının içindeydi. Usulca tepenin aşağısına doğru baktı. Meşaleler vadinin zeminini aydınlatmaya başladı. Ayak sesleri yükseldi ve yükseldi. Paslı ve koyu plaka zırhlarıyla adeta geçit törenindeymiş gibi yürüyorlardı. Bazılarının elinde koca meşaleler, bazısının elinde tek el kullanılabilen yabani baltalar ve iri tahta kalkanlar, bazılarındaysa sivri kenarlı ve köşeli kılıçlar vardı. Bir insana kıyasla çok daha uzun ve iki katı iriliğindeydiler. Derileri deforme olmuştu ve koyu yeşile yakındı. İğrenç koku genç adamın burnuna kadar gelmişti. Yüzlerce olmalıydılar, belki de binlerce. Kafasında miğfer olmayanlarının yüzünü çok iyi seçebiliyordu. Gözleri sarıya yakındı, burunları şişkin, yüzleri hafif buruşuk ve dudakları eğri büğrüydü. Sivri kulakları olanlar olduğu gibi, tamamıyla oyuk şeklinde olanları da vardı. Bazılarının ağzının iki kenarından çıkan belirgin sivri dişleri bile vardı.
Hepsinde çok güçlü zırhlar bulunmuyordu. Hatta içlerinden kaynatılmış deriye yakın düzeyde saman rengi zırhı olanlar bile vardı. Daha iri olanları ise diğer plaka zırhlılardan farklı olarak boynuzlu miğferler takmıştı. Burunlarından çıkan buhar, vadinin içinde bir sis bulutu oluşturmuştu adeta.
Genç kral, altından geçen Ork ordusunu görmeye daha fazla tahammül edemeyerek yeniden oyuğa çekildi ve arkasına yaslandı. ‘Gizlendikleri dağların ardından çıkmalarının ve şehirlere bu denli yakın olmalarının tek bir anlamı var’ diye düşündü Artheen. Fork şehrinin çan kulesinden yükselen sesleri işittiğini düşündü bir anda. Kardeşi bir zalimin ellerinde ve çaresizdi, zavallı Garener ise iyi bir savaşçıydı; fakat iyi bir yalancı değildi. Bu yüzden tüm o masum askerlerin hayatı Terron’un ellerindeydi. Limana daha çok yolu vardı ve vadinin de ucu bucağı yok gibi gözüküyordu. Kendi kendine hayıflandı ‘Karanlık büyüyor, savaş geliyor ve ben ise bu topraklardan gitmeye zorlandım...’
Vadi kısa süre sonra yeniden, hastalıklı bir fahişenin yatağı gibi bomboştu.
11.BÖLÜM SONU