Anu Gospel'e baktı. "Şimdi sen soydaşlarından sonuncususun. Lakin artık değil, çünkü Anu'nun sizin soyunuza üflediğini bende üflüyorum, ölümsüzlüğün gitti ve Tanrıoğullarına ait ruha sahipsin. Yılların yükü ağır gelebilir, yaptıklarının acısı vicdanını yakıp kavurabilir. Lakin benim sana lanetim ve hediyem budur. Diğer Tanrılar şahidimdir, sen yeni soyun başlangıcı olacaksın."
Gospel bir anda, sanki üzerindeki tüm yükler alınmış gibi hissetti. Bir an hiçbir kası tutmaz oldu ve yığıldı yere. Gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Ağladıkça ağladı ve sonunda kesildi ağlaması. Ağzından son bir nefes verdi ve gözlerini kapadı. Gospel, hayatının son nefesini ölümlü olarak verdi.
Enlil ayağa kalktı. "Dengenin sahibi olarak, Enki'nin hükümdarlığını ilan ediyorum." dedi. "Ve Emrin artık geçerlidir. Son yüzyıldır hazırlanmış olan kavim, yola çıktılar. Eski Krallığın tekrar kurulması için istediğin yere yol alıyorlar. Ya oğulların Enki? Onların soyu ne olacak?"
Enki ayağa kalktı ve elleriyle gökyüzünü ayırdı. "Oğlum Marduk ve Kızın Sarpanit birleşecekler. Kavimimin başına onlar geçecek. İkisi uzun süre hükümde olacaklar ve ruhları ölmeyecek, benim yanıma çıkacaklar." Dedi ahenkli sesiyle. Kavanoza doğru yürüdü ve kavanoz parçalandı. Tozlar, rüzgârla uçtular ve kavanoz'un kırıkları etrafında döndüler. Kaybolduklarında, ortasında çırılçıplak bir şekilde bir adam duruyordu. Siyah saçlı ve siyah gözlü, sert yüzlü ancak yapılı bir adam.
Yavaşça ayağa kalktı Gospel ve yüzündeki her şeyi anlamış ifadeyle Enki'ye, sonra Enlil'e baktı. "Kraliçem?" dedi Enlil'e "Artık her şeyi biliyorum."
"Elbette. Sana benden olan özün geri verildi. Tıpkı şimdi ona Enki'den olan özünün verileceği gibi." Enlil geri doğru yürümeye başladı ve tarhına geri oturdu. "Sarpanit, kızım, siz soyunuzu tekrardan başlatacaksınız. Zamanı geldiğinde onunla beraber Babil'i terk edeceksiniz."
Enki, Alexander'ı elinden tuttu ve ayağa kaldırdı. "Marduk, oğlum, krallığına hoş geldin." dedi sakin bir sesle. "Nihayet amacını biliyorsun, yıllardır bilmeksizin dolaştığın bu diyarlar artık senindir. Zamanı gelene kadar..."
"Artık anlamını biliyorum, Baba." dedi Alexander. O sırada Gospel'i gördü, Enlil'in solunda duran.
***
Anu ve Enlil gitmişlerdi çoktan kendi yollarına. Marduk, Babasının sol tarafında, Kuzey tahtında oturuyordu ve Sarpanit hemen yanındaydı. "Baba," dedi Marduk "Benim amacım buydu. Ancak Niye yarattınız? Neden istediniz sizin etrafınızda dönen insanları?"
"İnsanlar bizim yaratımımız değildir ancak onları bir şekle biz soktuk. Sarnath'ın, Thraa'nın ve Ilarnek'in başına gelenlerden sonra sizler bir kuzu sürüsü gibi uçurumdan atladınız. Kurtların arasındaki Kuzulardınız ve kaçabileceğiniz tek yer orasıydı. Bizim yapabileceğimizin en iyisi buydu. Çünkü tek birimizin hükmetmesine izin vermeyecek kadar kibirliyiz her birimiz."
"Ya eski Tanrılar? Kadath'ta yaşayanlar? Veya Azathoth?" dedi Marduk merakla.
"Şüphesiz bir şekilde, Kadath'daki Diğer Tanrılar bir daha dönmeyecekler. Çünkü onlar, bu dünya üzerindeki tüm yetkinliklerini kaybettiler. Azathoth ve soyu içinse, bizim dünyamız ilgilenmeye değmeyecek kadar küçük. Onlara dua edip karanlık ritüellerini yapanlar binlerce yıllardır varlar. Azathoth onların bu isteklerine cevap verir ancak o kadar büyük ki, kendisinden bir şeyin eksildiğini ve bazen cevap verdiğini fark etmez bile. O nedenle bırak, dış tanrılar dışarıda kalsınlar."
Marduk düşündü ve kabul etti. Dünya şu anda içinde bulunlarla bile yeteri kadar karmaşıktı.
***
Yedinci gece Enki, Marduk ve Sarpanit'i kaldırdı. Onlara doğuya gitmeleri gerektiğini söyledi.
Böylelikle Atlas Okyanusunu geçtiler kamıştan yapılma bir tekneyle ve sonunda Nil nehrine girdiler. Nil'in solunda yere bastıklarında, bir kum tepesinin üzerinden deveye binmiş bir Arap onlara doğru geliyordu. Yakınlaştıkça, Marduk farketti ki, adamın gözleri yanıyordu.
"Selam olsun ey Enki ve Oğlu ve Gelini." Adam devesinden indi ve yüzündeki koruyucu kumaşları çıkardı. Abdül Alhazred önlerinde duruyordu. "İstediğiniz gibi kavim Babil'e yönlendirildi. Ib şehrinin gölünden uzak tutuldular ve gerekli malzemeleri buldular."
"O halde azad edildin Kha-Ni. Hapsedildiğin ölü bedenden ayrılabilirsin." Böylelikle adamın giyindiği kumaşlar ve beden alev aldı. Sis gibi gri bir bulut gökyüzüne doğru uçtu ve gitti.
"Şimdi Babil'e, evine dönme zamanın geldi Marduk." dedi Enki. "Uzun zamandır yıkılmış olan hükümdarlığını tekrar kurmanın zamanı geldi."
***
Arap çölünden geçerken gözlerine bir yangının ışığı ve parlayan onlarca şey gözüktü. Marduk sordu, "Nedir bunlar baba? Çölün ortasında ne yanıyor?"
"Günahkârların anıtları yanıyor ve cama dönüşen kumlar parlıyor. Sizin oğullarınız oraya dönmeden, çöl ters düz olacak ve büyük bir orman oluşacak."
Marduk kaşlarını çattı ancak itiraz etmeyip yürümeye devam etti.
***
Basra körfezini gördüklerinde, kuzeye yöneldiler. Küçük bir ormanın içine girdiler ve bir süre konakladılar orada. Ancak gün doğduğunda, Enlil ile Enki'nin konuştuğunu gördü Marduk. Dillerini anlayamadı. Bunun üzerine sordu, "Ne konuştunuz Baba? Ve ne dilde konuştunuz?"
"Enokyan Lisanı diyor ölümlü diller buna. Yüce bilgilerin çoğunu edinmiş olabilirsin ancak bütün bilgilerine ulaşamadın hala. Zamanla öğreneceksin ve anlayacaksın. Şimdi dikkatlice takip edin beni çünkü yolculuğun sonuna geliyoruz."
Ormandan çıktılar ve birkaç saat yürüdüler. Sonunda bir tepeye doğru tırmanıyorlardı. Bu soğuk çölün ortasında, uzun zamandır ki ilk açık havayı gördüler. İlk defa ılık bir esinti duyuldu. Hava, onlarca gördükleri yerdeki gibi kirli ve yıkılmışlığın tozuyla kaplı değildi artık. Temiz ve saf bir rahatlık veriyordu.
Marduk, ince ve rengârenk tüylerle süslenmiş giysisinin içinden mızrak ucunu çıkardı ve üzerindeki parlayan yazılara baktı.
Artık
biliyordu.
Gölge, kadının elini tuttu. Gülümsedi.
Son