Arama kurtarma ekibinde helikopter pilotu olarak çalışmaya başlayalı birkaç yıl olmuştu. Üsleri, dağların ormanlarla adeta sarılı, karın ölümcül olduğu, kışın çetin ve acımasız geçtiği; dağcılık kazalarının, arabaların buzdan dolayı kayıp karda sıkışmalarının neredeyse günaşırı gerçekleştiği bir bölgedeydi.
Bir gün helikopterinde olağan devriye görevini yaparken, yavaşça kara gömülmeye başlamış bir uçak enkazı gördü. Bu bölgelerde bir uçak kazası gerçekleştiğinin haberini almışlardı daha önce, ancak arama çalışmaları sonuç vermemişti. Soğuk bir profesyonellikle telsizinden koordinatlarını üssüne belirtti, bir ekip gönderileceği cevabını aldıktan sonra prosedür gereği enkazın yakınlarına iniş yaptı ve ilk kontrolleri yapmak üzere metal parçalarına doğru yürümeye başladı.
Enkaza yaklaştıkça parçaların bir mağara veya bir sığınak gibi dizilmiş olduklarını gördü. Demek ki insanlar vardı burada, belki de hala canlı olabilirlerdi! Bu düşünce tam aklından geçiyordu ki metal yığınının arasından iki kişi koşarak çıktı dışarıya. Biri on beş, belki on altı yaşlarında genç bir oğlandı; diğeri ise muhtemelen annesi olduğunu düşündüğü, kucağında en fazla dört yaşında ufak kız çocuğu taşıyan orta yaşlı bir kadındı. Anne oğul mutluluktan olsa gerek, ağlıyorlardı. Pilotun uzaktan fark edemediği küçük kız ise dünyadan bihaber, uyuyordu. Üçünün de elbiseleri kurumuş kan içindeydi. İyice yaklaştıklarında ise dişlerinde, ellerinde, çenelerinde de kurumuş kan lekeleri olduğunu gördü.
Her ne kadar korkunç bir düşünce olsa da, daha önce böyle durumlarla maalesef karşılaşmıştı. Şehre uzak yerlerde gerçekleşen kazalarda, hele yılın bu zamanlarındaki gibi yiyecek bulmanın mümkün olmadığı koşullarda, uçak kazalarında canlı kalanların ölüleri yemekten başka ne seçenekleri olabilirdi ki?
Anne ve çocuklarını kısa bir süre sorguya çektikten ve başka kurtulanın olmadığından emin olduktan sonra helikoptere götürdü. Araca doğru yürüdükleri kısa yol süresince uçaklarının haftalar önce düştüğünü, bir süre erzaklarıyla idare ettikten sonra yiyecekleri bitince mecburen ölüleri çiğ çiğ, dişleriyle kopara kopara yemek zorunda kaldıklarını anlattı anne. Oğlan ağlıyordu, küçük kız hala mışıl mışıl uyuyordu.
Helikoptere binip havalandılar, üsse doğru yola çıkmışlardı. Bu esnada, olay yeri inceleme ve kurtarma ekipleri enkaza ulaşmış, bilgileri doğrulamak adına telsiz üzerinden helikopterle temasa geçmişlerdi.
“-Anne ve çocukları üsse naklediyorum. Onların haricinde kurtulan olmamış. Erzaklar haftalar önce tüketilip bitirilmiş, tamam.”
Olay yerindeki ekip arkadaşından bir süre yanıt gelmedi. Geldiğinde ise, sesinden kafasının karışık olduğu anlaşılıyordu.
“-Uçaktaki erzak stoklarını bulduk. Paketlerin hiçbiri açılmamış, konservelerin bir tanesi dahi yenmemiş. Kaza esnasında uçakta bulunan yolcuların biri bile düşüşten sağ kurtulamamış. Tekrar ediyorum, yiyecek stoklarına dokunulmamış bile. Tamam.”
Helikopterin sağır edici gürültüsünün arasından minik bir bedene ait öksürük sesi duydu.
Küçük kız uyanmıştı.
Annesine bir şey söylüyordu, sözlerini böylesine büyük bir gürültüde duymaktan çok, hissetti.
“-Anne, ben acıktım.”