BÖLÜM 2
Yolculuk hiç de Aslan’ın umduğu gibi gitmiyordu işin doğrusu. Aykız her ne kadar sohbet konusunda zorluk çıkartmasa da ilişkileri ilk tanıştıklarından daha öteye gitmemişti. Bir fırsat olur belki diye buz gibi dereye atlayıp boğum boğum kaslarını gererek banyo yapmış ama Aykız ona doğru hiç bakmamıştı bile. Üstelik soğuk algınlığı da kapmıştı yarım saat dereden çıkmadığı için.
Neredeyse yolun sonuna varmışlardı ve elinde koca bir sıfır vardı. Kahvede oturup geyik muhabbeti yapmak bu soğukta nezle olmaktan daha iyiydi. Neyse ufak şeylerin de tadını çıkarmak lazım diye geçirdi içinden. Bir kaç adım geride kalarak Aykız’ın endamlı vücudunu ve ahenkli yürüyüşünü seyretmeye başladı. O kadar dalmıştı ki kız aniden durunce neredeyse çarpıp üzerine devrilecekti.
-Hişşşt! Sessiz ol. Dedi kız elini ağzına götürüp sus işareti yaparak.
Eliyle ilerideki köprüyü gösterdi.
-Tepegöz!
Aslan Aykız’ın ellerinin güzelliğine bakarken birden bütün düşünceleri dondu.
-Tepegöz mü? Diye haykıracaktı ama korkudan sesi kısık ve olağanüstü tiz bir şekilde çıktı.
Hemen kendini toplayıp sesini normalden de iki ton kalınlaştırarak tekrar etti.
-Tepegöz mü? Hiç meraklanma ben hallederim onu.
- Nasıl? Yanında silah bile yok. Dedi Aykız.
Eve uğramadığı için kendine küfretti Aslan bey. Gerçi silahı da olsa bir şey yapacağını zannetmiyordu ya.
-Neyse o zaman etrafından dolaşalım canım bir tek buradan mı geçiş var sanki?
-Evet bir köprü daha var ama yolumuzu yarım gün uzatır. Yakaroğlu ile bu gün buluşmamız lazım öyle demişti ya.
Aslan bey kendine ettiğinden daha sunturlu bir küfürü Yakaroğlu’na etti. Bunak büyücü o kadar kısa sürede nasıl o kadar şey anlatmayı başarmıştı?
-Peki sessizce arkasından geçmeye çalışalım o zaman.
Tepegöz köprünün başını tutmuştu tutmasına ama bir söğüt ağacına yaslanmış hafifçe kestiriyordu. Zavallı söğüt ağacı dev tepegözün ağırlığı altında iyice bükülmüş acı çekiyordu adeta.
Aykız önde Aslan arkada sessizce ilerlemeye başladılar. Aykız sessizce ilerlemek için iyice eğilmiş giderken Aslan gözlerini peri kızının kalçasından alamıyordu. Birazdan yolculukları bitecek ve bu kızı bir daha göremeyecekti, içi yanıyor, yüzüne ateş basıyordu. İşte tam bu duygular içindenken istemsizce bir hareket yaptı.
-Ne yapıyorsun be gerizekalı! Diye bağırıp bir tokat patlattı Aykız Aslan’a. Kızın çığlığı neyse de tokatın şaklaması devi yerinden fırlattı, ağaçtaki kuşları ürkütüp kaçırttı.
-Durun bakem! Dedi tepegöz.
İkisi de sessizce geçerken yakalandıkları için yüzleri kızararak şaşkınca deve baktılar.
-Köprümden mi geçeceeniz? Adam başı iki altın isterim. Sen kadınsın senden istemem sen geç.
Aslan ecel terleri dökmeye başlamıştı. “Yakaroğlu yaktın beni.” diye geçirdi içinden. Birden Aykız Aslan’ın koluna sarıldı
-Hayır sensiz hiç bir yere gitmem! Aslan göster gününü şu pis deve! Dedi.
Aslan Aykız’ın ona verdiği gazla birden Aslan kesilmişti gerçekten. Kan beynine hücum etmişti, kalbi deli gibi çarpıyor, kulakları alev gibi yanıyordu (gerçi bu tokatın etkisi de olabilirdi).
-Sen kimsin lan tepegöz! Adam mısın? Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben... “seçilmiş kişiyim diyecekti. Fakat dev kafasının tepesine balyoz gibi yumruğunu yapıştırmıştı. Aslan yediği darbenin şiddetiyle kıç üstü yere oturdu. Tek düşünebildiği devin balyoz yerine yumruğuyla vurduğu için şanslı olduğuydu.
-Ben... kimim. Diye sayıkladı.
Dev tepesine dikilip balyozunu havaya kaldırmıştı.
-Demek vergini vermemek! O zaman ben döve döve dört altın almak! Diye bağırdı.
Aslan bey boş boş deve bakıyordu. Ölürken hayatın gözlerin önünden bir ilüzyon misali akması hikayesi yalandı demek ki. Kıpırdayacak hali kalmamış, çektiği acının bitmesi için devin vurmasını bekliyordu. Sonra dev vurunca daha çok canının acıyacağını düşündü. Gözlerini sıkıca kapadı. Birden yüzüne bir ferahlık geldi. Serin bir şey sandı önce, fakat sıcaktı aslında, sıcak ve tuzlu. “Kanım herhalde, hiç de canım acımadı. Alıştım galiba devin darbelerine.” diye düşünürken kulaklarının çınlamasını bastıran bir haykırış duydu.
Gözlerini açtığında devin dizinden oluk oluk kan aktığını gördü biraz solunda deri zırhlı elinde iki baltası olan bir cüce vardı.
-Uşağım orda durmasana da! Çekil oradan! Diye bağırdı cüce.
Dev bu arada kendini toplamıştı, balyozunu havaya kaldırarak olanca kuvvetiyle cüceye doğru indirdi. Cüce eğer bu darbeyi yeseydi büyük ihtimal boğazına kadar toprağa gömülürdü fakat darbeyi savuşturmayı başarmıştı. Hızlı adımlarla ayağının dibine gömülmüş balyozun üzerinde yürüyüp iki baltasıyla birden devin omuzunda çaprazlamasına yaralar açtı. Dev öbür eliyle cüceyi yakalamaya çalışsa da cüce seri bir parendeyle yere kondu.
-Arrrrgh! Küçük insanlardan nefret ederim! Öldürcem seni!
Savaş olanca hızıyla sürerken Aslan sürünerek uzaklaşmaya çalışıyordu. Aykız yanına geldi, kızın hafifçe başını okşaması başağrısını almıştı ama hala yürüyebilecek hali yoktu.
Kavga olanca hızıyla devam ediyordu ve görünen o ki dev için işler yolunda gitmiyordu. Yediği bir darbeyle diz üstü çöken devin tek gözü Aslan beye ilişti.
-Yassah! Sen geçemen! Para vermedin!
Balyozunu sağdan savurarak hem Aslan’ı hem Aykız’ı süpürecek bir darbe geliyordu ki cüce araya girdi, fakat gelen darbeden kendini kurtaramadı. Dev balyoz cüceyi yirmi metre ilerideki çam ağacına kadar savurdu. Cüce şiddetle ağaca çarparak yere yuvarlandı. Dev balyozunu tekrar kaldırdığında cüce kalkamayacağını anlamıştı. Baltasına son kez baktı
-Pacaana siçtiğimun sarışini! Diye homurdandı ve baltasını kalan tüm kuvvetiyle deve doğru fırlattı.
Balta döne döne hızla ilerleyerek devin tam iki kaşının arasına yani tek gözünün olduğu yere oturdu. Dev ses bile çıkaramadan Aslan’ın yanına yığıldı.
Cüce gözlerini kaparken kendi lisanında küfür ediyordu.
-Timini, mimini... sözlerini tamamlayamadı kafası geri düştü.
Aslan kendine gelince ilk iş olarak devin kafasındaki baltayı çıkarmaya çalıştı.
-Silahsız bir daha dolaşmak mı tövbe! Dedi kendi kendine.
O sırada köprünün öbür ucundan bir çığlık yükseldi.
-Aaaaa! Sarı saçlı adam tepegözü öldürdü. Devi öldürdü! Diye bağıran çocuk köyüne doğru koşmaya başladı.